Makaleler

Published on Temmuz 17th, 2021

0

Soysuz’lar Çetesi için cenaze marşı! | Xwe Metin Ayçiçek


Dilim sert ise okurdan özür dilerim, ama yüreğim katılaştı. Saraylardan üretilen, vezirlerce uygulanan bunca alçaklığın, insan onurunun Türk parası ile 10 kuruş bile etmediği günümüz iktidarına karşı tek muhalif gücün, yani HDP ve bir avuç sosyalistin, demokratın imhasını hedef alan, iktidarıyla muhalefetiyle ortak beslenme halinde bir yaşamın ortak sürdürüldüğü bu tiyatroyu sadece seyreden bir toplum, “onurlu” bir toplum olamaz!

“İçinizdeki ‘en’ günahsız ilk taşı atsın!” Ve bu istek vicdanlarda tartışılınca, ‘en’ler eksi sonsuz içinde gider de gider. Artık benzerler arasında ‘en’ günahkâr ile biraz daha az günahkârı ayıran ölçü “önemsiz” olarak tanımlanabilecek bir küçüklüktedir. Toplumsal istikrarı bir ortalama değer üzerinden koruyabilecek insanî değerler sistemi çökmüş bir toplumda, “insan”, bin yıllardır yarattığı varlığını kaybederek hızla şey’leşir. Şey’leşmek, “düşünen insan” olmaktan çıkmak, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin iktidar ortakları gibi, alınıp-satılan birer meta anlamı kazanmak demektir. “Her insanın bir fiyatı vardır” sözü, ancak bütün değerleri metalaştırılmış böylesi bir toplum için geçerlidir elbette. Diğer canlılar gibi “yaşamak için elde eden” değil, “elde etmek için yaşayan” kapitalizmin felsefesi, insana özgü “toplumu yaratan” güçlerden biri olan “dayanışma” özelliğini bütünüyle kaybetmiştir artık.

Her şey gözümüzün önünde gerçekleştirildi. “Haberim yoktu” diyerek sıyırabilecek hiç kimse yoktur. “Aldatıldım” yalanı kullanıla kullanıla öylesine değer kaybetti ki, bunu tekrar edenin, “salak” damgası yiyerek, kendisiyle dalga geçilmesine kapı açmaktan başka bir kazancı olamaz. En az iktidar kadar kirlidir her dönemde iktidara koltuk değneği olan ana muhalefetimiz. Bu toplumun siyaseti kirlenmiştir, ahlakı kirlenmiştir, dini ve imanı kirlenmiştir. “Şanlı tarih”lerinden büyük övgüyle söz edip “destan yazan” Köroğlu kopyacıları da, bu zulüm sistemini yok etmek amacıyla ödenen bedelleri facebook’da hatırlayarak selamlamakla yetinen “ilkeli” duruş sahipleri, ilkelliğin dibine doğru hızla çekilmişlerdir.

Boğaziçi Üniversitesi’nin makam gaspı yapan rektörünün 6 ayda susturulacağına inandığı bir direniş, 6 ay sonra rektörü kapı dışına bırakabildi. Demek ki, önce meydanlarda söyledikleri şarkılarda birleştiler. Asgari bir program içerisinde buluşup, el ele oldular. Ve hiçbiri “benim programım seninkinden iyidir” gibi bir rekabete girmeden, gaspçı alçağı arkasındaki Tayyip Sultan ile birlikte devirip geçtiler. Öğrenci hareketlerine havuç göstererek “itidal tavsiye eden” ana-baba muhalefet de, “gelirsek yanınıza parçalarız haaa !” diye sopa sallayarak tehdit eden iktidar da defolup gittiler o alanlardan.

Bugün elimizdeki tek şans, hepimiz bu gençlerin arkasına katılıp, o bildik cenaze marşını hep birlikte söylemekten, hep birlikte yürümekten ve çoktan çürümüş sistemlerin insanı daha fazla çürütmesine izin vermeden, mücadele bayrağını “birlikte” yükseltmekten başka bir yol değildir: Hep birlikte:  

 “Uyan artık, uykudan uyan / Uyan esirler dünyası / Zulme karşı hıncımız volkan / Bu ölüm dirim kavgası!”   

