Makaleler

Published on Ocak 26th, 2022

0

Saraya giren öküz mü, ahıra giren kral mı? | İ. Metin Ayçiçek


Tayyip sen bir korkaksın… Seni aşağılamak için söylemiyorum bu sözü, zaten büyük bir enerji harcayarak inebileceğin en dibin altına girdin. Sana acıyorum, çünkü biliyorum ki bütün diktatörler kâbus içinde uyurlar…

Korku dağları aştı demektir artık, saklanmak mümkün değil. O da kardeşleri gibi zulmünde boğulacaktır!

Demek ki “zulmünde boğulmak” böyle bir şeymiş.

Soma’da, sığındığı, marketteki fotoğrafına acımıştım doğrusu. Konserve kutuları arasında, omuzları düşmüş olarak bir tabureye yığılmış, adeta kesilmeyi bekleyen bir tavuk gibi oturuyordu. O hali, ayaklarından asılmış Mussolini’den; intiharla da kalmayıp kendini yaktırmış Hitler’den; ipin ucunda meltemle sallanan Saddam’dan ve tüm benzerlerinden hiç de farklı değildi. Aslında karacahil olduğu için bu mesajları okuyamadı, anlayamadı..!

Bu nasıl bir onurdur ki, gelmiş geçmiş bütün liderler arasında, kendisine yönelik alenen yapılan hakaretlerle rekor kırmış bir büyük baş olan Erdoğan, “kendisine yapılan” hakaretten dolayı açtırdığı “hakaret davası” sayısı Ağustos-2021 itibariyle 38 581’dir. Yani bu bir rekordur.

Kaç Tayyip, kaç!

Roma diktatörleri zamanından bir sözdür: “Pugnax bos primum regiam incendit, deinde se necat.” (Latince). Türkçesi: “Saldırgan bir öküz önce sarayı yakar, sonra kendini öldürür.” (Tamam, aramanıza gerek yok… İtiraf edeyim ki bunu ben uydurdum, Romalılar değil. . Ama yine itiraf edeyim ki, benim yüz yılda söyleyebileceğim yalanın toplamını bir günde saray söylüyor. Üstelik ben, nasıl inanırsanız inanın, o sizin bileceğiniz şeydir diye düşünüyor ve öyle yaşıyorum kendimce. Ama her gün dokuz kez sarayındaki altın tuvaletine bıraktığı nadide dışkısıyla renklendirdiği kararlarıyla onun, suçsuz günahsız insanlara bu kadar zulüm etmesi, yoksulun açın ekmeğini dahi çalması; eroin satıcısı soysuzlarına, kadın katillerine, faşist cinayet örgütlerine, böylesine destek çıkması, boynuzları üzerinde durmakta olan dünyasını başına yıkmamız için yeterli bir nedendir.

Kaç Tayyip, kaç! Cumartesi anneleri kalplerinde taşıdıkları evlatlarıyla geliyorlar. 2009’da Amed’in Lice ilçesinin Sıpéni köyüne bağlı Xambaz mezrasında katlettiğiniz Ceylan Önkol şimdi 25 yaşında. O gözler seni kaçmaya bizi de seni kovalamaya mahkûm ediyor.

Ceylan Önkol

Kaç Tayyip kaç!

Bu hikâye yeni değil, Habil ve Kabil’le başladı kardeşin kardeşe kırdırılması geleneği ve günümüzde de sürdürülüyor zalimin yoksul üzerindeki zulmü.

HDP’li, yani zalim Dehak’ın hedef gösterdiği Kürt kadınlardı İzmir gibi “uygar” bir kentte, bir şerefsiz meczubun sıktığı onlarca kurşundan en önde giden, en ırkçı ve en acımasız olanına hedef oldu Deniz Poyraz; domates zeytinle kahvaltı yaparken üç tabancalı bir Azrail, cehennem koruyucusu üniformalı zebanilerinin arasında “kelepçesiz götürüldü.”

Sezen’i, fitnenin örgütlendiği bir yerde adıyla anarak hedef gösteren kişi, bir soysuzla birlikte bütün bu cinayetleri örgütleyen kişi, haram servetten başka hiçbir ahlaki değere inanmayan bir caniden başka biri değildi.

Hemi ressam hemi de gazeteci Zehra Doğan’ın elleriyle Londra sokaklarına resmedildi Ceylan. O küçücük kızı bir küçücük serçe (Sezen Aksu) ile bir demokrat (Tarkan) birlikte müziğe kaydettiler. O küçücük kızın adını bir başka kadın sesi (Nazan Öncel) kırmızı kalın notalarla yazdı yeniden yeniden yeniden…

Tayyip sen bir korkaksın…

Bir küçücük Ceylancıktan, bir küçücük serçecikten ödün kopuyor, Daha saldırgan oluyorsun, daha acımasız ve hırsız. Ama Deniz Poyraz’ın kemanında asılı kaldı bütün “erkekliğin”! Ceylan senin uykularını kaçıran travmandır. Paris’in üç kadın Kürt özgürlük savaşçısı gölgen gibi ardında olacaktır, hesap sormak için…

Tabi ki Deniz de öyleydi, Sezen de öyle, Tarkan da, Nazan da, Sedef de, biz de! 

