Makaleler

Published on Şubat 17th, 2022

0

Yaşasın halk kurtuluş orduları ve bağımsızlık | Hüseyin Şenol


Bugün Kosova’nın bağımsızlığının 14. yılı. Arnavut halkının onlarca yıl bir çok parçada süren bağımsızlık mücadelesi, dünya halklarına örnek teşkil ederken, sadece sömürgeciliği değil, faşizmi de, ulusalcılığı da tarihin çöplüğüne attığı bir mücadele olmuştur.

17 Şubat 2008. Kosova’nın bağımsızlığın 14. yıl dönümü. Tam 10 yıl öncesi 7 Mart 1998 ise, Kosova Kurtuluş Ordusunun (UÇK) kurucu komutanlarından, aynı zamanda Kosova’nın bağımsızlığının sembol isimlerinden biri olan Adem Jashari’nin, sömürgeci Sırp güçleri tarafından katledilmesinin 24. yılı.

Özellikle bu iki önemli tarih nedeniyle, geçtiğimiz yıl 9 Şubat’ta Kosova, ezilen tüm halklara örnektir, 17 Şubat’ta Kosova’ya bak, sömürgeciyi ve ona karşı mücadeleyi gör ve 6 Mart’ta da Amca, işi bitirdik! başlıklarıyla seri halinde üç yazı kaleme almıştım… Günümüzdeki önemi nedeniyle bu yazıları toplu olarak, bir arada yeniden yayımlıyoruz.

Önümüzdeki ay başı, yine Adem Jashari anmaları ve ulusal kurtuluş mücadelemizi araştırmaya devam etmek için Kosova’da bulunacağım. Orsada bulunduğum sırada ve döndüğümde ise konu üzerine detaylı yazmaya devam edeceğim.

Yazıları geçen yıl yazıldığı orjinallikte bıraktık. Lütfen tarihleri ona göre dikkate alın.


Kosova, ezilen tüm halklara örnektir (1) – Hüseyin Şenol


17 Şubat, Kosova’nın bağımsızlığının 13. yıl dönümü. Arnavut halkının özgürlük mücadelesi, ezilen tüm halklara örnek olmaya devam ediyor. Konu üzerine, 7 Mart 1998’de katledilen UÇK kurucu komutanlarından Arnavut Halk Önderi Adem Jashari’nin ölüm yıl dönümüne kadar, birbirinin devamı şeklindeki yazılarım çeşitli başlıklar altında üç bölümde çıkacak.

Geçen yıl da bağımsızlığın yıldönümü günlerinde üç bölümde yazdığım bu yazılarda* sadece bazı düzenleme ve düzeltmelerde bulunacağım. Yani genelde tarihi bilgilendirme içeren bu yazıların özü itibariyle değişiklik yok zaten.

Yine o dönemde yazdığım yazılara çok fazla olmasa da bazı eleştiriler de yöneltildi. Bu eleştirilerde bulunan arkadaşlara, bizzat yazıyı veya sözlü olarak görüşlerini yaymalarını rica ettim, hala yazacaklar.

Ben, Avrupa Demokrat’ın da bu arkadaşların yazılarına yer vereceğini biliyorum. Çağrım hala geçerli, gereksiz Rusya, Çin güzellemeleri gibi, Yugoslavya ve Sırbistan güzellemeleri yapanları da davetim hala geçerli. Pek yazacaklarını zannetmiyorum, çünkü altında kalacaklarından kendileri de çok emin.

Sömürgeci Yugoslavya ve Sırbistan güzellemesi yapanlara aşağıda, yazının sonunda bir de mini fotoğraf galerisiyle yanıt verdim. Bakın bu görüntüler o dönemden… Büyük bedeller ödenerek kazanılan bu şerefli bağımsızlık mücadelesine hala dil uzatacaksanız, ne diyeyim; sosyal-şovenizminizde boğulun…

***

Kosovalı Arnavut bir ailenin sekiz çocuğundan yedincisiyim. Dördümüz orada, dördümüz İstanbul’da doğuyor. Ben İstanbul’a denk gelenlerdenim.

Türkiyeliyim.

Dedem 45’te önce Yunanistan’a ve bakmış ki dönüşün koşulları yok, bir kaç yıl sonra da Türkiye’ye geçiyor.

Ulusal Kurtuluş Mücadelesi içinde “farklı” alanda aktif yer alan, “çete” liderlerinden dedem, tutuklanmaktan ve büyük olasılıkla idam edilmekten de kurtulmak için, büyük amcamla beraber sürgüne kaçıyor. Dedemin bu durumundan sonra, babamların üzerinde baskı artıyor ve ayrıca kan davası durumu da var. Babam, önce Kosova’da yer değiştiriyor ve daha sonra yine o dönemde Yugoslavya içinde yer alan, çok sayıda, hatta yarı yarıya Arnavut’un da yaşadığı komşu memleket Makedonya’nın başkenti Üsküp şehrine yerleşiyor. 10 yıl civarında da burada yaşıyor. Daha sonra amcamları da yanına alıp Türkiye’nin yolunu tutuyor. (Halamlar evlenmiş o dönem).

1960’ta geliyor bizimkiler.

Dedemin soyadı Begunsa, amcamların birinin Beri, bizim ve diğer amcamların ise Şenol. Aslında Quni olması gerekiyor. Nüfus memuru “Yok, olmaz. Size Şenol soyadını veriyorum” demiş babama. Bu bir tesadüf değil, nüfus memurunun hoşuna gitmediğinde, açıp kitabı, nereden gelindiğine göre bir soyadı verir. Tesadüf değildir; Balkanlar’dan gelenlerin çoğunun soyadının “Şen”le başlaması. Şen, Şenol, Şentürk, Şenyıldız ve böyle devam eder. Bu Türkiye’deki “bildik” soyadı üzerinden yapılan bir ırkçılıktır.

Bizimkiler genel olarak 60-62 yılları arasında gelmişler. Kendimizi Türk zannettim uzun yıllar. Ama tabii ki dikkatimi çekiyordu, Kosova’dan gelenlerin el öptürmemesi, birbirlerine sigara tutma yerine önlerine atmaları ve hepsinden öte Türkçe bilmemeleri dikkatimi çekiyordu. Önce babam ve amcamların bir kısmı, Arnavut olma muhabbetinde farklı düşünüyorlardı. Babam daha bir “Arnavuttu” ve memlekete ilgisi daha fazlaydı. Ama ben onu da geçtim. Daha doğrusu geçirttiler.

Faşist, ırkçı, şoven, sosyal şovenler yüzünden “daha” bir Arnavut oldum. Niye mi? Faşisti, ırkçısı zorla “Türk” yapmaya çalışıyordu da ondan. Irkçıya karşı “biraz” Arnavut olmamız da bu kez şovenlerin, sosyal şovenlerin hoşuna gitmemeye başladı. İşgal ve savaş döneminde, 80’li ve 90’lı yıllarda ”emperyalistlerle işbirliği yapıyorlar” diyenlerden, ırkçı işgalcileri “hala” sosyalist görenlere kadar, sosyal şoven tavırları unutmak mümkün değil. Aynısını, Kürt halkına da reva görüyor bu mantık. “Sol” içinde de faşist Miloseviç’i sosyalist görenler bugün de var maalesef. Şimdilerde Face’de bile arada, belki ayda bir Arnavutça “günaydın” ve “iyi akşamlar” demek, kırk yılda bir Arnavutça şarkı dinlemek bile rahatsız etti onları. Profil resmimizin Arnavut bayrağı olmasından da memnun olmayan çıktı. Sömürge halkın bayrak ilgisiyle, sömürgecinin bayrak zorlaması arasındaki farkı görmüyorlar, görmek istemiyorlar. Kürtler ve diğer ezilen ulusların da benzeri muamelelere maruz kaldığını, zaten sürekli görüyoruz.

