Yazarlar

Published on Aralık 20th, 2020

0

Yüzleşilemeyen derin karanlık: Maraş Trajedisi – İsmail Göçüm

Hata ve yanlışlarıyla yüzleşemeyen toplumlar,
asla  modern ve medeni bir toplum olamazlar.

Yüzleşilemeyen  yaralar kabuk bağlar,
İyileştirilemeyen  acılar  azdıkça  azar,
Kimin tavuğuna kiş demiş bu insanlar,
Kutsal kitaplar; Alevi katli vacip  yazar.

Alevi katliamı, Sünni İslam coğrafyasında ve Anadolu topraklarda kendisi ile yüzleşemeyen  inancın kin izlerini taşıyan bir trajedidir.

Feodalizm, ataerkil toplumun ortaçağ dönemi ağalık-beylik düzeninin ta kendisidir. Her ne kadar Feodalizmden kapitalizme geçiş yapay olsa da; yavaş yavaş ağalık-beylik düzeninin yerini alan kapitalist devlet sistemi, zaman zaman feodal yapıyı çözmek için katliam ve benzeri temizlik olayları ile -toplumun içine doğru kök salarak- faşist yöntemlerle Kapitalist-modern tüketici- bir toplumun kurulması için özel bir çaba sergilemiştir..

Feodal yapının yerini alan Kapitalist sistem, temelde feodaliteyi, özelde köylülüğü çözerken, ağalık ile de bir bütünlük arz eder. Kapitalist sistemin ihtiyacı olan iş gücü, feodal kalıntıların bulunduğu köy nüfusunda karşılığını bulur. Türkiye’nin 1948 de NATO üyeliği ile birlikte batı ve Amerikan emperyalistlerine bağlı hızla gelişen kapitalistleşme,1950 li ve 60 lı yıllarda nüfusun yoğun olduğu köylerden kentlere göç dalgasının gelmesini tetiklemiştir.

Bu anlamda köyden kente göç; İstanbul, Ankara ve İzmir gibi sanayinin ve endüstrinin çok hızlı geliştiği büyük kentlere oldu. Büyük kentlerin etrafı hızla varoşlarla -gecekondularla- sarılırken, sömürge-Kapitalist sisteme entegre edilemeyen -ötekileştirilmiş- kültür oluştu. Sancılı da olsa bu kültür, kentlerde yepyeni bir aydın ve emekçi sınıfının doğmasına; dolayısı işçi sınıfının güçlenmesine yol açtı.

60 lı yıllarda hızlı yaşanan iç göçler sonucu kapitalist sanayiye dayalı egemen kültürün yoğun olduğu kentler başkalaşım yaşamaya başladı. Emek sermaye arasındaki çelişki kent gençliğinde küçük burjuva kültürün doğup gelişmesine, eğitim ve kültür yapısı değişken olan küçük burjuva gençliği kent kültürüne entegre olmada bir güçlük çekmemiştir.

Endüstri ve sanayinin gelişmediği iç ve doğu Anadolu kesimlerde bulunan kentlerde kapitalist kültürün izleri oldukça sığ; bu kentler daha çok feodalitenin ve din eksenli kültürün ağır baskı izlerini taşıyordu. Bu nedenle bu kentlerde durum bir başka türlü işliyordu.

Bu kentler aynı zamanda muhafazakar Anadolu Sünnî kesimin ağırlıkta olduğu, ağalık düzeninin yer yer kapitalistleşme ile iç içe yaşadığı ama, buralardaki işleyişin belirleyicileri kapitalistleşen devletten ziyade; kendisine has bir eşraf takımı işleyiş düzeni ile idare edilen, dar kalıplar içerisinde kurumsallaşmış, dolayısı ile bu tür kentlerde yaşanan göçler özellikle muhafazakar- eşraf kesiminin uykusunun kaçtığı yerler olmuştur.