Tayyip sen bir korkaksın…

Seni aşağılamak için söylemiyorum bu sözü, zaten büyük bir enerji harcayarak inebileceğin en dibin altına girdin. Sana acıyorum, çünkü biliyorum ki bütün diktatörler kâbus içinde uyurlar.

Senin tanıdığını sanmıyorum, ama hani Shakespeare diye biri var ya, yüzyıllar önce yaşamış ünlü bir tiyatro yazarı (senin takım “Şeyh Pir” diye adamı müslümanlaştırdılar, büyük mucize ya da tam bir aptallık). O zat-ı muhterem Macbeht diye bir eser yazmış. Sedef’ de Sezen de Deniz de bilirler. Onu mutlaka oku, tamam anlamazsın ama hani dört beş maaş alan danışmanlarına söyle, onlar okuyup sana anlatsınlar. Ya da çaktırmadan Hazreti Google’ye sor, bir saniyede bir milyon yanıtı önüne koyar. Ama şu kadarını bil yeter: Adı Macbeth olan senin gibi Sultan olmak için insanları katleden bir kifayetsiz muhterisin, işlediği cinayetler nedeniyle akli dengesini nasıl bozduğunun öyküsüdür.

Tayyip, sen bir korkaksın ve belki de Sedef Kabaş gibi, bir gün sabaha karşı soysuzun zebanilerinin evini basarak seni götürebileceklerini düşünmekten dolayı geceleri uyuyamadığın için, ayakta uyuyorsun. Ama biliyorsun, korkunun çıldırmamaya faydası yoktur!

********* 

GÖZLERİME ASTILAR SENİ 

Ah yüreğimde dört nala atlar

Atların sağrısında kanatlar 

Sağ yanım boydan boya Mezopotamya 

Sol yanımda Rumeli ağıtları patlar

***

Gözlerime astılar seni 

Ceylanım kör oldum ben 

Ne havan topu ne mermi 

Senle vuruldum ben

İşte bütün peygamberlerin sevaplarından fazlasını hak eden bir yürek! Ceylan için Ceylan’la birlikte vurulmuş bir insan. Hepimiz gibi doğruları var yaşamda, yanlışları var ama bütün çocukları içine sığdırabilecek kadar da büyük bir yüreği var.

Kaç Tayyip, kaç…

Herkesi sevebilen bir yürek senden tiksiniyor, durma kaç!

Azrail iş arkadaşındır, şeytan ortağın…

Hıyanet İşleri Başkan’ın sağ kolundur her zaman. Soysuz, gölgendir ayağının altında. 

Kaç Tayyip kaç…

Tüm güzelliklerin düşmanı kaç, yarattığın karanlıklara sığın ebediyen azap çekmek üzere… Ceylanlar Arkanda, Ceylan ressamları da, ceylan notaları da”.

*********

Tayyip, o gazeteciyi ömür boyu hapse attırmalıdır, hem de Çerkez atasözlerine yasak getirmelidir. Gazeteci dediysek, bu kadar da gerçekçi yazmak zorunda mıydı sanki?

Tayyip her zaman korkar gazetecilerden. 17-25 Aralık mıydı (2013) Devletlü hırsızların suçüstü yakalandığı o mübarek gün? Hani, bir hırsız çetesinin kardeş hırsız çetesini ihbar ettiği, Reisimizin oğlunun büyük emek vererek ama yine de ablasının aklıyla dağıtabildiği iki oda dolusu para… Ülke asayişinden sorumlu İçişleri Bakanı’nın beceriksiz oğlunun yakayı ele vermesi henüz silinmedi belleğimizden. Şimdi bir ülkede diplomat olan, inandığı dinin surelerini “Bakara-Makara” diyerek dalgasını geçen AKP’li “Müslüman” bakan; ve elbette başlarında reisleri, sergilenmişlerdi boy boy, para sayma makinalarına sahip olan evlerde.

Gazeteci Sedef KABAŞ, bir Çerkez atasözünü aktarıyor yazısında. İçinde “saray” ve “öküz” sözcükleri geçen bir cümlede, hemen Cumhurbaşkanı’na hakaret bulunuyor: “Öküz saraya girdiğinde o kral olmaz, saray ahır olur.”

Birincisi, bu söz bir Çerkez atasözüdür. İkincisi bence açılımı yapılması gereken değerli bir sözdür.