«««

Gördük, ama şahit değiliz! Duyduk, ama şahit değiliz, yaşadık, farkında değiliz! Öldük, kim olduğumuz önemli değil, kalanlar bizi istedikleri meta değerleriyle tanımlayacaklardır.

Örneğin Haramzadelerin Sultanı bir Tayyip Erdoğan’a ya da faili meçhuller kralı katil Mehmet Ağar’a ya da babasının kuzusu tecavüzcü katil Tolga Ağar’a, ya da zehir taciri kumarbaz Erkan Yıldırım’a ya da servetini Hollanda’da koruduğu söylenen haramzade Bin Ali – İn Ali’nin, “lokmanızı küçültün” diyen Emine’nin, “iki odayı da boşaltayım mı baba?” diye sızlanarak sabahlara kadar para taşımaktan yorulan gemicik sahibi Bilal’in, mülkiyete çöken çetelerin, seks tacirliği yapan parti yöneticilerinin, yani aile boyuyla sıra sıra dizilmiş bunca haraminin leşlerinin arkasından Fatiha okuyup “Allah rahmet eylesin” diyebilecek birilerinin inandığı dinin, adaletli ve saygın değerlere sahip bir din olduğunu söyleyebilir miyiz? Asla!

Hele hele bütün bu yolsuzlukların, cinayet ve katliamların tanığı olan ve her halktan, her inanç ya da dinden olan yoksulların emekçilerin gırtlağından kesilerek toparlanan vergilerle İslam’ı şer için yorumlayan, kirleten abdestsiz ama lüks yaşamlı Diyanet İşleri Başkanı lakaplı bir Şeyh-ül İslam’ın, bu saltanatın tabağından kalacak kemiklerin yüzü gözü hayrına, yapılan zulmü, zalimi, soygunu, soyguncuları ibadetinde inandığı tanrıya şikâyet etmeyen, lanet okumayan, Musa’nın 10 Emri yerine “altın buzağı”yı yeğleyen bu canlı yığınının temsil ettiği din itibar görür mü? O kişiye dindar denir mi? O dini kullanan kişi haramzade harami değil midir?

Ve ey halkım, tanı bunları, tanı da büyü… Yüreğini döktü size Ahmet Arif onca yıl, zulmü zalimi anlattı, onuru, onurluyu tanıttı: “Bunlar engerekler ve çıyanlardır! Bunlar, aşımıza ekmeğimize göz koyanlardır!… Tanı bunları, tanı da büyü.” Arif’in yüreği, hayın karanlıklarda katledilen 33 Kürt köylüsü, “kaçakçı” iddiasıyla sorgusuz sualsiz elleri arkadan bağlı olarak kurşuna dizilirken “son olmasını” dilemişlerdi. Oysa bilinir ki “zalim, zulmü büyüdükçe ölüme yaklaşır. Sömürgeci zulmün yaptığı katliam elbette ilk değildi ve bilinir ki son da olmadı. Ve doğduğunda “insan” zannıyla insan adı takılan Mustafa Muğlalı adı, artık kirliliğin, zulmün, devlet tanımının, ırkçı düşüncenin yani Pandora’nın kutusundaki bütün kötülüklerin ismidir.

Ve kapatılan kutunun içinde bir sömürge generalinin emriyle gerçekleştirilen katliamın yetim çocukların lokma geçmez boğazlarından yükselen devasa bir çığlık ve olayın tanığı olduğu halde, bugün de sağır ve dilsiz kalan Türk tarihçisinin kullanılmayan onuru mahsur kalmıştır.

Ey İslam sahtekârları: Hepsi akraba olan 33 Kürt’ün son isteklerinin, “infazlarının, Cuma namazı kılındıktan sonra gerçekleştirilmesi” olduğunu ve bu isteğin gerçekleştirilerek suçsuz 33 Kürt köylüsünün 28 Temmuz 1943 günü, Cuma namazı kılındıktan sonra toplu olarak katledildiğini bilmiyor muydunuz? “Gözleri var görmezler; kulakları var duymazlar; dilleri var söylemezler. Yalancılar toplumu. Van’ın Özalp ilçesi çevresinde dağlar bugün bile ağlarmış. Ve sonrasında adalet karşısında dilsiz ve kör ve sağır olmaya isyan eden yiğitler, çıkınlarına koyarak kalplerini, emanet etmişler sevgililerine ve dağlara doğru yürümüşler şafağı selamlamak için ilk ışıklarıyla güneşin. 