Yukarıda da belirttiğim gibi; hele hele bu tür yazıları yazdığımda, sosyal-şoven yönleri daha da bir sırıtıyor, bazı yoldaş, arkadaş ve dostların.

            Akrabaların bir kısmı, yani “ileri gelenleri” aslında, “Oğlum boyundan büyük işlere karışma ve sen ne biliyon ki?” muhabbeti yaptılar. Baktılar ki “Nafile bu çocuk bir şeyleri biliyor galiba” diye mi düşündüler acaba ve “Biz oradan gelen Osmanlı’dan kalan Türkleriz” muhabbeti yapmamaya başladılar. Şunu da bu arada belirteyim: Geldiklerinde, kalabilmek için “Türk asıllıyız” demiş çoğu. Ondan sonra da akrabalar birbirlerini davet ederek, gelmelerini sağlamış. Devlet tabii ki biliyordu, bizlerin Türk asıllı olmadığımızı.

            Sokakta Arnavutça konuştuğumuzda garip garip bakanlar, sokakta “siz yarı müslümansınız” diyen çocuklar, günlük hayatımızdı. belki de ondandır, diğer göçmenler gibi, genelde bizlerinde toplu olarak bir arada yaşamaları. Bir de ilginçtir: Lise 2’de Milli Güvenlik dersinden ikmale kalmıştım. Tek başıma kurtarma sınavına girdim. Çünkü benden başka kalan yoktu. Sınıfta kalma, bıraktırma nedenimi ben çok iyi biliyorum. Dersi veren subayla “milliyet” muhabbeti yaptım da ondan. “Arnavutum” dedim diye bozulmuştu. Alevilerin hiç bir kuşağının “Ben Aleviyim” diyemediği, Kürtlerin özellikle çocuklarının ve gençlerinin  “Ben Kürdüm” diyemediği yıllardı, 70’li yıllar. Ondan sonra, “bu sorunlar yoktu, nereden çıktı” diyenlerimiz bunları görmüyor, görmek istemiyordu. Ki aslında hala “O zamanlar bu sorunlar yoktu, nereden çıktı?” diyerek, kendilerini inandırmaya çalışanların sayısı az değil.

            Arnavutçayı yavaş yavaş unutarak, Türkçeyi ise her geçen gün daha iyi konuşarak büyüyorduk artık. Evde önce kardeşler arası ve sonra da anne babayla anadilde konuşma azalıyordu. Annem Türkçesini, yoldaşların anneleri ve Brezilya ile Arjantin dizileri sayesinde ilerletmişti. Torunlarla da artık Türkçe konuşmak “zorunda” kalmıştı. Babamın da Türkçe pek sağlam değildi. Bu arada belirteyim; sayıları 4-5 milyon civarı olduğunu bilinen Arnavutlar’ın da, diğer halklar gibi,  anadilde eğitim hakları yok.

            Osmanlı döneminde, sömürgeleştirdikten sonra, zamanla Osmanlı topraklarının bir çok bölgesine yayılmış ve diğer sömürge milliyetler gibi Arnavutlar da bazı yerlerde de kalıcı olmuş. Devlet içinde önemli kademelerde bulundukları gibi, bir çok ayaklanmanın da başını çekmişler.

Türkiye’ye gelişler sadece 60’lı yıllarda olmamış. 60’lı yıllar son kitlesel göçlerin en büyüklerine tanık olmuş. Arnavutlar açısından bunun en büyük nedeni, özellikle Arnavutlar’ın, yani Kosova’nın hala eski Yugoslavya içinde, hem de direk Sırbistan’ın sömürgesi olmasıydı.

Türkiye’de bizimkiler ağırlıklı olarak İstanbul’dalar. İstanbul’un da Alibeyköy, Gazi Osman Paşa, Zeytinburnu, Eyüp gibi ilçelerine yerleşmişler. Daha sonra, tabii ki İstanbul’un her yerine dağılmışlar. Üsküdar ve Ümraniye’de de çok sayıda Arnavut var. İstanbul dışında da Bursa, İzmir, Adapazarı gibi kentler ve bölgeler, çok sayıda Arnavut’un bulunduğu yerlerin başında geliyor. Dendiği gibi; 4-5 milyon kadar varızdır.

Başta Kosova olmak üzere, Makedonya’da da çok sayıda akrabamız var. 6-7 kuşağa kadar kuzenlerle görüşme devam ediyor, gidip gelme sürüyor.

Evet bir de unutmadan ekliyeyim aile bölümüne ve ondan sonra kapatayım: Eşim yoldaşım Türk asıllı ve yüzde ellisi Arnavut, yüzde ellisi Türk asıllı olan, iki de çocuk var. İsim sorununu ilk çocukta da yaşadık ve istediğimizi ismi vermemize izin vermedi devlet.

Neyse konu uzuyor, başka zaman daha detaylı anlatırım. Dediğim gibi; mesele uzun.

Sömürgeci Sırbistan

Sosyalizmle hiç bir lakası bulunmayan, kendini “sosyalist” diye pazarlayan Yugoslavya Devleti, başta nüfusun yüzde 85’ini oluşturan Arnavutlar olmak üzere, Sırp asıllıların dışındaki Kosova halklarına tarihin tanık olduğu en ırkçı sömürgeci soykırımlarını, uygulamalarını gerçekleştiriyordu.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni oluşturanlar içinde 6 cumhuriyet, 2 de sömürge vardı.

6 Cumhuriyet ve 2 sömürge şunlardan oluşuyordu: Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti, Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti, Karadağ Sosyalist Cumhuriyeti, Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti, Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti, Voyvodina Özerk Sosyalist Bölgesi, Kosova Özerk Sosyalist Bölgesi.

            80’li yılların sonunda başlayan, Yugoslavya’dan ayrılma istemleri dalga dalga yayılmaya başlayarak, 1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Slovenya’dan sonra sırasıyla diğer cumhuriyetler de bağımsızlıklarına kavuştu. “10 günlük savaş” adıyla da anılan 26 Haziran – 7 Temmuz arasındaki savaşın bu kadar kısa sürmesinin en büyük nedeni, Sırbistan sonrası en büyük, hatta ortak söz hakkına ve sömürme hakkına sahip olan Hırvatistan’ın müdahalede isteksiz olmasıydı. Çünkü, Hırvatistan da 1991’de bağımsızlığını ilan ettikten sonra, Sırbistan’la 4 yıl süren savaş yaşadı. Bu savaş, tarihin en kanlı ve kindar savaşlarından biriydi. Iki büyük ortak birbirine girmişti. Bir diğer nedeni de bu iki cumhuriyetin de güçlü olmasıydı. Düzenli ordunun “nimetleri” bu iki cumhuriyete yarıyordu. Sonra sırasıyla diğer cumhuriyetler devam etti, bağımsızlık kavgasına.