Kendi iç dinamiklerinde farklı hayat tarzlarının olmadığı, daha doğrusu pek hissedilmediği 1940-50’li yıllardan sonra Alevilik ve solun Maraş merkezde hemen hemen tüm alanlarda yükselişe geçmesi, farklı bir kültürel gerilim potansiyelini de doğurmuş oldu. Muhafazakar kesimin tedirginliği tam da bu safhada ortaya çıktı. Kentte bir alevi kültürü farkı rahatsızlık derecesinde fark edilebilir bir durum yaratmıştı. Köyden gelen ve hızla kentleşen  Alevilerin güçlenmesi bu rahatsızlığı oldukça artırmıştı. Göçün temel nedeni, kentleşme özentisi gösteren alevi köy kültüründe asla değildi; göçün yapısı bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştı.

DAP (Doğu Anadolu Projesi) denilen…60 lı yılların sonuna doğru toplu barajların yapıldığı bir dönem…. Özellikle bu yıllar su altında kalması muhtemel bazı köylerin, devlet tarafından toplu göçe zorlandığı bir dönem olmuştur. İşte Maraş kent merkezi böyle bir dönemde… nadir toplu göç alan kentlerden biridir…

Yalnız devlet bu tür göç alan bölgelerde insan trajedisini pek görmez, görmek te istemez. Sömürgeci-geri-Kapitalist sistemde insan gölgesiz ağaç gibidir. İnsan, kullanım gereksinimli bir meta parçasından ibarettir. Bu görmezlik, daha doğrusu emperyalizme bağımlı komprador kapitalizmin acenteci, sekter ve aymaz sömürgeci yapısından kaynaklanmaktadır. Daha çok sömürü ve kar peşinde koşan sömürge kapitalizmidir. 

Özünde kapitalizm, sanayileşmenin kendi öz sermayesi ile kapital birikimi sağlamasından kaynaklı, modern kapitalist devlet yapısının ana rahmi olan batı kapitalizmidir. Bu tür gelişmeden uzak sömürge kapitalizmi içinde feodalite ve daha derindin faktörü taşır. Dolayısı ile, entegreyi kolaylaştıracağı yere karmaşıklaştırarak kargaşa yaratır. Bu kargaşanın önüne geçilemediği durumlarda toplum kendi linç yasalarını öne sürerek insani bir trajediye dönüşür. Maraş katliamı işte böyle bir toplum yapısının ürünüdür.

Tüm yaşanılanlardan, mahkeme kayıtlarından, toplanılan bilgilerden ve yazılanlardan anlaşıldığı üzere Maraş katliamı; inanılması güç ama, belgesel görüntüler gerçek ve tüyler ürpertisidir. Gerek milliyetçi-muhafazakar, gerekse muhazakar-sunni ve dinci kesimin kılını kıpırdatmadığı bu katliam, toplumun yüzkarası ve insanı bir trajedidir.

Ne yazık ki; 41 yıl geçmesine rağmen, ne gerçekler ortaya çıkarılabilmiş, ne devlet gerçek katilleri yargılayabilmiş, ne de suça bulaşmış olanlar bir pişmanlık ifadesi göstermiştir. Yıllar geçmesine karşın bırakın bu tür olaylardan ders çıkarmayı; her demokratikleşme sürecinde, her toplumsal barış sürecinde, bu tür olaylar, bilhassa devletin istihbaratı aracılığı ile sömürgeci egemen sınıfların lehine bir fırsata dönüştürme olarak değerlendirile gelmiştir. Özellikle sol ve sosyalist hareketin güç kazandığı bölgelerde sıkça, benzeri katliamlar gerçekleştirilme yoluna gidilmiştir.

O dönemi yaşamış, bir çok insanın bildiği fakat, bu günün gençliğinin yabancı olduğu Maraş katliamını bir kaç cümle ile özetlemeye çalışalım.

