Makaleler

Published on Ocak 23rd, 2022

0

Tamamlanmamış bir yaşam ve bir kitap | Hilmi Toy


Bilerek ve isteyerek 39 yıl önce doğduğu gün idam sehpasına götürüyorlar Ali Aktaş’ı 12 Eylül cellatları. Hatice Güden’in kitabından da öğreniyoruz. Ailesine bile haber vermiyorlar…

Hatice Güden’in kaleme aldığı “Onurlu Bir Duruş Adanmış Bir Yaşam Ali Aktaş” kitap üzerine yazmak istiyorum. Ben de yeni bir kitap çalışması nedeniyle bu ara sıkça yazamadım. Gidenlerin ardından suya değil yazıya dökülenleri derleyip harmanlamaya çalışıyorum. Bilinen bilinmeyen olanlarla bilenler ile bilmeyenlere bir belleğin oluşumuna küçükte olsa bir katkı olsun istiyorum. “suya yazı yazılmaz” diyen bilge insanlar, “söz uçar yazı kalır” özdeyişi hareket noktam oldu bu çalışmada. Bu yoğunluk içinde Hatice Güden’in tanıyanların ve tanıkların dilinden dava konusu kimi mahkeme belgelerinin de ışığında yazdığı Ali Aktaş’a ilişkin kitap içinde yazamadım. Gecikince de Ali’nin doğum ve idam günü anısına yazıp paylaşayım istedim. Doğduğu gün asılan bir yiğit Ali Aktaş. Dünyada ender rastlanan bir olay. Bilerek ve isteyerek 39 yıl önce doğduğu gün idam sehpasına götürüyorlar Ali Aktaş’ı 12 Eylül cellatları. Kitaptan da öğreniyoruz. Ailesine bile haber vermiyorlar. Ailesi görüşe gittiğinde bile resmi olarak bilgi vermiyorlar, tesadüfen öğreniyorlar. Ali’yi istihbarat ve siyasi polisin raporları ile dosyasında hiçbir delil olmamasına, kimi tanıkların da “bu olmaya bilir” ifadesine rağmen idama götürüyorlar. Ali’nin idamı da bir çok siyasi idam da olduğu gibi siyasi olarak kasten yapılan bir infaz. Darbecilerin kendi yasalarını, kendi hukuk kurallarını bile hiçe sayıp çiğneyerek yaptıkları bir idam. 

Kitabı 2021 Aralık’ın son günlerinde okuyup bitirdim. Çok ve yoğun bir emek vererek hazırlamış yazarı Hatice Güden. O yıllarda çocukluk arkadaşlarını, mücadele yoldaşlarını, değişik siyasetten dostlarını, hapis arkadaşlarını bulup konuşmuş, onların Ali ile ilgili değerli bilgi ve anılarını derleyip yazmış. Özenli bir çalışma olmuş. Akıcı bir dili var her şeyden önce. Tarihsel ve 

kronolojik bir anlatım var Ali’nin yaşamı ve mücadelesi bakımından. Hareket bakımından İskenderun’u İskenderun yapanlardan en çok öne çıkanlardan biri Ali Aktaş çünkü. O günün tarihsel ve siyasal koşullarını, kısa da olsa hareketin alanda gelişimi ve bir bütün olarak devrimci hareketin alandaki izini de sürerek hem o günün hem de bugünün penceresinden bilinç ve kavrayışı ile yazıp anlatmak da ayrıca bir önem katmış kitaba.

Ali Aktaş’a ilişkin ölümsüzlüğüne ilişkin bir çok kez yazıp paylaştım Sanat ve Hayat dergisi ve değişik haber sitelerinde. Ali’yi bir kez gördüm ömrü hayatında. 1979 İskenderun 1 Mayıs miting ve yürüyüşüne gitmiştik Antep’ten. Kalabalık gitmiştik otobüslerle o zaman. Hatta Karşıyaka da bir arkadaşımız 1 Mayıs’a gelmek için sabah kalktığımda babasının kapıları kilitlediğini fark eder. Ne yapsa kapıyı açamaz. İkinci katta oturuyorlar. Pencereden atlamayı düşünür, aşağı bakar gözüne kestirir ve atlar. Ayağı incir. Akasya aksaya gelip yetişir otobüse. Yürüyüş boyunca aksayarak yürür, ağrıyı sızıyı unutur, mutludur katıldığı için. İşte Ali’yi bu yürüyüş kortejinde gördüm sadece. Ancak Ali kimdir, nasıl bir insan, nasıl bir devrimcidir, hapiste aynı koğuşta kaldığımız, birlikte yargılandığı dava arkadaşlarının anlatımından tanıdım. Ve de içeride yazıştığı arkadaşlara gelen mektuplarından tanıdım. İçeride Ali gibi kimi yoldaşlardan gelen mektupları birlikte okurduk yada elden ele vererek okurduk. Çok güzel mektup yazardı Ali. Ve her mektubunda “Mavişim” diye yazdıklarından yazardı. Umutlu mektuplar… Bir de Hatay’da 51. Koğuşta birlikte kaldığımız, kitapta da adı geçen Rıza’nın anlatımlarından tanıdım Ali’yi. Anlata anlata bitiremezdi Rıza. Devrimci Yol davasından yatan ve Ali’yi tanıyanlar da birlikte voltaya çıkınca anlatırlardı. Özellikle de idam gecesinden sonra. 24 Ocak 1983 günü koğuşta Ali’yi andık. Rıza’nın da verdiği bilgilerle ilk yazımı işte o gün Ali için yazdım ve anmada okudum. Koğuşta birlikte kaldığımız ki hemen her örgüt davasından yargılanan arkadaşlar vardı, anmada duygu ve düşüncelerini paylaştılar. O gün hepimiz için ağır bir gün, yoğun duygu selini yaşadığımız bir an ve gündü. Hatice kitap çalışmasını sürdürürken Ali için yazdıklarımı istedi ve gönderdim. Geçtiğimiz yıllarda yazdığım yazıda “Hatay’ın Karayağız yiğidi” demiştim. Renksiz resimlerinin etkisi ile de olabilir aklımda hep Karayağız biri kalmıştı Ali. Hatice uyardı “Ali Karayağız değil sarışın Mavi gözlüydü” dedi. Böylece yazıdaki bu yanlışı okur nezdinde düzeltmiş olayım. Ama kavgada yiğitliğiyle karayağız biriydi. 