Hadi, Arif bir “komünisttir” diye 33 Kurşun şiirini propaganda sandın ey kimliksiz halk, ona inanmadın; ya da eskiydi bu olay, ne bilem… Hadi Çorum, Tokat, Maraş’ı Alevi olduğu için duymadın. Hadi, Sivas’ı Türk devleti gerçekleştirdiği için milli “devletin sırrını” koruyarak hem milleti hem ümmeti kurtardın.

Ve henüz şafak atmadan dağların ardından, hatırlattı kendini bir kez daha sömürgeci zulüm. 28 Aralık 2011 gecesi, Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Ortasu (Kürtçe: Robozkê) köyünde adına TC denilen sömürgeci cinayet örgütünün savaş uçaklarının kustuğu kanla, içerisinde üniversitelilerin de olduğu 34 sivil genç hayatını kaybetti. Tamam, duymadınız, çünkü kulaklarınız sağır ve gözleriniz kör idi. Ama annelerin gözyaşlarının yürekleri parçalayan acısını da mı hissetmediniz insandan arınmış yüreklerinizde?

Neden “Kürt, Türk, Ermeni, Arap, Rum, Çerkez… yani birbirinden güzel bunca renk bunca inanç bir arada kalıp birbirini sulayıp birlikte büyüsünler ve insanı büyütsünler demediniz de dağı taşı yalana boğmak için her yere “Ne Mutlu Türküm” diye yazarak ötekileştirdiklerinizi mutsuzluğa mahkum etmeye kalktınız.

20 Temmuz 2015’de, çoğu öksüz ya da yetim Kobanêli çocuklara oyuncak götürmek için Türkiye’nin farklı illerinden Urfa Suruç’a giden ve canlı bomba saldırısı sonucunda yaşamını kaybeden 33 “Düş Yolcusu”nun katili (ve 100’den fazlasını da yaralayan) olay bizden uzak bir kentte, Urfa’nın Suruç ilçesinde gerçekleştiği için duymadınız, tamam, inandım!  Ama başkentiniz Ankara’da 10 Ekim 2015’de Ankara Garı önünde, “Barış Bloku” tarafından gündüz gözüne, “EMEK, BARIŞ, DEMOKRASİ MİTİNGİ”nde gerçekleştirilen katliamı, burada katledilen 100’den fazla sayıda emekçi-demokratı, çok daha fazla sayıda yaralıyı; ambulans alana girmeden alana girip ambulansların girişini engelleyen soysuzun polislerini de mi duymadınız? Ağır yaralılara yardım etmek isteyen yaralıları engellemek için polisin onların üstüne tazyikli su sıktığını da mı duymadınız?

Ölenlerin bütünü HDP’li ya da HDP ittifakı içinde olan bu katliamda AKP Çetesinin Orman ve Su İşleri Bakanı Veysel Eroğlu’nun, olaya ilişkin henüz hiçbir araştırma yapılmadan ve görevinin tamamen dışında bir alana ilişkin yorum yaparak, bu katliamı şöyle yorumladı: “Seçim zamanı özellikle milletin huzurunu bozmak isteyenler hep bu tür terörist eylemleri yapıyorlar. Daha önce Diyarbakır’da seçimlerden önce ’sırf barajı aşsın’, ’mağdur duruma düşsün’ diye böyle bir provokatör eylem yapıldı. Aynı filmi biz Diyarbakır’da görmüştük. Başka yerde de gördük.”

Tarihin en büyük alçaklarından biri olan Eroğlu, saldırıyı düzenleyen kişi veya kişilerin mitingi düzenleyenlerin kendi içlerinden çıktığını iddia edecek kadar adalet düşmanı ve ırkçı idi. “HDP’yi mağdur duruma düşmüş gibi göstermek için” HDP tarafından yapılan “provokatif bir eylem” olduğunu iddia ederek hem katili deşifre etmiş, hem gerçekten “orman” bakanı olduğunu kanıtlamış, hem de dünyanın en şerefsiz insanı olma onursuzluğunu belgeli olarak kazanarak ülkesine bir madalya kazandırmıştır.