Sözü ilk kez duydum ama Marksist literatürde böylesi bir saptama vardır. Lenin’in ünlü sözü, bu gerçeği tam yansıtır. Marksistler, burjuva demokrasilerinde parlamentoyu “burjuvazinin ahırı” olarak tanımlarlar ki, burada uzun açıklamalara girmeden söyleyip geçeceğim, bu tanım kesinlikle doğrudur. Yani, genellikle bu ahıra, öküz yerine Başkan ve şürekâsının girebileceğini bilirler ve nitekim olay da budur. Zaman zaman bir öküzle bir başkanı birbirinden ayırmak gerçekten de zor olabilir. (Bkz: Türkiye.)

Burjuva toplumda “hukuk” için de, kendine özgü tanımlar vardır:Mahkeme bir iktidar organıdır; liberaller bunu bazen unutuyorlar, ama bir Marksist’in bunu unutması suçtur” diyordu Lenin. 

Bilim ve evrim teorisi insanın da bir hayvan olduğunu söyler ama AKP ile birlikte reddedilen “Evrim” teorisi, AKP’nin TÜBİTAK’ında, bizim en iyi niyetlerle “insan” kategorisine sokmaya çalıştığımız bu iktidar mensupları, evrim dışı kalmayı gerçekleştirdiler. Elbette bu iktidar mensupları içinde henüz evrim sürecine girmemiş hayvanların olup olmayacağını ben bilemem, ama tepeden tabana kadar profesyonel hırsızlarla dolu olduğu kesinlikle kanıtlanmıştır. Bu görünür gerçeği reddeden hiç kimsenin bir parça da olsa ahlâk sahibi olduğunu kabul etmem mümkün değildir. Türkiye yönetiminin “insan” olarak tanıtmaya çalıştığı bu yaratıklardan zihnimizi, bedenimizi, ahlakımızı ayırmaya azamî özen göstermek gerekiyor.

Ama yine de 20 yıl kalmayı başardılarsa, başkalarını amansızca eleştirebilirken kendimize toz kondurmayan kibrimizi biraz da bu cahillere benzetmekle çok mu yanlış düşünmüş olurum acaba?

*********

Tam burada cezaevi arkadaşım Mahzuni Şerif araya giriyor ve tutuklanmasının nedenlerinden biri olan “Erim Erim eriyesin” türküsünü bitirip, Tayyibe parmak sallıyor:

YUH YUUHH!

“Yuh yuh soyanlara  / Soyup kaçıp doyanlara / İnsan(lar)a kıyanlara / Yuh nefsine uyanlara yuhh! …

Duydun mu Tayyip!

Bu kirlilik seni senden sonra da kokutacak. Çünkü sen, Mahzuni gibi bir ozanın lanetlediği bir büyük başsın. Üstelik, bir ara sana inanan küçük bir serçeyi de ezmeye kalktın, dilini koparabileceğini, kanadını yolabileceğini sandın.

Cehalettir bu, seni anlamaya çalışırım, ya da zekâ sorunudur, inandığın rab herkese vermez, tanığıyım sayende.

*********

Eyy Tayyip, Victor Lidio Jara Martinez’i tanıyor musun? Şili’de faşist general Pinochet’in 11 Eylül 1973’de gerçekleştirilen darbesinde, bir stadyuma doldurulan özgürlük yanlısı binlerce muhalifle birlikte yer alan özgürlük sevdalısı, gitarist-müzisyen.

Esir alınmıştı Şili’nin zalimi tarafından. O halde bile, devrim şarkıları söyledi ve çaldı. Önce gitar çalamasın diye ellerini kestiler. Çıkmayan sesinin devam ettiğini göstermek için dudaklarını hareket ettiriyordu ancak. Bundan da korktular, öyle korktular öyle korktular ki, dünyanın en büyük başkanlarının bile yapamayacağı bir şeyi başarıp Victor Jara’yı orada, hemen gitarının yanında döve döve öldürdüler. Sonra gitar çalan ellerini kesip Stadyumun girişine çivilediler.

Tayyip, Pinochet’de senin gibi muhafazakar bir dindardı ve senin kadar cahil ve zalimdi. Ve ülkesinden kaçmak zorunda kaldı onca kan döktükten sonra. Ama zalim Dehak da aynı sona uğramıştı, hatırla.

O gün bu gündür, bütün zalim ve cahil sultanlar, samanlarını yerken saraylarında, üç kez koklar öyle otlanırlar, Victor Jara’nın sesiyle boğulmamak için, kendi lağımlarında.

Çok mu ağır geldi bu benzetme.

Elleriniz kan kokuyor. Yediğiniz içtiğiniz sizin inancınız içinde bile haram.

Ve siz benim bunun iki mislini söylediğimi farz edin, yüreğim belki bir nebze ancak soğur…

*********

Devlet adıyla kurulmuş Resmî Organize Suç Örgütü’nün bütün mensupları, biçim olarak Homo Sapiens’e benzeseler de, “insanı” andıran tek bir özelliklerinin dahi olmadığını,  cehalette dibe vurmuş acınası varlıklar olduklarını Burhan Kuzu’dan, Mehmet Metiner’e kadar geniş bir liste ile kanıtlamak mümkündür.