            En büyük etnik soykırım Bosna-Hersek Cumhuriyeti’nde Boşnaklara ve Sırbistan’ın sömürgesi özerk bölge Kosova’da yaşandı. İkisinde din de çok büyük rol oynadı. Avrupa’da son yılların en büyük etnik katliamına şahit oldu bu bölge. 1992’deki referandumda bağımsızlıktan yana oy kullanan bu cumhuriyet, Sırbistan’ın ağır saldırısına uğradı. Ağır katliamlarla geçen üç yıllık savaştan sonra, Bosna-Hersek de bağımsızlığına kavuştu.

Kosova’da durum farklıydı

            Yukarıda Voyvodina, aşağıda ise Kosova, Yugoslavya içinde ama, Sırbistan’a bağlı iki “özerk” sömürgeydi. Voyvodina, “huzursuz” olmasına rağmen, hala Yeni Sırbistan’ın içinde kalırken, Kosova bağımsızlığını ilan ederek, sömürgeci Sırbistan’ı topraklarından kovdu.

            Arnavutluk ve Kosova dışında da, çok sayıda komşu ülkede bulunan Arnavut toprakları üzerine daha detaylı yazacağım ileride.

            Bu yazımı da uzatmadan, aslında başlangıç, yani birinci bölüm olarak düşündüm. İkinci bölümü, 17 Şubat 2008 olan Kosova’nın bağımsızlığının yıldönümünde, yani önümüzdeki hafta ve mart ayında da bağımsızlığın önemli mimarlarından Adem Jashari’nin (Yaşari) katledilmesini de üçüncü bölüm olarak işleyeceğim.

Önümüzdeki dönemde, bu alandaki araştırmalarım, yazılarım sürecek. Çoğunuz bilir; son yıllarda Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Yunanistan, Sırbistan gibi ülkelere gidip, Arnavut halkını, yani kendi halkımı ve topraklarını yerinde araştırıyor, ileriye yönelik, yazıya dökülecek çalışmalar yapıyorum.

            On yıllarca süren ve 1981 yılında büyük ivme kazanan Kosova’nın önce cumhuriyet, sonra da bağımsızlık süreci, başta Kürt halkına olmak üzere, dünyadaki tüm ezilen halklara örnektir. Özerkliği de elinin tersiyle iten Arnavut halkı, “sahte sosyalist” devlete karşı da eşi benzeri görülmeyen bir direniş sergiledi. Daha önceden olduğu gibi, sömürgeci Sırbistan’ın son devlet başkanı faşist Miloseviç’in insanlık dışı uygulama ve katliamları da Arnavut halkının mücadelesini durduramadı.

Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) kurucu kumandanlarından olan Adem Jashari’nin hayatı ve ulusal kurtuluş mücadelesindeki önemi büyüktür. Jashari, Arnavut Özgürlük Hareketi’nin önemli önderlerindendir. Arnavut Halk Önderi Adem Jashari, 7 Mart 1998’de sömürgeci ordu ve polisin kuşatmasında teslim olmadı ve 36 saat süren çatışmada ailesinden 52 kişiyle birlikte katledildi…


Sömürgeci Yugoslavya ve Sırbistan güzellemesi yapanlara bir de fotoğraflarla yanıt verilebilir. Google’de yapacağınız kısa bir gezintiyle de binlerce fotoğraf ve videoya ulaşabilirsiniz. Baktığınızda bu görüntülerin Filistin, Kürdistan ve diğer sömürgelerdeki insanlık dışı uygulamalardan farksız olduğunu göreceksiniz…. Büyük bedeller ödenerek kazanılan bu şerefli bağımsızlık mücadelesine hala dil uzatacaksanız, ne diyeyim; sosyal-şovenizminizde boğulun…

* Adı geçen yazılar, geçen yıl Avrupa Forum sitesinde yayımlanmıştı.

Not: Yazının ikinci bölümü önümüzdeki hafta yayımlanacak.


Hüseyin Şenol – 09.02.2021



Kosova’ya bak, sömürgeciyi ve ona karşı mücadeleyi gör (2) – Hüseyin Şenol


17 Şubat Kosova’nın Bağımsızlık Günü. İnkar, sömürgecilere “uğur” değil, Arnavut halkının lanetini beraberinde getirmişti.
Kahrolsun sömürgecilik, yaşasın bağımsızlık!
Posht me kolonializmin, rroftë pavarësia!

            Bugün Kosova’nın bağımsızlığının yıldönümü. On yıllarca büyük acı çeken halkım, eşsiz mücadelesiyle sömürgeci Sırbistan’ı kovup, 13 yıl önce, 17 Şubat 2008’de bağımsızlığını ilan etti. Kosova Halklarına kutlu olsun…

            Verdiği emsalsiz bağımsızlık mücadelesiyle, ezilen halklara örnek olan Arnavut halkı, haklı olarak, bu gurur ve onuru yaşıyor.

Yazımın başlığı, aslında önceki yılların başlığına benzer bir başlıktı: Kosova: Bağımsızlığın yıldönümü”. Ama, ülkemizdeki sömürgeci sistem ile dünyada diğer sömürgeciler ve onlara karşı verilen mücadeleye örnek olması açısından da bu yeni başlığı, yani “Kosova’ya bak, sömürgeciyi ve ona karşı mücadeleyi gör” olarak seçtim. Ülkemizdeki sömürge, yani “Kürt Sorunu” ile İspanya’daki “Katalan Sorunu” konusundaki son günlerdeki gelişmeler, beni bu başlığı seçmeye itti.

Yok aslında, sömürgecilerin birbirlerinden farkı.

Evet, on yıllarca süren ve 1981 yılında büyük ivme kazanan Kosova’nın önce cumhuriyet, sonra da bağımsızlık süreci, başta Kürt halkına olmak üzere, dünyadaki tüm ezilen halklara örnektir.

Bu arada, Kürt ve Katalan Halklarının haklı ve onurlu mücadelelerini de desteklediğimi, bir kez daha belirtmiş olayım…

Eşitlik, özerklik, cumhuriyet ve bağımsızlık

            Yazımın birinci bölümünde, “özelime” de geniş yer vererek, baskıyı bizim üzerimizden de anlatmaya çalıştım. Bu ikinci bölümde de, konuyu daha da açarak, Kosova’nın sömürgeciliğe karşı, sırasıyla “eşitlik”, “özerklik”, “cumhuriyet” ve sonunda da “bağımsızlık” mücadelesini anlatmaya çalışacağım.

            Arnavutların verdiği bu bağımsızlık mücadelesi, sadece ırkçılara, faşistlere değil, şovenizmden etkilenen tüm dünyadaki “sosyalistlere” de bir derstir. Herkes, Kosova’nın bağımsızlık mücadelesinin, üç-beş yılda birilerinin Arnavutların kafasını karıştırmasıyla ortaya çıkmış bir “ayrılık hikayesi” olmadığını, on yıllarca ağır bedeller verilerek, kendi elleriyle ördüğü bir direnişin neticesinde kazandığı bağımsızlık olduğunu görmek zorundadır.