1970 lı yılların başında hızla köylerden toplu göç alan Maraş bilindiği gibi merkezi olarak muhafazakar Türk-Sünni kültür nüfusunun yoğun olduğu kenttir. Köyler, kırsal kesim ise daha çok Kürt ve alevi kültür nüfusludur. Kürt-alevi kültürü, kentin muhafazakar nüfusuna göre daha rahat, kültür olarak da kent kültürüne daha çabuk entegre olma özelliğine sahip, kadın erkek ilişkileri açısından daha rahat, bu açıdan kent kültürüne ayak uydurmada pek güçlük çekmeyen bir toplumdur. Alevi-Kürt nüfusunun yoğun olduğu alanların yerini barajlar alınca, topraklarını yok pahasına devlete satan köylüler Maraş merkezine yerleştiler. Kente geldikten kısa bir sonra ellerindeki sermayeleri hızla yatırıma dönüştürünce kentin dokusu üzerinde bir baskı unsuru oluşturdular.

Örneğin Aleviler gündelik yaşamda görünür olmuşlardı. Ailecek restorana gidip yemek yiyebiliyorlardı. Yeni işyerleri Aleviler ve sol tarafından açılıyordu. Maraş’ın ekonomik, toplumsal ve kültürel merkezi giderek değişiyordu. Bu durum Maraş’ın geleneksel muhafazakâr-sağ merkezli toplumsal yaşamı açısından yeni gelişmelere işaret ediyordu. Alevilerin geçmişte yoğun olduğu Afşin, Elbistan gibi ilçeler

Kent yaşamına hızla karışan bu farklı kültür, muhafazakar Maraş halkı ve eşrafı arasında mırıldanmalara yol açtı…

Özellikle bu dönemde baş gösteren sömürgeci kapitalist ekonomik kriz, hızla toplumsal bir krize dönüşmüş, eğitimli işçi ve emekçiler hızla memleket satına yayılmış, devleti yöneten komprador burjuvazi ülkeyi yönetmekte güçlük çekiyor, örgütlenen emekçi kesimi alanlara sığmıyor, eskiden olduğu kadar emekçi kesimleri sömüremiyor, bunun için babaları olan ABD emperyalistlerinden (CİA) dan yardım dileniyor ve istihbarat örgütleriyle birlikte hareket eden ülkücü gençliği devrimcilerin üzerine sürüyor, her gün bir aydın insan katlediliyor.

Nihayetinde bu katliamlar 1977 ye gelindiğinde 1 Mayıs işçi katliamıyla doruğa ulaşıyordu. ABD emperyalistleri, ülkeyi Sovyetler birliğine karşı bir kale haline getirmiş, ülkeyi kaybetme korkusu ile Türkiye’de daha güçlü bir yönetim istiyordu. Bu görevi üstlenecek sivil güç olan burjuvazi güçsüz kalmış, bu görevi en iyi şekilde yapacak olan orduyu öne sürmüştü. Ordu durduğu yerde yönetimi ele alması dünya kamuoyunda tepki yaratacağı için, buna bir kılıf uydurulması; kaos, terör, kardeşin kardeşe düşman yaratılacağı bir ortam yaratmak ve ordunun   başa gelmesi için her türlü provokatif kontrgerilla hareketinin geliştirilmesi gerekiyordu.

Ordu’ da Amerikancı generaller aracılığı ile gençliğin arasına sürülen on binlerce genç subay, sicilsiz silah ve bomca ile sağ ve sol örgütler içine sızarak düşmanlık tohumları ekiyor, kardeşi kardeşe kırdırma yöntemlerine başvuruyordu. Toplum içindeki etnik, dinsel tarikatlar ve mezhepleri birbirlerine kışkırtıyor, Kürdü Türke, Aleviyi Sünniye kırdırmak için akla hayale gelmeyecek kirli provokatif planlar kuruyordu…

Mahkeme tutanaklarına bakıldığında
Devlet in istihbaratı ve MHP-Ülkücü kesimler;