Biliyoruz ki, içinde insan yaşarsa, kulübe de, baraka da, ev de yaşayan için bir saray olur. İçinde yaşayan öküz olunca, adı “başkan” da olsa, mekânı bin bir odalı bir saray da olsa, fark etmez: Adı ahırdır. Altın tuvaletlere sahip olması, prestijini o tuvalete bıraktıklarıyla kanıtlamaya çalışan, sonradan görme cahilin rekabet anlayışını sergiler.

Organize yalan Kurgu Örgütüdür: Gezi’de hak isteyen insanları suçlamak için cami içine bira şişesi atıp “Camide içki içtiler” diyerek, Tür kültüründe “Allah’ın evi” diye tanımlanın camiyi de alet ederek masumlara suç attı… Sonra ortaya çıktı nasıl sahtekar oldukları ve “çoğunluğu Müslüman” denilen bir ülkede “Allah’ın Evi”ni kirleterek Allah’ı da iftiraya alet edenler işte bunlardır. “Gezi’deki gençlere su dağıttı” diyerek, bir insanı yıllardır yargısız sorgusuz cezaevinde tutanlar bunlardı. Ahlaken kendilerine benzeyen yandaşlarıyla, üstü çıplak, deri pantolonlu tecavüzcüler üzerine kurdukları tecavüz fantezileriyle tatmin olmaya çalışanlar, belli ki aynı kaptan beslenerek benzediler birbirine.

********* 

Son günlerde “millet” arasında dolaşarak seçim propagandası yapan ve sadece “bunu da yapacağız; şunu da yapacağız; onu da yapacağız” diyerek bir projesi olmadan bol keseden ortaya atılan, inandırıcılığı hiç olmayan vaatlerle bir ilkelliği yaşayan ve yaşatan Kılıçdaroğlu da, Sedef Kabaş’ın tutuklanmasına  “provokasyon” deyip geçti.

Kendisinin ya da partisinin yapması gereken bir tepkiyi, belki de dayanamayıp dışa vuran bir gazetecinin iktidar tarafından tutuklanmasına muhalefetin tepkisi işte bu kadar. Şaşırmayın, yanlış mı duydum demeyin, hepsi bu kadar. Üstelik mevcut yasalarda “Cumhurbaşkanına hakaret” gibi, Anayasanın 90. maddesinin geçersiz kıldığı, olmayan bir suçun varlığı muhalefet tarafından da kabul edilmiş durumdadır.

İşte bu, Türkiye’nin devlet düzeninin ta kendisidir.

Biliriz ki, bir saraya öküz girdi diye, saraya ahır denemez.

Ama ahıra giren krala bal gibi de öküz derler!

********* 

Herkes değer verdiği bir şeyler uğruna ölmeyi bile göze alır. Kimisi Sultan olur onurunu öder bedel olarak, kimisi ozan olur yaşama canını katarak, canına müzik, müziğe ölümsüzlük ödülü vererek.

“Şu insanlık derde düşerse şayet / Ona yar olmaktan bıktım ise yuh / (Ben onu sevmekten bıktım ise yuh) / 

Yuh yuh soyanlara  /  Soyup kaçıp doyanlara  /  İnsan(lar)a kıyanlara  /  Yuh nefsine uyanlara yuuh!!! 

Ve benim yoksul halkım, halk ozanı Mahzuni bunları en az kırk yıl önce sizin için söylemiş, işkence görmüş hapis yatmış biriyken, Tayyip gibi aile boyu bir hırsızı nasıl 20 yıl iktidar yapmayı becerdiniz?

Ey benim hafızasını iyice kaybetmiş ve Muhteşem Yüzyıl’ın büyüsüne kapılıp, sefil bir çeyrek yüzyıl yaşayan kendini kaybetmiş, kasap bıçağını yalamayı zevk edinmiş, ruhunu satmış halkım!

Biliyorum ki beyninizin çoğu bölgesi çalışmıyor artık. Kullanılmadığı için de zaten hayli küçülmüş olan beynini bütünüyle kaybetmekte olan bir meczuplar topluluğuna dönüşmeye doğru koşar adım gidiyoruz.

Bu ülkenin yönetimi, her şeyin Allah için ve Allah adına, Allah tarafından yaptırıldığını söylemekte hiç de sorun görmemektedir.

Zulüm, hırsızlık, kadın katliamı, haksızlık, çocuklara yönelik şiddet, taciz vb.. akla gelebilecek her türlü ahlâk ilkesinin dibe battığı bir aile saltanatı, haram üzerine kurdukları servetleriyle sadece yoksulluk düzeyinden açlık düzeyine çekilen emekçilerin günlük yaşam kalitelerini değil, ama inanç sahiplerinin inandığı değerleri de, ülke gençlerinin geleceklerini de, ülke kalkınması programlarını da bütünüyle ayaklar altına alarak ve zulüm üzerinde oturarak yöneterek büyüdüler.