Tito da sömürgeciydi

            Mareşal de olan, Josip Broz Tito da, dünyadaki bir çok örnekleri gibi, ikinci paylaşım savaşından sonra, halklara verilen sözleri unutanlardandı. Hırvat baba ve Sloven asıllı annenin 15 çocuğundan biri olan Tito, özellikle de savaş sonrası sosyalist düşüncelerinden hızla uzaklaşarak, Arnavut halkı için hiç de masum olmayan bir sömürgeciydi. Yani, o da Arnavut halkının omuz omuza verdiği anti-faşist mücadeleyi görmezden gelip, verilen sözleri de unutup, Kosova’nın yedinci cumhuriyet olmasını istemedi.

            Savaş sonrası oluşturulan “mozaik”, daha ilk yıllarında Arnavut halkını ve toprakları Kosova’yı inkarla kuruldu. Bu inkar, sömürgecilere “uğur” değil, Arnavut halkının lanetini beraberinde getirmişti. Çünkü Marks’ın dediği gibi: “Başka ulusu ezen bir ulus, özgür olamaz”

            Marks’ın ulusların ezilmesi üzerine söylediği söz, dünyanın hiç bir yerinde istisna bir durum göstermemiş, ister kapitalist-emperyalist, ister “sosyalist” kimlikli olsun, sömürgecilerin baskısı sonsuza kadar sürmemiştir. Halen bu durumda olan diğer sömürge uluslar da, yenile yenile de olsa, sömürgecilerin zincirlerini elbet parçalayacaklardır.

Zorla göç ettirme politikası

Uygulamasına 1930’lu yıllarda başlanan zorunlu göç, araya dünya savaşının girmesiyle kesintiye uğradı. Hemen savaş sonrası, komünist partiye danışmanlık yapan şovenler, sosyal şovenler, hatta kafa tasçı ırkçılar, partinin “zorunlu göçe zorlama” politikasının belirlenmesinde etkili ve belirleyici de olmuşlardır.

Balkanlar’da Arnavut ve Boşnak medyası, ırkçı danışmanların başında gelen ve savaş sonunda partiye yanaşan Vasa Cubruloviç’i şöyle değerlendiriyorlar: “Komünist Partisi’nin danışmanı oldu. Bu kez, sosyalist lider Tito’ya gönderdiği raporda azınlık sorununun tek çözüm yolunun yine zorla göç olduğunu söylüyordu”.  Cubruloviç “Bizim için azınlıklar sorununun tek gerçek çözümü zorla göç ettirmedir”diyor ve bu görüşünün yer aldığı raporu Tito’nun beğendiğini ve faydalanmak istediğini belirtiyor. Zaten Tito’nun onu Devlet Bakanı yapmasından da (1945–51 arasında) bu durum anlaşılmaktadır.

Tito yönetimi bu dönemde, on binlerce Türk, Arnavut ve Boşnak asıllı Müslümanı Türkiye’ye zorla göç ettirdi.

            Evet, Tito da sömürgeci egemen iktidarın en başındaki kişiydi. Artık kendisinden, savaş öncesi ve esnasında gösterdiği mücadeleden dolayı duyulan saygıdan eser kalmamıştı.

1953’te 13 bin, 146-66 yılları arasında da 246 bin kişinin Türkiye’ye göç etmesi bunun göstergesiydi. Yani, Tito istemese bu durum söz konusu ol(a)mazdı.

 Yugoslavya’dan Türkiye’ye zorunlu büyük çaplı göçlerin fikir babası Cubruloviç ve tabii ki onu bu göreve getiren ve bunları uygulamasını isteyen Tito’nun olduğunu söylemek abartı olmasa gerek.

Bu dönemde Türkiye’ye yüzbinlerin göç ettiği dikkate alınırsa, göçün boyutları hakkında daha geniş fikir sahibi olunabilir.

Göç edenler arasında Slav Müslümanlar, Arnavutlar ve Türkler vardı ve göç etmek isteyenler kendilerini ‘Türk” olarak deklare etmek zorunda idiler. Bunu geçen yazımda da belirttim. Yoksa, Türkiye bunu bilse de, daha baştan asimilasyon politikasını oradan itibaren işleme koymak istiyordu. Yani “Türksen gelebilirsin” politikasıydı bu.

Bu bölümü özellikle, biraz geniş tuttum, çünkü şöyle bir yanlış kanı, maalesef hem “sağda” hem de “solda” hakim bir kanı: Tito’nun ölümünden sonra, tüm ülkenin “etnik” çatışmalara sahne olunduğu değerlendirmesi.

“Gelen gideni aratır” misali

Tito’dan sonra çatışmanın yoğunlaştığı tabii ki doğrudur. Bu da normal bir gelişmedir; baskı bir yerde daha çok patlak vermeye devam edecekti. Tito’nun yerine gelenler, baskıları ve sömürüyü özellikle, başta Kosova’da olmak üzere, Sırbistan, Karadağ, Makedonya’daki Arnavutların kendi şehirlerinde, yani topraklarında “çoğunluk” ve bu alanların dışında “azınlık” olarak yaşadıkları yerlerde daha da artırdılar.

Tito’nun yaşarken yardımcılığını yaptığı, ondan sonra da yerine belirlediği ve devamında da tek söz sahibi olan Aleksandar Rankoviç’in Arnavutlara zulmü, Tito’yu aratır oldu. Özellikle Kosova’daki Arnavut halkına takındığı sert tutum ve uygulamalarla, Sırp milliyetçiliğinin de lideri konumundaydı. Ağustos 1983 ‘te öldüğünde, Sırbistan’ın başkenti Belgrad’ta gerçekleştirilen cenaze törenine 100 binden fazla kişi katılmıştı. Bu tören, dünya medyası tarafından da Sırp ırkçılığının aykuka çıktığı bir gösteriye dönüştüğünün altı çizilmişti.

Rankoviç, Arnavutlar’a uyguladığı baskıyla Sırpların gönlünde taht kurmuş, “milli değerlerin ve toprağın gerçek koruyucusu” olarak görülmüştü.

Baskı ve sömürü devam etti

Yukarıda da belirttiğim gibi; Tito döneminde de baskılar sürdü.

            Hemen savaş sonrası, eşsiz bir anti-faşist mücadele veren Yugoslavya halkları, savaş sonrası “halkların kardeşliğini” maalesef oluşturmadılar. Yine dünyanın bir çok bölgesinde olduğu gibi, ezilen halklara verilen sözler tutulmadı ve aynı şekilde sömürgeleştirildiler.

            Tito’yla ilgili olarak, Arnavutlar içinde bile yanlış bilgiye sahip olanların sayısı az değil. Ondan sonra tüm “kötü” gelişmelerin olduğunu iddia ediyorlar veya kendilerini bu şekilde görmeye zorluyorlar ve kandırıyorlar. Halbuki bu düşünceler; Arnavutlar o dönemde neden göç etti(rildi)ler? Hele Türkiyeli sosyalistlerin bilmeden bunu iddia etmeleri, bu davaya zaten katkı sunmamış olan bu grubun suçunu daha çoğaltmaktadır.

Sosyalizmle hiç bir alakası bulunmayan, kendini “sosyalist” diye pazarlayan Yugoslavya Devleti, başta nüfusun yüzde 85’ini oluşturan Arnavutlar olmak üzere, Sırp asıllıların dışındaki Kosova halklarına tarihin tanık olduğu en ırkçı sömürgeci soykırımlarını, uygulamalarını gerçekleştiriyordu.

Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ni oluşturanlar içinde 6 cumhuriyet, 2 de sömürge vardı.