Her şeyin apaçık yaşandığı bir ülkede, katliamın failleri belliyken üstü kapalı bir açıklamayla “terörizme karşı her türlü işbirliğine açık olduklarını” hükümete duyuran ana muhalefet lider CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu ise, Zülfü Livaneli’nin de deşifre ettiği gibi, “iktidara gelmemiz hayal, hiç olmazsa muhalefette kalarak vekilliğimizi koruyalım” oyunu içinde, kuruluşundaki misyonla ve Baykal’ın yarattığı katkıyla, pisliği içinde yaşamayı sürdürebiliyordu.    

Duymadın deme ey halkım… İşte şimdi duy ve bir sözümün yalanını bulursan, sen beni “ahlaksızlık” ile suçla. Bu yazıyı okuduysan ve arayıp da yalanı mı bulamazsan eğer…  Sen bilirsin gayrı…  Bunca açık olmasına rağmen bu büyük faciayı duymadıysan eğer, gerçekten Aziz Nesin’in dediği kadar aptalsın! Duyup da o lanetli milli duygularınla üstünü örttüysen eğer, fazlasıyla alçaksın. İkisi de değil ama, her şeyi açık olarak görüp görmezlikten gelip sustuysan eğer, sen “yaşayan bir ölüsün” demektir. Yani, bir toplumu toplum yapan temel yapıtaşı olan bir “insan” değil, “hiçbir şeysin”.

Duymadım deme. Sağır sultan duydu, sen duymadıysan ilgisizliğinden dolayı suçlusun! Bu ülke senin ise ve onu gerçekten korumak istiyorsan eğer, toplumun bütün sorunlarıyla iç içe olup sorumluluk yüklenmek zorundasın. Senin varlığın ve refahın için bedel ödeyenlere saygı duygularını haykır ve bu haramilere karşı bütün halklarla birlikte el ele ve dimdik dur. Çünkü eğer bir zerre onurun kalabildiyse eğer, Gar’da yaşamlarını kaybeden o kahramanların yüzü suyu hürmetinedir.

15 Temmuz Darbesi tiyatrosunun bir Tayyip operasyonu olduğunu bilmeyecek-görmeyecek kadar kör olduğunu söyleme bana.  Sorgula! Sorgula! Sorgula!

Hiç mi sormuyorsun: Neden TBMM’de muhalefetin verdiği “15 Temmuz Darbesi’ni Meclis içinde kurulacak bir Soruşturma Komisyonu’nun araştırması” önerisini, darbenin “sözde mağduru” AKP ve MHP birlikte reddettiler? Eğer sorun “muhalefetin atak yapmasını engellemek” ise, muhalefetten ayrı olarak aynı öneriyi Meclise getirerek “kendilerine karşı yapılmış” olduğunu iddia ettikleri darbe girişimini soruşturup, iddialarını kanıtlayarak dünyada iyice pisliğe batmış onurlarını uluslararası platformda birazcık da olsa düzeltme yoluna gitmediler?

Darbe günü ve sonrasında, AKP ve MHP gençlik örgütleri ve her biri bir harami örgütü olan cemaat üyelerine dağıtılan 160 bin ağır silah geri toplanmadığına ve bunlar resmi asker ya da polis envanterlerinde de kayıtlı olmadığına göre nereye gitti? Darbe günü köprüde öldürülen 70 civarında askerin üzerinden çıkan mermilerin balistik inceleme raporunda neden sadece 3 merminin envanterde kayıtlı olan asker silahından çıktığı, ve diğer mermilerin ise envanterde kayıtlı olmayan silahlardan çıktığı saptandığı halde bir tahkikat açılmamıştır?

Kendi ülkesinin Meclis’ini bombalatan ve “Darbeciler uçakla bombaladılar” diyerek açıklama yapan alçaklar sürüsünün bütün oyunlar tek tek sergilendi.