Evet nihayet onu da söylediler. Bütün bunları onlara Allah yaptırıyor, yani kendi hataları yok.

*************** 

Bizim Cumhurbaşkanı çok alınıyor son günlerde. Dilini eşek arısı soksun, onun bunun dilini koparacağını açık açık söyleyerek çocukları korkutuyor. Panik içinde uzun zamandır. Ayakta, hatta konuşurken bile uyuya kalması, belki de hastalıktan değil, gazeteci Sedef’e yapıldığı gibi sabaha karşı soysuzun gestapolarının gelebileceği korkusuyla uyuyamamaktan olabilir. Her şeyi üzerine alınması ciddi bir sıkıntı artık. İyice kuşkucu oldu: Birisi “öküz” dese, kendine seslenildiğini sanarak mööööö diye bağırmaya hazırlanıyor. Oysa biz yine de onu homo sapiens familyasından biri olarak kabullenebiliyoruz.

Cumhurbaşkanı üstüne alıyor bunu? Oysa henüz bu toplumda bize onun resmi insan gibi görünüyor, yanılıyor muyuz? İnsana “yarası olan gocunur” sözünü hatırlatıyor sanki Sultanın bu gocunması?

Yani insan, kendini biliyor ve herkesin de bunu bildiğini sanıyorsa, havadan nem kapıp panikler, yaşamı artık çekilmez olur. Yani birileri onu öküze benzetiyorlarsa, belli ki dışarıda onu bekleyen çocukları öldürülmüş öfkeli anne babalar, servetlerine devlet zoruyla el konulmuş insanlar, tanık oldukları gerçekleri halklarıyla paylaşan gazeteciler, oylarına, üniversitelerine, yaşamlarına kayyum ile el konulmuş yöneticiler, canlarını kurtarmak için sürgünlere kaçmış on binlerce insan…

Bu tasviri zihninizde canlandırmaya çalışmanız bile, fiziksel olmasa da zihinsel intihara kadar vardıracak bir delilik hastalığının ilk işaretleri olabilir.

************

Sezen Aksu hayran olduğum bir müzisyen. Tabii ki onun Tayyip’in anayasasının arkasında nasıl amansız bir duruş sergilediğini unutmadık. Kişisel algılamadık bunu, ama demokrasiye inanmış birilerinin demokrasi düşmanlarını desteklemesi elbette büyük bir hata idi. Eğer demokrasi düşmanları dediklerim bir de gırtlaklarına kadar her türden ahlaki pislikle kirlenmiş iseler, Sezen’in şarkılarında beni benden götüren o muhteşem duyguları yüreğimde yaşatmakta zorlanıyordum.

Bir özeleştiri yapsaydı keşke, her insan hata yapar diye düşünürdüm.

Ama neyin özeleştirisini yapacaktı Sezen Aksu? Tamam, onu çok sevdik, yüreğimizde taşıdık ve sanatçıları tek tek yok edilmiş bir ülkede buna çok ihtiyacımız vardı. Levent Kırca gibi “Kemalist” diye eleştirdiklerim dahil çok sanatçı yine de güçlü karşı çıkışlar sergilemişler, (kişisel olarak o düşüncelere katılmadığım halde) kendi politik düşünceleri doğrultusunda dik durmak için büyük çaba harcamışlardı. Kamuoyuna yönelik bir özeleştiri yeterliydi hepimiz için Sezen’i yeniden bağrımıza basmak için. Olmadı. Ama bu istek gerçekten haklı mıydı?

Sadece “evet” ya da “hayır” değildi oyların rengi, Örneğin, benimki bunlardan başka bir öneri idi. Doğrusu ya da yanlışı bana ait elbette: “Bu seçimin konusu beni ilgilendirmiyordu. İki ucu boklu değneğin uçlarından hangisini tutarsam tutayım, diktatörlüklerden birini seçmek zorunda bırakılıyordum.” Ve seçimlere katılmama kararıyla tutumumu belirledim, düşüncelerimi yazılarla anlattım. Şimdi ben de yetmezli ya da yetmezsiz “evet” ya da “hayır” diyenleri nasıl eleştirebilirim. Sahi, bu oylardan hangisi tek başına büyük farkla kazansaydı ülkemiz kökten diktatörlükten kurtulacaktı?