6 Cumhuriyet ve 2 sömürge şunlardan oluşuyordu: Bosna-Hersek Sosyalist Cumhuriyeti, Hırvatistan Sosyalist Cumhuriyeti, Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti, Karadağ Sosyalist Cumhuriyeti, Sırbistan Sosyalist Cumhuriyeti, Slovenya Sosyalist Cumhuriyeti, Sırbistan’ın kuzeyindeki sömürgesi Voyvodina Bölgesi ve güneyindeki sömürgesi Kosova Bölgesi.

Cumhuriyetler arasındaki kardeşlik de bir yalandı. Ülkede ağırlıklı olarak Sırbistan ve Hırvatistan’ın dediği olurken, Kosova Arvavutları’na hem Slav olmadıkları hem de büyük çoğunluğu Müslüman oldukları için sömürge olmalarından başka hak verilmedi. Birbirleriyle “zorunlu” evlilik yaşayan diğer  cumhuriyetler, ne Sırbistan ve Hırvatistan’a karşı çıkıyor, ne de Kosova’daki baskı ve zulmü görüyorlardı. Son yıllara kadar görmemekte de direndiler. Zulme kaşı sessiz kaldılar.

Kosova’nın Mandelası

            Bağımsızlık mücadelesine verdiği destekten dolayı “Kosova’nın Mandelası” olarak anılan Arnavut yurtsevelerinin önemli simalarından siyasetçi-yazar Adem Demaçi, sömürgeciliğe karşı duruşun önemli isimlerindendir. Onu yurtsever düşüncelerinden dolayı hapse attıran da Tito’dur.

2018’in Temmuz ayında 82 yaşında vefat eden Demaçi, hayatının 28 yılını cezaevinde geçirdi.

Dönemin Tito liderliğindeki Yugoslavya hükümeti tarafından siyasi faaliyetlerinden dolayı ilk kez 1958 yılında tutuklanıp siyasi suçlu olarak 3 yıl hapis cezasına çarptırılan Demaçi, 1964-1974 ve 1975-1990 dönemlerinde de hapiste yattı.

1990 yılınında ayında özgürlüğüne kavuşan Demaçi, 1991 yılında Avrupa Parlamentosu’nun “Saharov Düşünce Özgürlüğü Ödülü”ne layık görülürken, Uluslararası Af Örgütü tarafından da “vicdan mahkumu” ilan edildi.

Demaçi’yi burada saygıyla anarken, bu örneği özellikle “Tito döneminde sorun da yoktu, baskı da yoktu” diyenlere verdim. Demaçi tek örnek değil. Her dönem, baskıya karşı çıkan Arnavutlar üzerinde ağır baskılar uygulandı, üzerlerine korku imparatorluğu çöreklendi.

Tüm bu baskılara rağmen 1974’te verilmek zorunda kalınan “özerklik” hakkı bu mücadelelerin sonucunda geldi. O döneme kadar çok sayıda kişi, bu hakkı işkencelerle ve canlarıyla ödedi.

Kökleri İlirya olan ve Balkanlar’ın en eski halkı olan İlirler’den gelen Arnavutlar, anavatanlarının bir parçası olan Kosava’dan hiç bir zaman vazgeçmediler. Bunu ne Osmanlılar ne de Sırplar ve de diğer sömürgeciler başaramadılar.

Ulusal Faşist Miloseviç ve direnişte yeni boyut

            2006 Mart’ında Uluslararası İnsan Hakları Hahkemesi’nde yargılanırken ölen Yugaslavya Devlet Başkanı Slobadan Miloseviç, Lahey’de kurulu olan Birleşmiş Milletler (BM)’e bağlı Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlanmıştı. Ağır ceza alması beklenen Miloseviç, yargılama sürecinde öldü.

Yugoslavya hükümeti eski Yugoslavya Devlet Başkanı Slobodan Miloseviç’i işlediği suçlar nedeniyle, 2001 Haziranında Lahey’deki Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi’ne teslim etmek zorunda kalmıştı. Miloseviç USSM’ye teslim edilen ilk devlet başkanı oldu.

Soykırımdan yargılanan Miloseviç, en az 6 bin kişinin katlinden ve yüz binlercesinin sürgün ve işkencesinden sorumlu tutuluyordu. Ki gerçek sayı misliyle çok daha fazla..

            1989 yılında göreve gelir gelmez Kosova’nın özerkliğini kaldıran Yugoslavya Devlet Başkanı Miloseviç, bu şekilde Arnavutların diğer cumhuriyetlerle eşit haklara sahip olma mücadelesini ezebileceğini zannetti. “Kosova Cumhuriyeti” mücadelesi, özerkliğin kaldırılmasıyla durdurulamadı.

            Bu tarihten itibaren, Sırbistan’ın sömürgesi Kosova’da, kamu kuruluşlarından atılan veya kendi istekleriyle direnişe katılmak için ayrılan Arnavut öğretmen ve polisler hedef tahtasına oturtuldular. Öğretmenler, devlete karşı, kendi illegal okullarını kurarak, hiç bir ücret almadan, yıllarca eğitim vermeye devam ettiler.

Kısa süre sonra Kosovalı Arnavut liderler bağımsızlıklarını ilan ederek ve bir hükümet de oluşturarak sağlık ve eğitim alanlarında sömürgeci, merkezi hükümete paralel hizmetler başlattılar. Dönemin önemli liderlerinden İbrahim Rugova, o dönemdeki bu direnişin gerçek lideridir. Rugova, Sırbistan’la sorunların barış yoluyla, silahlı direnişe gerek kalmadan çözülebileceğine inanıyordu. Bu nedenle kendisine “Balkanlar’ın Gandi’si” deniyordu.

Rugova, bir çok sömürgede olduğu gibi, Kosova Sorunu’nda da çözümün “barışçıl” yolla olacağı konusunda yanıldığına, daha sonra kendi de şahit olacaktı. Sömürgeci Sırbistan’ın kovulmasından sonra, Rugova’nın “hakkı” teslim edilerek, Arnavut halkı tarafından Kosova’nın ilk cumhurbaşkanı seçildi.

Cumhuriyet değil, bağımsızlık

Artan baskı ve katliamlar, Kosovalı Arnavut liderlerin “Cumhuriyet isteminden vazgeçip, tamamen sömürgeci Sırbistan’dan ayrılma, yani bağımsızlık talebi artık ön plandaydı.

Zaten sürekli ordu, polis ve sömürgecilerin tüm sistemiyle sömürülen, baskı altında tutulan Kosova, Miloseviç’in daha açıktan saldırısına maruz kaldı. Sırbistan ordusu ve polisi tankıyla, panzeriyle tamamen Kosova’ya yerleşti. Köyler bombalanıyor, insanlar katlediliyordu.

Arnavutların hemen hemen yarısına yakını, yani 750 binden fazla insan mülteci durumuna getirildi. Çok sayıda insan katledildi. Makedonya sınırına yığılan yüzbinlerce insanın dramına şahit oluyordu, tüm dünya. Kendi akraba ve tanıdıklarımız gibi, Türkiye’ye de gelmişti çok sayıda Arnavut.

Dünya insanlık dramını izliyordu…

Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK)

Bağımsızlık yanlısı gerilla hareketi UÇK (Ushtria Çlirimtare e Kosovës), 1993 yılında Halk Kurtuluş Ordusu olarak kuruldu ve çok kısa süre içerisinde Arvavut halkı için büyük umut oldu.