Gelenekten geleceğe yürüyüşte hesapsız kitapsız yerini alan ve ikircimsiz ipi göğüsleyen, tarihimize iz bırakan, yaratılan değerlere kanı canıyla imza atan Ali Aktaş’a karşı bugüne kadar hakkıyla yerine getirilemeyen bir vefasızlığa daha neşter vurup gelenekten geleceğe, yeni kuşaklara taşıyan yazarını kutlarken Ali’yi de bir kez daha saygıyla selamlıyorum.

Kitabı elime aldığımda çok duygulandım, okuyunca da bugüne kadar değerlerimize karşı bunca vefasızlığın, adeta bir geleneğin üstünü çizer gibi yaklaşımın, bellek yitimine bırakır gibi bir davranışın acı ama gerçeğine sitemle Rosa’nın mezar taşında yazılan “ölülerimiz bizi uyarıyor”  sözü geldi aklıma, hüzünlendim. Çünkü Ali hak ettiği kadar sahiplenmede çok eksik kalındı. Eksik kaldıklarımızdan sadece biridir Ali. 

İnsan yaş aldıkça daha çok mu duygusal oluyor bilemiyorum. Yeni Yılın ilk gününde Bern’de yaşayan Doğan ile haberleşip buluştuk. Kaldığımız dostlardan gelip aldı bizi, evlerine konuk olup sohbet ettik. Hatice’nin kaleme aldığı kitaptan, Ali Aktaş’ın kitabından söz ettik. O da kitap için çok sevinmiş, hem de kitabı beğenmiş. Ona da ifade ettim. Kitabı okuyup bitirince bir an için içimde bir boşluk oluştu. Adını koyamadığım bir eksiklik hissettim. Bir o günler geçti gözlerimin önünden, yaptıklarımız yapamadıklarımız, eksikliklerini, eksilenlerimiz… Rüzgarın savurduğu bulutlar gibi kafamın içinden gelip geçti. Hareketin en güçlü olduğu 5 kentten biri olan İskenderun ve bu günkü hali geçti gözlerimin önünden. İskenderun deyince Hareketle anılan bu kentte yeller esiyor şimdi. Kadrosal olarak yerelleşmeyi başaramayan bir çizgi, kadro yatağını kurutan bir pratik ve daha bilmem nesi… 

İki yıl önce okuduğum şimdi hastanede hastalıkla yaşam mücadelesi veren Ufuk Bektaş Karakaya ile Oktay Duman’ın kaleme aldığı Mehmet Fatih Öktülmüş’ün yaşam ve mücadelesini anlatan “Benim Adım Dilaver” adlı kitabı geldi aklıma. Ali Aktaş’ı Mehmet Fatih Öktülmüş’e benzettim bir yönüyle. Hayat denilen son kavganın hemen her yerinde olmuş ikisi de. Hiç bir şeyden eksik kalmayan iki prototip. Sağlığında koruyamadiğımız ardından da yeterince sahiplenemediğimiz duygusunu yaşadım bu iki kitabı okuduktan sonra. Ve Ali’yi tam olarak kitabı okuyunca tanıdım.

Ali Aktaş davaya olan sarsılmaz inancı, işçi sınıfı ve halklara olan bağlılığı, çalışkanlığı, kabına sığmayan devrimci coşkusu, mücadelenin ihtiyaç duyduğu yaratıcılığı, ilişkilerde yoldaşlığı, dostluğu, kapsayıcı ve kazanımcı oluşu, hata ve yanlışlara yada hatalı ve yanlışlık yapan yoldaş ve dostlara karşı mücadelede ilke ve esnekliği ile örnek bir sosyalist. Ondan Öğreneceğimiz, onu örnek alacağımız çok yönlü bir yoldaş Ali Aktaş. Kitabı okuduğunuzda bunu daha iyi anlayacak ve bilince çıkartacaksınız. 

Bir de kitabın yayınlanma öyküsü geldi aklıma. Yazanın ve yazılmasını ve yayınlanması isteminde ısrarla geleneğin “yazılı izi” oldu bu kitap da. Tarihe / tarihimize iz bırakanların anılarına saygı, Yayıma hazırladığım Muharrem Usta’nın “Yüküm Devrimdi – Devrimci Bir Sendikacının Tanıklığı” kitabı gibi Ali Aktaş şahsında bir vefanın daha yerine getirilmesi bakımından çokça sevindirici. Bir direnişçinin kaleminden bir direnç gülümüzün kitabı Ali Aktaş. “Okuyun” demek bile fazla. 

Teşekkürler Hatice… Emeği geçen bilgisini, tanıklığını paylaşan ve de okuyan herkese teşekkürler…


Hilmi Toy – 23.01.2022

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