Benim sorunum asla yetmez ama evet, ya da evet-hayır sorunu olmadı. Doğrudan konuyu irdeleyen 4 yazı yazmıştım o tarihlerde. [Yeni Özgür Politika – Xwe Metin Ayçiçek: “Evet de Hayır da Sistem Yanıdır” (24.07.2010); Boykot-“Ben de varım!” (7.08.2010); “Boykotlu Yıllara” (11.09.2010); “Boykot Yeni Başlıyor” (18.09.2010) ]

Ben, tavrımı evet ve hayır tercihleriyle sınırlandırılmış olarak yani, “Evren’in mi Tayyip’in mi Anayasası” sorusunda tavır belirlemeyi reddettim. Zira her iki öneride de ne Kürtler, ne işçi ve emekçi sınıflar yoktu. Şöyle yazmıştım:

 “Anayasa değişikliği” adı altında gerçekleştirilmek istenen devlet operasyonu ile Türkiye halkları doksan yıldır olduğu gibi bugün de iki ucu boklu değneğin bir ucundan tutmaya zorlanmakta ve sistemin payandası olmaya itilmektedir. Üstelik bu kez Türkiye halklarının büyük bir bölümünü oluşturan Kürtler, evetçi ve hayırcı devlet güçlerinin bütünü tarafından sürecin dışına itilmiş olarak.” (Evet de Hayır da Sistem Yanıdır-24.07.2010)

2010 TÜRKİYE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMU
Oylar % DESTEKLEYEN PARTİLER / KURUMLAR
EVET 21. 787. 610 % 57.88 l AKP l BBP l SP l TP l Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti l DSİP l Eşitlik ve Demokrasi Partisi l Katılımcı Demokrasi Partisi l Hak ve Özgürlükler Partisi l Güçlü Türkiye Partisi l Marksist Tutum.  
HAYIR 15. 856. 441 %  42.12 l CHP l MHP l DSP l DP l BTP l Hak ve Eşitlik Partisi l İP l TKP  l ÖDP l Emek Partisi l Halkın Kurtuluş Partisi l İşçilerin Sosyalist Partisi l LDP l TBİP l UP l Yeni Parti l Yurt Partisi l TMMOB l DİSK l Halkevleri l İşçi Cephesi.
Geçerli oy 37. 644. 051 % 98, 61  
Geçersiz & boş oy 725. 164 % 1, 39 l BDP l SDP l Emekçi Hareket Partisi l Devrimci İşçi Partisi lSürekli Devrim Hareketi l GEÇİRSİZ OYLAR
TOPLAM OY 38. 369. 215 % 100.00 Seçmen katılımı: % 73.71 Seçmen sayısı: 52. 051. 828

Bütün bu farklılıklara rağmen, hepimiz aynı oyu kullansak da dönemin politik ittifaklarına baktığımızda kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan bir ilişki adeta sırıtıyordu. Sonuç, Evren faşizmi yerine AKP faşizmi yerleşti.

 “Yetmez ama evet…” eleştirisi değil benimki. AKP’yi “Yetmez ama Evetçiler” tutmadı bunca yıl iktidarda. O, doğru ya da yanlış, ama politik bir tercihti ve bu tercihi eleştirsek de tercihin arkasında yatan düşüncenin kirli olduğunu söyleyebilmek benim için mümkün değildir.

******

Hani, töre cinayetlerine karşı durarak, kardeşleri tarafından 26 Şubat 2004’te aile kararıyla katledilen Güldünya Tören’e ithaf ettiğim “Çocuk ve Cinsiyet Eğitimi” adlı kitabımın imza töreninde Sezen Aksu’nun da, Güldünya’ya ve kadın katliamlarını protesto eden ithaf CD’sini görünce mutluluğumdan ağladığımı hatırladım. Çok güzel bir hareketti bu.

Ama Sezen, yani şarkılarının hayranı olduğum kadın, Referandum sonrasında gerçekleştirdiği girişimlerle, referanduma ilişkin tutumunun “politik” bir tutum olduğu inancımı sarsıverdi. Tayyip Erdoğan her şeyden önce çocuk katiliydi. Taş atan çocukları korumalıydı Sezen Aksu. Kürtlere yönelik cinayetlere de bütün şarkıların ortak duygusunu birleştirerek en yüksek sesiyle söyleyip, dillendirmeliydi. Ermenistan’da söylediği Sarı Gelin nasıl ki ilmik ilmik yüreğime işledi, Aysel Tuğluk için söyleyeceği iki kelimelik bir cümle, önceki gaflarını beynimden silip atarak yeniden aşık edebilirdi beni Sezen’e. Çünkü o, yani Edit Piaf’tan sonra tanıyıp Edit’ten daha çok hayranı olduğum yüreği aşk dolu kadın, politik bir kararın değil, kendisine “reis” denilen bir caninin peşinden gitmeye çalıştı. Oysa Sezen Aksu’yu en çok biz seviyorduk, zalim iktidarların henüz hüküm sürebildiği bir çağda, onun müziğiyle de yerle bir edebilirdik umudun düşmanlarını.

Yine de terk etmedi beni sevdam. Ben onu şarkıları için sevmiştim, yanıltmadı beni yine de, Ceylan öldürüldüğünde:

Ah gözümün yaşı sel Selanik

Diyarbekir’e bir türkü selalık   
Gezme Ceylan, bu dağlarda gezme

Gece gerdanlık, gündüz mezarlık

******

Müslümanların imam-hoca takımı cahildir. Sanırım en cahilleri de Hıyanet İşleri Başkanı’dır. Çünkü o bir din adamı değil, bir zalime hizmet eden servet kölesi bir uşaktır.