Bir çok ülkede olduğu gibi; UÇK için de çirkin propaganda hemen devreye sokulmuş, “terör örgütü”, “uyuşturucu kaçakcılığı yapıyor”, “Amerika’nın kurduğu bir örgüt” gibi bildik söylemler özellikle yaygınlaştırılıyordu.

Bir sosyalist olarak, aktif destek içinde olduğum UÇK’ya karşı bu söylemlerin “sosyalistler” tarafından da söylenmesi, üzücü olduğu kadar, sosyal şovenizmin de dışa vurumuydu bana göre.

Rugova’nın liberal partisi LDK’ya karşı bir girişim olduğu da bilinen ve 1992 yılında yurt dışında kuruluşu ilan edilen Kosova Halk Hareketi (LPK) kuruldu. Daha sonra tam bir yıl sonra, 1993 yılında da Priştine’de Kosova Ulusal Kurtuluş Hareketi (LKÇK) kuruldu.

UÇK ve Kosova Arnavutlarının kendi kaderini tayin hakkı için mücadele etmesi de hem Türkiye’de hem de dünyada kendine sosyalist, komünist diyen ama esas olarak “milli komünizm” idealini kendine bayrak edinmiş şoven ve sosyal şoven örgütlerce hep aşağılandı…

Bağımsızlığa giden yolda topyekün direniş

            Sömürgeci Sırbistan’ın tüm baskılarına rağmen, halkın direnişi, ordusu UÇK ile birlikte her geçen gün büyüyor, egemenlere korku salıyordu. İçerideki işbirlikçiler bile, ya Kosova dışına kaçıyor ya da pişmanlıklarını dile getiriyorlardı.

            UÇK’nın savaşçı gerillaları sürekli artıyor, verilen kayıplar misliyle yeni katılımları tetikliyordu. Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) kurucu kumandanlarından, Arnavut Özgürlük Hareketi’nin liderlerinden, Halk Önderi Adem Jashari, 7 Mart 1998’de sömürgeci ordu ve polisin kuşatmasında teslim olmadı ve 36 saat süren çatışmada ailesinden 52 kişiyle birlikte katledildi. Bu durum, ölüme giderken Jashari’nin de söylediği gibi; ulusal kurtuluş mücadelesinde önemli bir sıçrama aşaması olacak, her yaştan Arnavut UÇK saflarına akın akın geleceklerdi.

Gerçekten de durum bu yönde gelişti ve UÇK devasa bir güce ulaştı.

            Sömürgeciyi daha da öfkelendiren, saldırılarını en üst düzeye çıkarmasını da beraberinde getiren bu durum, aslında sona yaklaşımın da habercisiydi. Arnavut halkı, ya topyekün Kosova  dışına itilecek ve geri kalanları katledilecek, ya da özgür bir ülkeyi kuracaktı.

            Dünya kamuoyunun da baskısıyla, vahşeti durmayan Sırbistan’a son “ihtar” verilerek, savaşı durdurmaz ve anlaşmaya oturmazsa müdahale edileceği açıklandı. Sırbistan’ın başkentinde önemli yerleri bombalayan NATO karşısında Sırbistan geri adım atmaya başladı.

            O dönem bizim sosyal şoven bir takım “sosyalistlerle” şu tartışmam da olmuştu: Akıllarınca, Kosova’nın sömürü ve Arnavut halkının katledilmesi karşısında sessiz kalanlar, Sırp bombardımanına ses çıkarmayanlar, protesto gösterisi bile düzenlemeyen “sol” köprülerin bombalanması karşısında “insani” duygularını göstermeye başlamışlardı. Ben ise onlara “Sizin göreviniz sömürgecilerin köprülerini, askerlerini ve köprüye çıkan tecavüzcü askerlerin annelerine sahip çıkmak olamaz. Köprüye çıkacaklarına, bu vahşetin devamını isteyeceklerine, çocuklarını geri çağırıp, suratlarına tükürsünler” diyordum. Hatta daha da fazlasını söylüyordum. Tamamen yok edilmek istenen bir halktan biri olarak, farklı şeyler söylemem de beklenemezdi.

            Bu “arkadaşların” büyük kısmı, başta Irak ve Suriye’de son yıllarda Kürt halkının da yaşadıklarını, mücadelelerini ve yöntemlerini görünce bana hak verdiler, veriyorlar. Vermeyenler de zaten bildik ulusalcılar ile normalli ve sosyalli şovenlerimiz.

Bayrak ve seçimler

Bayrak ve seçim sistemi bile bunlara “ders” niteliğinde örnektir.

Evet, şovenlerimiz durmadı, bağımsızlık sonrası kabul edilen bayrak hakkında bile, gerçek dışı bilgiler yaydılar. Eğer uygun olursa, buna da “28 Kasım Bayrak Günü”nde veya bu serinin üçüncü bölünde ara başlıkla, ama geniş bir “arayla” değinirim.

Bu “bayrak” konulu yazımda, ulusal sorunda önemli yeri olan “bayrak” ve “temsil” konusuna aktüel örnek olduğu için son seçimlere de değineceğim. Burada, seçim sisteminin demokratik özelliği ve ulusal-azınlıkların haklarına ayrıca duracağım. İki hafta önce, 14 Şubat’ta gerçekleşen ve Vetëvendosje (Kendin Karar Al) Hareketi’nin (LVV) oyların yüzde 47.85’ini aldığı Kosova Erken Genel Seçimi de bu muhtevada gerçekleşti.

Sırbistan kovuldu

            On yıllarca süren direniş nihayet başarıya ulaşmış, çekilen acıların boşuna olmadığı görülmüştü. Borbardımana direnemeyen sömürgeci, ülkede de UÇK’nın mücadele alanlarını terk etmeyerek ölümüne direnmesi üzerine, nihayet Kosova’dan çekilmeye başlamıştı.

            1999’da sömürgeci Sırbistan’ın kovulmasıyla birlikte, artık bağımsızlığa gidişin önü alınamazdı. Nihayetinde de öyle oldu: Kosova’nın bağımsızlığı 17 Şubat 2008 tarihinde katılımcıların oybirliği ile Kosova Meclisi’nde okunan bağımsızlık bildirgesi ile gerçekleşti…

Yazımın ilk bölümünde belirtmiştim: Üç bölüm olarak düşündüğüm yazımın bu bölümünde UÇK kuruluşuna, çalışma tarzına, liderlerine geniş yer vereceğim. Kurtuluş ordusuna ve mücadelede hayatını kaybeden kahramanlara saygıdan dolayı, serinin üçüncü bölümünde bu önemli yön üzerine duracağım.

Ben bunu o ordulara ve o kahramanlara bir borç olarak görüyorum.

Yaşasın halkların kurtuluş mücadelesi.

Kosova Halklarının Bağımsızlık Bayramı kutlu olsun.

Posht me kolonializmin, rroftë pavarësia!
Kahrolsun sömürgecilik, yaşasın bağımsızlık!

Darısı tüm ezilen halkların başına.


