Makaleler

Published on Mart 13th, 2022

0

Soykırımlara şahit olan çocuklarız – Soykırımları hala yaşayan torunlarız! | Gül Güzel


Yine bir 16 Mart 1989 Halepçe Soykırım günü yaklaşırken, benim geldiğim ülkede geceleri köpeklerin havlaması korkuya dönerdi. Namlının soğuk ucunda çırpınan yüreklerimizde ağıtlar yükselirdi. Evlerimizin kapıları kırılır, talan edilirdi insana dair ne varsa…Bizim derelerimiz mavi rengini yitirir, kırmızı akardı Munzur, Dicle, Fırat  ile Zilan, Dersim, 33 kurşun, Nevala Kasaba’da… Onun için bizim oralarda iklimler acılara boyanırdı dört mevsim. Ama kimse duymazdı sesimizi, çığlığımızı bizim. O yüzdendir ki, dağlara sevdalanırdık bizler çünkü direnmekten başka yaşama şansımız bırakılmazdı oralarda… Bizler defalarca soykırıma uğrayanların ardıllarıyız kendi topraklarımızda.

Soykırım ve sürgünlerin ardılı, çokça isyan ve tepkiye yüklü bir birey olarak büyüdüm, yaşadım. Anlatılanların yanısıra gidip gördüğüm yerlerdeki imhalar, katliam ve soykırımlar hep omuzuma çöktü ağırlığı ile. Bu acı ağırlıklardır ki, beni kimliğini sahiplenen ve diğer kimliklere de aynı şekilde saygı ve eşit gözle bakan birey yapan.

Çokça katliam/soykırım alanlarına gittim. O kadar çok toplu mezarlar gördüm ki, yolların kenarlarında, çöplük tümseklerinin zamanla aşınmasıyla dışarıya çıkan kol, bacak, kafatası vb insan bedeni kemiklerine. Bunları gördüğümde çığlıklarım eşliğinde insanlığımdan utandım. En çok feryat çığlıklarım Van/ÇATAK’tan Colemerg/Hakkari’ye kadar giden yollarda ayyuka çıktı. Oradaki insan bedeni parçalarının, ’Bizi görün ve insanlık kendi yaptıklarından utansın’ ’dercesine taşların, kumların, otların arasında duruyorlardı. Yol üzerindeki bir tepelikte çıkan kemikler daha ergin olamayan insanlarındı. Tanıkların ve ailelerin anlattıklarına göre, liseye giderken tutuklanıp, orda katledilen 13-15 yaşlarında ki 12 gencin bedenleriydi…Bu gördüklerim anne olarak da beni perişan etmiş, gayri ihtiyari çığlık çığlığa bağırarak ağlamıştım. Yanımdakiler ‘’ağlama heval. Düşman duyar, sevinir!’’ demişlerdi ama ben susamamıştım…

Yine boşaltılan binlerce köyler ve Irak çöllerine ölmeleri için sürülen insanları gördüm. Kendi çabalarıyla, yaşamda kalabilmeyi sağlamak için çölden bahçeler oluşturan onurlu insanlar ve de yaşanılan travmalar…Ben kendim görmedim ama iliklerime kadar hissettim onların yaşamak zorunda bırakıldıkları acıları. Benim ailem Qoçgiri’den 1920-21 yılında soykırıma uğramıştı. O yüzden sürgüne mecbur bir ailenin 2.jenerasyonu olarak acılarını bal eylemeye çalışarak, büyütülen biri oldum. Ancak köyler boşaltılırken, köy meydanına toplatılan insanlara yaşatılanları sözle de dinlemek bir isyan ateşi yaktı yüreğimde hep. ‘’Köyümüzü askerler tank-tüfekleriyle basar, bizler köy meydanına toplatılırdık. Önce erkeklerin soyunması emri verilirdi. Daha sonra erkekleri daha da tahrip edip, çocuklarının da gözleri önünde onurunu düşürmek için annemizden babamın uznuvundan tutarak, meydanda gezdirmesi emredilirdi( biz bunları yaşayanlar olarak utanıyor ve anlatamıyoruz. Ama bu vahşetleri yaşatanlar da işledikleri insan hakkı ihlallerini inkar etmek için konuşmuyorlar!’’diyen o zamanın yaşayan şahitleri…