Müslümanlar Sezen Aksu’nun Adem’li Havvalı sözlerine neden bu kadar tepki gösterdiler? En son söyleyeceğimi hemen başından söyleyeyim: Çünkü Adem, İlk eşi Lilith’e şiddet uygulayarak onun üzerinde egemenlik kurmak isteyen bir ERKEKtir.

Birincisi, Adem bir peygamber değil, ilk insan olarak tanımlanır ve ondan gelen nesillerin bütünü “Ademoğulları” olarak adlandırılır. Kuran’da ve diğer kitaplarda Adem’in peygamber olduğunu söyleyen tek bir cümle yoktur Diyanet İşleri Vakfının İslam Ansiklopedisi’nde

Hani; şu, kendisine Şeytan’ın da secde etmesi istenecek kadar mükemmel olan Adem, kimdir acaba? Önce şunda anlaşalım: Nasıl mükemmel bir yaratık ki, daha sonraki yaratılış senaryolarında bir erkeğin işe yaramaz bir “kemiğinden yaratılan” Havva’ya kanıp elmayı yedi?

Neyse… Hem, size neden soruyorum ki böylesi soruları? Suç ortağı değil misiniz zaten?

******** 

Sorumu tekrarlıyorum: Adem’in peygamber olduğuna kim karar verdi? Peygamberlerin isimlerinin tek tek sayıldığı Zebur’da Tevrat’da İncil’’de ve Kuran’da, bu kişinin peygamber olduğuna ilişkin tek bir kelime yok.

Madem ki İslam kendinden önceki üç kitabı da Allah’ın ilettiği mukaddes kitap olarak adlandırıyor, şu Adem ile Havva öyküsünü bu dört kitap üzerinden bir daha hatırlamakta yarar yok mudur?

Önce, Musevilik ve Hristiyanlık’da ortak olan ‘Yaratılış’ bölümünden, ‘kadının yaratılışı’na ilişkin iki farklı öyküyü aktarayım.

Birincisi Tekvin Suresi Bap 1. ((Tevrat. Eski Ahid. 25-28.. ayetler). [ Köşeli parantezler metne dahil değildir, bana aittir. ]

27 – Ve Allah insanı kendi suretinden yarattı, onu Allah’ın suretinden yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı. [ Erkek ve Dişi / Adam ve Lilith ]

28 – Ve Allah onları mübarek kıldı; ve Allah onlara dedi: Semereli olun, ve çoğalın, ve yeryüzünü doldurun, ve onu tabi kılın; ve denizin balıkları ve göklerin kuşlarına, ve yer yüzünde hareket eden her canlı şeye hâkim olun.” ( [1] )

Başka bir çeviride de:

27 – Tanrı insanı kendi suretinde yarattı. Böylece insan Tanrı suretinde yaratılmış oldu. İnsanları erkek ve dişi olarak yarattı.

28 – Onları kutsayarak, “Verimli olun, çoğalın” dedi, “Yeryüzünü doldurun ve denetiminize alın; denizdeki balıklara, gökteki kuşlara, yeryüzünde yaşayan bütün canlılara egemen olun.

 Yaratılış’ın 6. gününde söylediği yukarıdaki sözlerden sonra “Allah yaptığı işi 7. günde bitirdi; “ve yaptığı bütün işten, yedinci günde istirahat etti.” ([2])

Ve ne olduysa bundan hemen bir sayfa sonra oldu. Ve Rab Allah, bir sayfa sonra kadının yaratılış öyküsünü değiştirip, erkekten aşağı bir kalite ve statüde köle bir kadın yaratıyor:  (Bap-2. )

7 – Ve RAB Allah yerin toprağından Adamı yaptı ve onun burnuna hayat nefesini üfledi; ve adam yaşayan can oldu… [ Bu Adem. Burada Lilith ya da başka bir dişi henüz yok. ]

18 – Ve RAB Allah dedi: Adamın yalnız olması iyi değildir; kendisine uygun bir yardımcı yapacağım..

21 – Ve RAB Allah adamın üzerine derin uyku getirdi ve o uyudu; ve onun kaburga kemiklerinden birini aldı, ve yerini etle kapladı;

22 – Ve RAB Allah adamdan aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaptı ve onu adama getirdi.

23 – Ve adam dedi: Şimdi bu benim kemiklerimden kemik, ve etimden ettir; buna Nisa denilecek, çünkü o İnsandan alındı.