Hüseyin Şenol – 17.02.2021



Amca, işi bitirdik! (3) – Hüseyin Şenol


Kosova’nın bağımsızlığa kavuşmasıyla birlikte, Arnavut Halk Önderi Adem Jashari’ye “Bac, u Kry” (Amca, işi bitirdik!) şeklinde verilen ve yerine getirilen söz gibi; tüm sömürge halklara “Kahramanlar, işi tamamladık!” diyebileceği “ulusal kurtuluşlar” diliyorum.


            Kosova Kurtuluş Ordusunun kurucu komutanlarından, aynı zamanda Kosova’nın bağımsızlığının sembol isimlerinden biri olan Adem Jashari, sömürgeci Sırp güçleri tarafından katledilmesinin 23. yılında anılıyor.

Kosova’nın bağımsızlığı için Arnavutların dünyada ender örneklerinden biri olan ulusal kurtuluş mücadelesine, “Kosova, ezilen tüm halklara örnektir (1)” ve “Kosova’ya bak, sömürgecileri ve ona karşı mücadeleyi gör (2)” başlıklarıyla geçtiğimiz ay kaleme aldığım yazılarda geniş bir şekilde değinmiştim. Bu serinin üçüncü bölümünde de 7 Mart 1998’de katledilen UÇK kurucu komutanlarından Arnavut Halk Önderi Adem Jashari’ye yer vereceğimi belirtmiştim.

            Tüm Arnavut halkı gibi; Adem Jashari (Yaşari) benim için de önemli bir mücadele insanı. 77’de başladığım mücadelemin 21. yılında, yani 1998’de ölümüne verdiği direnişle ve mesajla benim de üzerimde büyük etkisi oldu. O zamandan beri, Adem Jashari için de “Böyle olur halk önderleri” derim.

Aslında Jashari sadece benim için değil, tüm halkım için yeniden doğarken, somürgeci Sırbistan’ın da korkulu rüyası olamya devam etti.

Jashari, ölümlerden yeniden doğan halk önderleri arasında yerini almıştır.

Arnavut halk önderi Adem Jashari

            28 Kasım 1955 yılında Drenica bölgesinde bulunan Prekaz’da doğan Adem Jashari, Zahir Pajaziti ile birlikte 1994’te Kosova Kurtuluş Ordusu’nu (UÇK) kurdu. Daha önce de çok sayıda tanınmış yurtseverin çıktığı bölge olması da, Jashari’yi ayrıca etkilemiş, yurtsever olmasında önemli etken olmuştur.

            Örgütlü halk hareketlerinde, 1981 yılından itibaren ön saflarda yer almaya başlayan Jashari’nin, Emin Latit, Tahir Meta ve kardeşi Hamez Jashari de ölene kadar ayrılmadığı silah yoldaşlarıydı.

            Silahlı eylemlerinden sonra Arnavutluk’a geçen Adem Jashari burada gerillaları eğitmeye başladı. Daha sonra, kurucusu olduğu UÇK’nın Drenica Bölge Komutanlığı görevini aldı.

Kosova Kurtuluş Ordusu (Ushtria Çlirimtare e Kosovës), tek genel komutan yerine, bölge komutanları esasına göre örgütlenmişti. Bu da UÇK’yı daha güçlü kılıyordu. Komutanlar, o bölgenin insanları olduğu için de hem bölgeyi daha iyi tanıyor, hem de halkın güvenini daha fazla alıyordu.

Mücadenin en önünde duran Adem Jashari, özellikle de Sırp polis ve ordu binalarına saldırılarla düşmana ağır darbeler vurmuştu. Jashari, sömürgeci Sırbistan’ın bir numaları düşmanı ilan edilmişti.

Tüm köy direndi

Kosova Kurtuluş Ordusu’nun (UÇK) kurucu kumandanlarından olan Adem Jashari’nin hayatı ve ulusal kurtuluş mücadelesindeki önemi büyüktür. Jashari bu yurtsever hareketin önemli önderidir. Arnavut Halk Önderi Adem Jashari, 7 Mart 1998’de sömürgeci ordu ve polisin kuşatmasında teslim olmamış ve 36 saat süren çatışmada ailesinden 52 kişiyle birlikte katledilmiştir.

            Jashari, mücadeleyi çok daha ileri aşamalara taşıyacağını belirterek, büyük ihtimalle son kez olacağını kendisinin bildiği şekilde, son kez dağdan inip evine gider ve o anda evde buluna ana babası dahil, kardeşleri, yeğenleriyle birlikte, köyü kuşatan sömürgeci Sırp askerlerine karşı direnerek ölümüne çatışır. Amcası dahil, köydeki çok sayıda Jashari sülalesinin evi Sırp askerler tarafından kuşatılır ve taranır. Ev top atışlarıyla da vurulur. Bebekler dahil herkes katledilir, ama kimse teslim olmaz ve önderleri Adem Jashari’yi sömürgeciye vermezler.

Sadece Jashari’nin evinde 52 kişi katledilir. Çatışma 36 saat sürer.

Gerçekten de o andan itibaren, Jashari’nin dediği gibi; mücadele büyük ivme kazanır ve Arnavut halkı artık önlenemez bağımsızlık için daha kararlı adımlarla yoluna devam eder.

Yukarıda da belirttiğim gibi, bu tarih aslında Jashari’nin yeniden doğduğu bir tarihtir. Sömürgecilerin bile tahmin edemeyeceği kadar büyük etki yaratan bu katliam, Jashari’yle birlikte Kosova’nın da yeniden doğuşunu hızlandırdı.

Bu tarihten itibaren, gençler akın akın UÇK saflarına, silahlı mücadeleye katılmaya başladı.

Amca, işi bitirdik!

            Jashari, ölümden sonra halk kahramanı ilan edilerek, bağımsızlığın sembolü oldu. 17 Şubat 2008’deki bağımsızlık ilanından sonra, tüm ülkede, şehirlerin en işlek yerlerine heykelleri dikildi, posterleri asıldı.

            “Bac, u Kry!” (Amca, işi bitirdik!) yazılı Adem Jashari’nin resminin bulunduğu tişörtler, tüm dünya Arnavutları için kült oldu. Çok sayıda bardak gibi eşyalar ve çıkartmalar da bulunmakta bu şekilde.  (Buradaki “Bac” amca olarak çevrilmekte çoğu dillere. Aslında büyük erkek kardeş, yani abi anlamındadır. Ben de genele uyup “amca” olarak bırakıyorum)

Adem Jashari ve tüm ailenin katledildiği Prekaz’daki ev.
Prekaz’daki katliamda öldürülenler içim yapılan anıt mezar.

1, 2, 3, daha fazla UÇK

Önümüzdeki dönemde, bu alandaki araştırmalarım, yazılarım sürecek. Çoğunuz bilir; son yıllarda Kosova, Arnavutluk, Karadağ, Yunanistan, Sırbistan gibi ülkelere gidip, Arnavut halkını, yani kendi halkımı ve topraklarını yerinde araştırıyor, ileriye yönelik, yazıya dökülecek çalışmalar yapıyorum.

            Adem Jashari’lerin UÇK’sı ve ulusal kurtuluş mücadelesi başta Kürt halkı olmak üzere, tüm dünyada ulusal kurtuluş hareketlerine örnek olmaya devam etmekte. UÇK, sadece Kosova’da değil,  ulusal kurtuluş ordusu olarak, Arnavut halkının tüm parçalardaki bağımsızlık mücadelesi, Kürt ve tüm sömürge halklara örnektir.