İddia edilen “15 Temmuz Darbesi”ne ilişkin 1078 sayfalık “ resmî ” rapor da “Allahın hikmeti” kayboluverdi. Ama yeniden bulundu ve sergilenmeye başladı. Her şey ortada artık, her şey açık. “Darbe” gerekçesiyle tam bir diktatörlük yapılanmasına yönelen bu iktidar, Tayyip’ten Emine’sine, Soysuz’dan tirollerine, yandaş alçak medyasından Fetö Borsası Zenginleri’ne, bir bütün olarak, 248 kişinin katledilmesi, 2196 kişinin yaralanmasına neden olan kendi Meclis’ini havadan değil karadan ve içerden bombalatan bu düzmece eylemi gerçekleştiren kafanın ve hırsın nasıl bir alçaklıkla şekillenmiş olduğunu söylemek mümkün mü? Hava Kuvvetleri’nde savaş uçakları pilotu Kurmay Yarbay Aykut Coşkun’un Ali Nesin ile birlikte yaptığı 3 bölümlük video, Tayyip-Soysuz-Bahçeli ve dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ve diğer tüm ortaklarının birlikte gerçekleştirdiği “Meclis’in Bombalanması” tiyatrosunu en küçük ayrıntıya kadar ve resimlerle sergilemektedir. Bu ne biçim bir hırstır ki bu ülkenin insanlarını birbirine kırdırmakta bir beis görmemektedir.

(1. Program)  https://www.youtube.com/watch?v=4b7EMYdZcCM

(2. Program)  https://www.youtube.com/watch?v=RPXK-gdDpmk

(3. Program)   https://www.youtube.com/watch?v=_qNxDumAkQk

Dilim sert ise okurdan özür dilerim, ama yüreğim katılaştı. Saraylardan üretilen, vezirlerce uygulanan bunca alçaklığın, insan onurunun Türk parası ile 10 kuruş bile etmediği günümüz iktidarına karşı tek muhalif gücün, yani HDP ve bir avuç sosyalistin, demokratın imhasını hedef alan, iktidarıyla muhalefetiyle ortak beslenme halinde bir yaşamın ortak sürdürüldüğü bu tiyatroyu sadece seyreden bir toplum, “onurlu” bir toplum olamaz!

“Gelir günler gelir, yarem sarılır // Bir gün olur elbet, hesap sorulur!” Nasıl sorulur, ne yapılır, bilmem ama, mutlaka sorulması gerekir çıkarları uğruna kendi halkını katletmekten ve birbirine kırdırmaktan çekinmeyen bu katil sürüsünden.

«««

Lokmalarınızı küçültün diyen bir Cumhurbaşkanı eşinin önerisinden hemen sonra Cumhurbaşkanı tarafından çıkarılan “tasarruf” kararında, “sultanın ve sarayının harcamalarının bu yasa dışında tutulmasına” da sesini çıkarmayan bir halk da olsa, bu halka bile böylesi bir zulmü reva göremiyor yüreğim.

İzmir’de, kleşinle (seçimlerde Kılıçdaroğlu’nun da rahatlıkla kullanmayı adet haline getirdiği) “bozkurt sembollü” ile poz verip, sonra büyük bir katliamı gerçekleştirmek için HDP binasına giren ve Deniz Poyraz kardeşimi öldüren şerefsizin elindeki silah nereden geldi? SADAT denilen köpeğin Saray’daki eğitim kampında yetiştirilen bu katil, 3 silahla gerçekleştirdiği operasyon sonunda polise teslim olunca, yaşlı-genç, erkek-kadın, sağlıklı-hasta demeden önüne çıkan herkese kelepçe takan Soysuz’un zebanileri, neden Deniz’in katiline kelepçe takmadan alıp götürdü? Sorgula! Sorgula! Sorgula ve yanıt ara. Yüreği alev alev evlat ateşiyle yanarken, bir ananın, sömürgeci devletin ve milliyetçi bir halkın öldürdüğü kızının ardından dimdik durup, “önünüzde başımızı eğmeyeceğiz!” diye bağıran analara sahip onurlu bir halkı geri püskürtmek mümkün müdür? Bu ülkede, yıllardır, faili meçhullerde kaybettikleri yakınlarını arayan Cumartesi Anneleri’nin etkinliğinin neden polislerce basılıp, annelerin darp edildiğini düşündünüz mü bir kez olsun?

Bir “demokratik” seçim sırasında, polisin gerçek mermiler kullanarak açtığı ateş sonucunda hemen bir metre yanımdaki (belki de hedef bendim) Kürt kadının kolunda taşıdığı 1,5 – 2 yaşındaki çocuk kafasından vurulup anasının kucağında öldürüldüğünde, ben hemen yanındaydım. Keşke ben önünde olsaydım da o kurşun bana girseydi diye günlerce çocuk için ağlarken, yine de, sen sustuğun için “çocuğun ölsün de ağlayama” diye beddua edemem, etmeyeceğim sana.