“Önlem alınmazsa devlet elden gidecek, komünizm gelecek diye” önce Maraş’ta, MHP li bir işadamının tekstil fabrikasında toplantı düzenliyor. Bu Toplantıya katılanlar arasında; MİT mensupları, Jandarma istihbarat(JİTEM), MHP Maraş yöneticileri, Ülkü ocakları genel başkanı Muhsin Yazıcıoğlu da katılıyor… Daha sonra MHP K.Maraş il binasında katliama son şekil veriliyor ve katliam yapılacak evler ve iş yerleri kırmızı çarpı(X) ile işaretleniyor…

Bütün linç kültürü katliamlarında olduğu gibi, burada da Katliam özellikle Cumaya denk getirilmiş, o gün provokatörler, camilerde propaganda ile halkı kışkırtmış, sonra camiden çıkan halkın önüne geçerek halkı katliam yapılan mahallelere çekmişlerdir…

Basına ve kamuoyuna yansıyan ve olayların ardından istifa eden dönemin İçişleri Bakanı İrfan Özaydınlı katliamın açığa çıkartılması için özel bir ekip görevlendiriyor. Hazırlanan ayrıntılı rapor İçişleri Bakanlığı’na sunuluyor Ancak raporun içeriği gizli tutuluyor. Raporda katliamın planlayıcılarının

“26 seyyar piyango bayisi görünümünde şehre geldikleri saptanmıştır”

denildiği ve bunların Ankara’da 7 üniversite öğrencisini boğarak katleden, başında  “Bahçelievler katliamı” olarak bilinen ve bu saldırıyı gerçekleştiren sanıklarından Ünal Osmanağaoğlu, Haluk Kırcı, Bünyamin Adanalı, Ahmet Ercüment Gedikli gibi isimlerin katliamın yaşandığı günlerde Kahramanmaraş’ta olduklarının tespit edildiğidir.

Siyasal nedenlerle körüklenen Alevi-Sünni ayrılığının Kahramanmaraş’ta gerginliği tırmandığı bir dönemde,

*19 Aralık’ta kentteki Çiçek Sineması’na, o dönemin ender milliyetçi filmlerinden biri olan, Cüneyt Arkın’ın başrol oynadığı Güneş Ne Zaman Doğacak isimli filmin gösteriminde, saat 21:00’de patlayıcı madde atılması, olayların başlangıcı olmuştur. Kalabalık Ülkücü ve Akıncı gruplar ile Türkoğlu ilçesinden gelen ülkücü grupla birleşerek; “Kanımız Aksa da Zafer İslam’ın ve Müslüman Türkiye sloganlarıyla seyirci kitlesini coşturarak Cumhuriyet Halk Partisi il merkezine, PTT ve Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği (TÖB-DER) binalarına saldırdı.

Bombanın patlamasından hemen sonra, Ülkücü Gençlik Derneği Kahramanmaraş şube başkanı Mehmet Leblebici ve ikinci başkan Mustafa Kanlıdere’nin talimatları ile bombayı attığı iddia edilen Ökkeş Kenger, Ankara’ya Ülkücü Gençlik Derneğine telefon ederek yardım talebinde bulunuyor.

*20 Aralıkta Alevilerin yoğunlukla oturduğu Yörükselim Mahallesi’nde bir kıraathane bombalanıyor. Bombalama sonucu kahvehanede bulunan mahalle sakinleri yerlere yattı. Bomba şans eseri kahvehane penceresinin altındaki betona isabet ederek kahvehaneye girmedi. Olay sonucunda Gıjgın Dede adlı bir mahalleli ölüyor.

*21 Aralık öğle saatleri Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu adlı iki sol, ama sunni kökenli öğretmen silahlı saldırı sonucu katlediliyor. O zamanki Kahramanmaraş valisi Tahsin Soylu, kentte askeri güç gönderilmesini istemiş, ancak ne hikmetse talebi uygun görülmemiştir.