Cezaevlerinde yapılan işkenceler yalnız insan onuru ve hak ihlali değil, geleceğine dair her türlü yaşamını söndürmek şeklinde yapılırdı. İşkencelerde göğüsleri kesilen, bir daha çocuk sahibi olamaması için şişe veya coplarla işkenceler yapılan kadınlar; soğuk su bidonlarında saatlerce oturtulup, şişen yumurtalıklarına işkence edilen erkekler de kendilerine yapılan bu işkenceler hakkında hala utançlarından konuşamıyorlar…

Kürt annelerin doğum için gittikleri hastahanelerde, doğumla birlikte bir daha hamile kalamayacak şekilde kürtaj edilmesi; çocuklara kızamık, su çiçeği gibi aşılar yerine zehirli ilaç aşıları yapılarak, bir ömür boyu engelli bırakılması gibi sadece bazı örnekler Kürt halkına yapılan soykırım, hak ihlalleri, işlenen, çok nadir anlarda, ortamlarda anlatılabilen insanlık suçu örnekleridir. Yazarken büyük acılar çekmeme rağmen yazmak için tuşlardan kayan harfleri aramaya çalışıyorum şu an.

16 Mart 1989’de yapılan Halepçe/Enfal soykırımı vesilesiyle gidip, yerinde şahitlerle konuşmaya çalıştığımız, belleklerimizde elma kokulu zehir gazına koşan çocukların yer ettiği Kürt Halkına uygulanan diğer bir soykırım… ,(Saddam Hüseyin’ın Irak ordusu ve El Macid/Kimyasal Ali eliyle 180.000 sivilin silah ve kimyasal gazlarla katlettirdiği 1986-1989 yıllarında yapılan El-Enfal soykırım operasyonu)  Hala çoğu devletler tarafından Soykırım olarak resmi tanınmayan, katil/soykırımcı vicdanlarına kilit vurulan katliam. Soykırım olarak kabul edildiğinde, zehirli gazları Saddam katiline verenler de onun gibi yargılanacaklarını bildiklerindendir hala bu suskunluk ve inkar…  

Soykırımları kendi kimliğinden dolayı yaşayan birey olarak, hak ihlallerinden söz etmek, Soykırım ve Katliamlarla ilgili yazmak, Nazilerin Yahudi’lere yaptığını, Saddam’ın Kürtlere yaptığını ve Kürtlerin bunu tarihsel süreç içinde bugüne indirgenerek yaşadığını yazmanın da nerdeyse yasak olduğu bir süreçteyiz hala. Bu tür katliamlar, Birleşmiş Milletler ’BM’ bildirgesinde 10 Aralık,1948’de Soykırımın İnsanlık suçu olduğu kabul edilmiş olsa da. BM bildirgesinde Soykırımın sekiz alanda uygulandığına dair yukarda değindiğim hak ihlalleri, insan gurur-haysiyetiyle oynamak, kimliğinden dolayı insanları katletmek, mal-mülküne el koymak, gasp etmek gibi ağır suçları işleyenlerin, Devlet olarak bu bildirgeye imza atanlar, bugün olmazsa da yarın muhakkak evrensel hukuk mahkemeleri tarafından, insanların vicdanlarında yargılanmaktan kurtulmayacaklardır.

Bu bildiriyle, yalnızca demokratik anayasalarla tanınan temel, medeni ve siyasi haklar değil; ekonomik, toplumsal, kültürel haklar da genel tanımlarla belirli hale gelmiştir. İlk grup haklar arasında yaşama, özgürlük ve kişi güvenliği gibi haklarla birlikte keyfi tutuklama, hapis ve sürgünden korunma, bağımsız ve tarafsız mahkemelerde adil ve kamuya açık olarak yargılanma hakkı ile düşünce, vicdan, din, toplanma ve örgütlenme özgürlükleri bulunur. 10 Aralık 1948’de imzalanan bu bildirgede uluslararası hukukta ilk kez, bildirgenin önsözünde “hukukun üstünlüğü” terimi kullanılmıştır.

Tarihi sürece özgürce bakabilmek için öncelikli olarak, ifade özgürlüğünün sınırsız bir şekilde işlemesi, özgür düşüncenin yaygın bir şekilde gelişmesi gerekiyor. İfade özgürlüğünün bu kadar kolay engelleniyor olması, Demokrasinin aldığı hasarla ilgilidir. Onun için yaşayan bireyler olarak, hepimizin ortak mücadelede yer alması, demokrasinin gelişmesinde, korunmasında elzemdir.

Benzer konulardaki yazılarımda buluşmak dileğiyle, yüreklerimiz adalet ve hukukla dolsun.


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 13.03.2022

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