Ama sakın köylü kurnazlığı yaparak siz ne yaptınız diye konuyu değiştirme? Biz öldürüldük, asıldık, faili meçhullerde kaybedildik…

“Akrep gibisin kardeşim, /  korkak bir karanlık içindesin akrep gibi.

Serçe gibisin kardeşim, /  serçenin telaşı içindesin.

Midye gibisin kardeşim, / midye gibi kapalı, rahat.

Ve sönmüş bir yanardağ ağzı gibi korkunçsun, kardeşim.

Bir değil, /  beş değil,  / yüz milyonlarlasın maalesef.

Koyun gibisin kardeşim, /  gocuklu celep kaldırınca sopasını /  sürüye katılıverirsin hemen  /  ve âdeta mağrur, koşarsın salhaneye.

Dünyanın en tuhaf mahlûkusun yani, / hani şu derya içre olup /  deryayı bilmeyen balıktan da tuhaf.

Ve bu dünyada, bu zulüm /  senin sayende.

Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak /

kabahat senin,  / – demeye de dilim varmıyor ama-  / kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

(Nazım Hikmet.)

«««

Bizim, yapmak isteğimizi hiç kimse inkâr edemez. Ama yapamadık, o halde “neden” diye sorarak, sorgulayarak, eksiğimizi tamamlayarak, gücümüzü birleştirerek, inancımızı koruyarak, örgütlülüğümüzü genç ellerde yaratarak, umudun düşmanı bu saray soytarılarına karşı her türlü silahlanmayı yaratarak, okuyarak, yazarak, ve inadımızı sürdürerek yine de yapacağımız, yine de yapacağımız kesindir.

Biz hiçbir şey yapmadıysak da, en azından Deniz’in anası gibi bağırdık her yerde: “Başımızı eğemeyeceksiniz!”

Yasaklı yerlerde kahkaha attık. Çünkü biliyoruz ki, bir kahkahayla bile korkuttuk onları. Yüksek sesle atacağımız bir kahkaha, çarpıp karlı dağların yamaçlarına, yeni bir dünyanın doğuşunun selamını getirecektir bize! Biliyoruz ki yürekten gelen her kahkaha bulaşıcıdır.

Ve biz görüş ufkumuzun erişilmez ölçülerde olan uzaklığını ve genişliğini korsan gemiciklerin direklerinden değil, en yüksek dağların doruklarından alırız.  

Ama sensiz olmaz biliyoruz! Darbeci değiliz, çeteci hiç değiliz. Seninle olacaktır her şey.

Çünkü: “Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim / akarsuyun / meyve çağında ağacın / serpilip gelişen hayatın düşmanı. // Sana düşman, bana düşman, Türk’e, Kürt’e, Arap ya da Ermeni’ye, Rum ya da Çerkez’e, Asuri-Keldaniye, Aleviye, Ezidiye, yani kara göz bağının ardından gördüğü kara olmayan her şeye // sana düşman, bana düşman/ düşünen insana düşman / Vatan ki bu insanların evidir / sevgilim, onlar vatana düşman.

Çünkü ölüm vurdu damgasını alınlarına / çürüyen diş / dökülen et / bir daha geri dönmemek üzere yıkılıp / GİDECEKLER. / Ve elbette ki sevgilim / elbet dolaşacaktır elini kolunu sallaya sallaya / dolaşacaktır en şanlı elbisesiyle / işçi tulumuyla / bu güzelim memlekette hürriyet! “ (Nazım Hikmet. 1945)

Nasıl mı? Üç vakitten birinde, önce meydanları fethederek, her yer Boğaziçi olacak. Sonra o gençler, besteledikleri şarkıların eşliğinde el ele yürürken, Uğur Kaymaz’a ve Berkin Elvan’a selam ileterek dolduracaklar sevgiyle cephanelerini soğumuş kurumuş yüreklere, ve analar yine ellerindeki kayıp evlatlarını da yanlarına alarak katılacaklardır bu tarihsel yürüyüşe.

Ve elbette gerçekleşecek bu düş, gerçekleşecek, inanmak değil, biliyorum!


Xwe Metin Ayçiçek – 17.07.2021

Tags: , , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