*22 Aralık’ta öğretmenlerin cenazelerinin getirildiği camide bulunan sağcı bir grup, ölenlerin cenaze namazının kılınmasına karşı çıkarak engelliyor. Kargaşada cenazeler ortada kalıyor. Güvenlik güçlerinin hiç bir müdahalesi ile karşılaşmayan sağcı gruplar, kent çarşısına yürüyerek orada toplanmış olan Alevi ve Sünni sol gruplardan oluşan kalabalığa saldırıyor. Bu saldırılarda üç insan daha öldürülüyor..

*24 Aralık’ta saldırıların polis kuvvetlerine yönelmesi üzerine, polis ile halk arasında çatışmayı önlemek yerine, kentteki bütün polisler görev dışı bırakılıyor. Sünni kesim bundan istifade ederek Aleviler üzerindeki saldırılarını arttırarak, haklı galeyana getirmiş, durum kontrolden iyice çıkmış ve il genelinde kaos ortamı yaşanmıştır. Nihayet katliam amacına ulaştıktan sonra Kayseri ve Gaziantep’ten askeri birlikler kente girmiş…

Olaylar nedeniyle Diyarbakır, İzmir, Suriye-İran-Irak gibi sınır boylarını çevreleyen iller de dahil olmak üzere birçok ilde sıkıyönetim ilanı gündeme gelmiş ve

MİT’in olaylar devam ederken gönderdiği raporlarda ise ‘ölümlerin çoğunluğunun uzun menzilli silahlardan ve hemen hepsinin göğüs nahiyesinin üstünden yara alarak’ gerçekleştiğini belirtiliyor.

*25 Aralık 78 tarihli raporda, Sağlık Koleji’nde okuyan kız öğrencilerin 22-23 Aralık 78 gecesi, çatışmanın olduğu mahalledeki kolejden Eğitim Enstitüsü’ne nakledilmeleri sırasında, bir polisin bir kız öğrenciyi vurarak öldürdüğü bilgisi yer aldı. Rapora göre hastane görevlileri ile baştabip cinayeti görmüştü ama;

Karanlıkta polisin yüzünü tespit edemediğini söylemiştir.

*26 Aralık 1978 saat 7.00’den itibaren İstanbul, Ankara, Kahramanmaraş, Adana, Elâzığ, Bingöl, Erzurum, Erzincan, Gaziantep, Kars, Malatya, Sivas ve Şanlıurfa olmak üzere, toplam 13 ilde sıkıyönetim ilan edilmiştir. Daha sonra bu illerin sayısı arttırılmıştır.


Polislerin devre dış bırakıldığı katliamda postallı askerlerin iktidara ulaşması için bir denek taşı daha aşılmış oluyordu.

Ağır Bilanço;
Saldırılar sonucunda resmi verilere göre 150 kişi öldürüldü, 176 kişi yaralandı, Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakıldı. 100’e yakın işyeri tahrip edildi.[7] Resmi olmayan beyanlara göre ise ölü sayısı 500’e yakındır.[8] Şeyh Adil Mezarlığı’nda topluca defnedilen kurbanların defin yerinin tam olarak neresi olduğu ve defin tarihinde dini tören yapılıp yapılmadığı bilinmemektedir.[9] (Wikipedia)


Buna bir iki örnek, Cennet Çimen cinayeti; Seksen yaşında yaşlı bir kadın. Bir gözü az gören biri. Katliam sırasında evdeki çocuklar kaçıyor. Fakat bu yaşlı olduğundan kaçamıyor. Saldırganlar, “gel nene gel nene” diyerek bahçedeki hela çukuruna götürüyorlar. Orada sağlam gözünü tornavida ile oyuyorlar. Kurşunla öldürüyorlar. Yetmiyor baş aşağı hela çukuruna yıkıyorlar. O da yetmiyor. Onun da üzerine at arabasını deviriyorlar. Korkunç bir vahşet…