Köyün girişinde bulunan ve delik deşik edilerek, torunların da katledildiği amca Hamit Jashari’nin evi.

UÇK, Kosova’da “misyonunu” doldurmuş olsa da, bu orduyu örnek alan Karadağ, Makedonya, Yunanistan, Sırbistan gibi bazı parçalarındaki Arnavutlar da ulusal kurtuluş mücadelesi sürdürüyor. Makedonya’daki Arnavutların gerilla örgütü “Halk Kurtuluş Ordusu” (Ushtria Çlirimtare Kombëtare – UÇK), şimdiki güney Sırbistan’da bulunan Arnavutların bölgesinde “Preshevës, Medvegjës ve Bujanocit Kurtuluş Ordusu” (Ushtria Çlirimtare e Preshevës, Medvegjës dhe Bujanocit – UÇPMB) ve Yunanistan sınırları içinde bulunan sömürge bölge Çamerya’da mücadele veren Çamerya Kurtuluş Ordusu ( Ushtria Çlirimtare e Çamërisë – UÇÇ ), buna örnektir.

KOD ADI MİRA – 1-2-3 daha fazla bağımsızlık!
Kosova’nın bağımsızlığından sonra, diğer parçalarda bağımsızlık savaşmaya devam etmek için hala Sırbistan’ın sömürgesi olan Preshevës, Medvegjës ve Bujanocit Arnavut topraklarına ve sonra da Makedonya’daki topraklara geçen, UÇK’lı kadın Gerilla Hyrë Emini-Mira’nın Ferizaj’daki heykeli önünde sürekli anma da yapılıyor. Ferizaj’lı Mira, yine hemşerileri olan Tahir Sinan, Brahim Ademi, Naser Ademi adlı gerillalarla birlikte 29.07.2001’de Gostivar şehrine bağlı Tanushe’de sömürgeci Makedonya güçleriyle girdiği çatışmada hayatını kaybetti.

Bir parçadan sonra da diğer parçalara ve diğer ezilen uluslara destek yurtseverliğin olmazsa olmazıdır. Arnavutlar da tüm parçalarda bağımsızlığını kazanana kadar mücadeleye devam edeceklerini her ortamda dile getiriyor, mücadelesini sürdürüyor.

Kendi toprakları dışında, İtalya, Türkiye ve diğer ülkelerde azınlık olarak yaşayan milyonlarca Arnavut da, azınlık olmaktan dolayı kaynaklanan sorunları doğrultusunda daha aktif mücadele etmelidir.

Enternasyonalizm ve şovenizm

UÇK üzerinden yapılan karalama kampanyası, tüm dünyada ulusal kurtuluş hareketlerine zarar verir. “Tamam, o zaman halkının ulusal kurtuluşunu, bağımsızlığını kazandı ama, yaptığı kötü şeyler de vardı” şeklinde yorumlarda bulunmak, kendi “içimizde” sosyal-şovenizmin dışa vurumudur. Onun üzerinden ulusal kurtuluş hareketlerine saygısızlıktır. Bu davranışlar sadece o döneme değil, günümüze de saldırıdır, mücadeleye de saldırıdır. Tabii ki, eksik ve hatalı yanlar da ortaya konmalıdır, ama bu bir karalama kampanyasına dönüştürülmemelidir. Hele hele, sömürgeci celladı överek bunu yapmanın adına ne denir, telaffuz bile etmek istemiyorum.

Önceki bölümlerde kısa olarak değindim ama, bizim arakadaşlara Kosova bayrağını ne anlama geldiğini ve seçimlerde kontenjanlar uygulamasını araştırmalarını tavsiye ederim. Bu durum ve uygulamanın bile kendilerinden ne kadar daha “enternasyonalist” olduğunu görecekler. Çamur atılacağına, enternasyonalist-sosyalist tavır gösterilmesi daha hayırlı olacaktır.

Kosova, o dönemde olduğu gibi, günümüzde de dünya devrimci ve ilerici komuoyunda tartışılmaya devam ediyor. Bana göre de bu durum, dünya devrimci hareketi içerisinde “bulanıma” ve “tutarsızlığa” da yol açıyor. Bu durum, sosyalist hareket içindeki devrimci-enternasyonalist eğilimle şovenist eğilim arasındaki farkı açığa çıkaran ince bir çizgi. Bu bunalınım diğer adı, o dönem Yugoslavya’nın “sosyalist” olduğunu iddia eden “revizyonist-şovenist” çizgidir.

Bir bölümüne Kürt sorunu örneğiyle kafalarına vura vura göster(il)di. Devamı da gelecek elbette; hala ve inatla Kürt yurtseverlerine, Katalan bağımsızlıkçılara da bu konuda saldıranlara ve aşağılayanlara.

Özgürlük hareketlerine ve savaşçılarına saygı

            Bağımsızlık sonrası da özgürlük gerillaları saygıyı hak ediyor. Ölümden korkmayan bu kahramanların, tek istekleri olur “unutulmamak”. Kosova halkı, bağımsızlık mücadelesinde  hayatını kaybedenlere saygı için elinden geleni yapmakta. Her köy ve kasaba, mücadelede yitirilen özgürlük savaşçılarının mezarlarına gözü gibi bakıyor, en görünür ve işlek yerlerde, kahramanların heykelleri dikili, portreleri asılı.

            Bu yazı serisinin üçüncü bölümünü bitirirken, kahramanlara saygıyı yerinde, Kosova’da incelemeye devam edeceğim.

Jashari, ölümünden sonra bütün Arnavutlar tarafından daha da çok tanınan, bağımsızlık sembolü bir kahraman haline geldi. 17 Şubat 2008’de ilan edilen bağımsızlık sonrası, evi çatışmadan sonraki haline hiç dokunulmadan korunarak, müze haline getirildi.

Geçtiğimiz yıl anma için bu tarihlerde Kosova’daydım. O dönem yurt dışında olduğu için hayatta kalabilen Adem Jashari’nin kardeşi Rıfat Jashari ile konu üzerine muhabbet etmiştik… Fotoğraf: Sabit Beqiri (Dönemin UÇK savaşçılarından kuzenim), kardeşim Mithat Şenol ve en sağda Rıfat Jashari (O dönem UÇK’nın Almanya’da yurt dışı örgütlenmesindeydi)

Adem Jashari Anmaları için geçen yıl Kosova’ya gitmiştim. Bu yıl da çok gitmek isterdim ama pandemi koşulları el vermedi maalesef. Arnavut topraklarını önümüzdeki dönemde de dolaşmaya devam edeceğim.

Özellikle ulusal kurtuluş örgütlerine ve kahramanlarına saygı meselesine de büyük önem verdiğimin altını, bu konular üzerine yazdığım her yazıda belirtmeye ve bazen de açmaya çalışıyorum. Önümüzdeki dönemde daha da fazla açacağımı şimdiden belirteyim.

Tüm sömürge halklara, Kosova’nın bağımsızlığa kavuşmasıyla birlikte, Arnavut Halk Önderi Adem Jashari’ye “Bac, u Kry” (Amca, işi bitirdik!) şeklinde verilen ve yerine getirilen söz gibi; “Kahramanlar, işi tamamladık!” diyebileceği “ulusal kurtuluşlar” diliyorum.


Hüseyin Şenol – 06.03.2021

Tags: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