Maraş, her türlü aşağılık şiddetin uygulandığı bir yer oluyor; yine bir küçük çocuk annesinin elinden kaçıyor ve kayboluyor. Bir süre sonra bu çocuğun cesedi kol ve bacakları kesilmiş biçimde bir evin bodrum katındaki bir tencerenin içinde bulunuyor. Ceset kazanda kaynatılmış…

Ayrıca;  bu arada Sünni hurafeler türüyor. Bunlar olmadık hayali yalanlar üretiyorlar, onlara göre; Alevilerin derisinin altında cennetin anahtarı varmış. O anahtarı almak için alevinin sırtındaki deri yüzülecek. Oradaki anahtar alınıp cennete gidilecek…

Gerçekten böyle bir inanışın olduğunu o güne kadar kimse duymamıştı. Fakat o gün, bu  Maraş’taki sol ve Alevi topluluğun bir gerçeği haline gelmişti. Artık o gün bu sadece bir hurafe inancı değildi. Aynı zamanda insanların derilerinin yüzülmesine kadar ulaşacak bir barbarlık ve bir şiddet müzesinin somutu olmuştu. Oradaki cahil topluluk bu şekilde katliama hazırlanmıştı. Camilerde imamlar; 

Bağlarbaşı cami İmamı Mustafa Yıldız cuma vaazında:
“Bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş sayılır;
Din kardeşlerimiz, komünistlere,
Dinsizlere karşı ayaklanmalı,
Alevileri ve CHP’li Sünni imansızları temizleyeceğiz.”

Kendisine din adamı postuna sokmuş ajanlar, halkı katliama camilerde böyle hazırlamışlardı. Daha da vahim, hınçla işlenmiş cinayetler var ki; inanın bunları anlatmaya insanın ne dili ne de yüreği yeter.

Sünnî kesimin bir mensubu olarak,
hazmedemediğim en acı gerçektir;
Yüzleşilemeyen bu katliam örneği;

Burada olayların en vahim sonucu nedir biliyor musunuz?

O kadar devrimcinin ve alevinin öldürüldüğü katliamda sağ basın ve MİT hesabına çalışan MHP ve Ülkü ocakları mensupları bir fiil propaganda kampanyalarında; olayları Sünni katliamı olarak yazmış ve olayları Ermeni asıllı Garbis Altınoğlu’nun üzerine yıkmak istemişlerdir. Fakat, bu iftiralar tutmamış, mahkeme tutanakları ile ters üz edilmiştir. 

12 Eylül mahkemeleriyle bu olaylar tekrar gündeme gelmiş, bu yargılamaların amacı;

“Maraş katliamını devrimcilerin planladığı” iddiasını kabul ettirmekti. Bu mahkemelerin amacı,  MHP ve Ülkü ocaklarının MİT ile olan bağlarını güçlendirmek; 12 Eylülde yargılanan MHP ve Ülkü ocaklarını aklamaktı…

Bu nedenle, 12 Eylülde birlikte binlerce devrimci ve sol düşünceli insan tutuklanmış; bunlar arasında onlarcası ağır işkence sonucu, -katliam kabul ettirilemeden ölmüş, onlarcası sakat kalmış, yine bu devrimcilerden birisi olan Hamit Kapan, 12 Eylül işkencehanelerinde 200 gün aralıksız işkenceye rağmen kabul ettirilememiş  bir diğeri ise;

[Söz konusu katliam Garbis Altınoğlu’nun üzerine yıkılmak için Türkiye zulüm tarihinin en ağır işkencelerine maruz bırakılmasına karşın, kabul ettirilememiş; bilhassa işkence yapan polislerden…(Sedat Caner-google-) Maraş katliamı itirafçısı olarak bir başka biçimde tarihe geçmiştir.]

Kaynaklar:
Hürriyet, Milliyet Gazeteleri,
Hamit Kapan, Wikipedia.


İsmail Göçüm – 20.12.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