24 – Bunun için insan anasını ve babasını bırakacak, ve karısına yapışacaktır, ve bir beden olacaklardır.” ( [3] )

Musevilik ve Hıristiyanlık inancında, Tekvin’in ilk bölümünde anlatılan, Âdem ile birlikte tanrı tarafından yaratılan dişi, yani Lilith, Kuran’da yer almaz. Musevilikte din eğiticilerinin eğitiminde temel alınan Kabala gibi kitaplarda yer alır. Yani Adem’in ilk karısı Lilith’tir. Tekvin’in 2. Bap’ında, Adem’in kaburga kemiğinden yaratılan (ve Kuran’da da sözü edilen) Havva  (Eva) ise, ikinci karısıdır. Peki, Lilith ne oldu, nereye gitti, bir faili meçhul mü var ortada? O tarihlerde Mehmet Ağar o bölgede hiç görüldü mü?

Ne İncil’de ne de Kur’an da bu çelişkiye ilişkin her hangi bir açıklama yoktur. Hiçbir tanrı insan gibi akıllı bir yaratıkla kumar oynamaz ve bütün dinlerin tanrıları bu soruyu pas geçer.

Musevi inancının diğer kutsal kitaplarından öğrendiğimize göre, bu öykünün devamı bizim Türkiye’de yaşadıklarımıza çok benzer: İnanışa göre, Lilith, Âdem ile eş zamanlı ve aynı kaynaktan yaratıldığı için, Âdem’le eşit olduğu görüşündedir.

Âdem ile Lilith beraberliği mutlu bir beraberlik değildir. Anlaşmazlık sebepleri ise çağımızın boşanma davalarında ileri sürülenlerden hiç de farklı değildir: Âdem, Lilith’in olaylara neden kendisinden farklı yaklaştığını anlayamaz (ruhen ve fikren anlaşmazlık); onu kendisine hizmet etme, bahçeyi bakımlı ve düzenli tutma konusunda tembel ve isteksiz olmakla suçlar (ev işlerini ve ailesini ihmal etme). En önemli ve üzerinde en çok durulan sorun ise Âdem’in, cinsel ilişki sırasında kadının sürekli altta olmasını istemesidir ve bunu da kadına üstünlüğünün gereği olarak görür, Lilith ise bu pozisyonu aşağılayıcı bularak karşı çıkar (cinsel uyuşmazlık).” ( [4] )

Kısacası anlaşmazlık sebebi Âdem’in sürekli olarak kadına üstünlük taslaması, ona hükmetmeye çalışmasıdır. Lilith ise, ikisinin de tanrının suretinde yaratıldığına göre, eşit olmaları gerektiğini savunur ve erkeğin kendisinden üstün olmak istemesine bir anlam veremez. Sonunda birlikte yaşamalarının imkânsız hale geldiğine karar verir ve Tanrı’nın söylenmemesi gereken adını anarak (ki bu isim cennetten çıkış için tek paroladır) uçup gider ve yeryüzünde Kızıl Deniz yakınlarındaki bir mağaraya sığınır…

Öykünün devamı var elbette ama burada kesip Havva’ya ulaşalım. 

Havva, Âdem’in bu ikinci baharında ortaya çıkar.

Şimdi Cennet’ten kovulma öyküsünü özetleyerek aktarayım:

RAB Tanrı’nın yarattığı en kurnaz hayvan olan yılan, Havva’ya gelerek bu bahçedeki meyvelerin hepsini yemeye izinli olup olmadıklarını sordu. Havva “evet” dedi, “sadece bahçenin ortasındaki ağacın meyvesi bize yasaktır” der. Kurulan bu sohbet sonrasında

Yılan, “Kesinlikle ölmezsiniz” dedi, / Çünkü Tanrı biliyor ki, o ağacın meyvesini yediğinizde gözleriniz açılacak, iyiyle kötüyü bilerek Tanrı gibi olacaksınız. / Kadın ağacın güzel, meyvesinin yemek için uygun ve bilgelik kazanmak için çekici olduğunu gördü. Meyveyi koparıp yedi. Yanındaki kocasına verdi, o da yedi. / İkisinin de gözleri açıldı. Çıplak olduklarını anladılar. Bu yüzden incir yaprakları dikip kendilerine önlük yaptılar.

Ve devamında emirlere uymadıkları için ölümlü oldular ve cennetten yeryüzüne sürüldüler.

22 – Sonra, “Adem iyiyle kötüyü bilmekle bizlerden biri gibi oldu” dedi, “Artık yaşam ağacına uzanıp meyve almasına, yiyip ölümsüz olmasına izin verilmemeli.” ( [5] )

Tanrı’yı bu kadar kızdıran şey nedir?

Yukarıda sorduğum sorunun yanıtını, Ana Tanrıçalar’ı araştıran Reşit Ergener de soruyor ve yanıtlıyor: “Yılan, Âdem’le Havva’ya ne tür bilgiler vermişti? Yasak meyveyi yemeden önce çıplaklıklarından (İbranice arummim) utanmadan yaşayan Âdem’le Havva, yasak meyveyi yedikten sonra çıplaklıklarından (arummim) utanırlar. Ve cennetten atıldıktan sonra Âdem, Havva’yı karısı bilir (Genesis 4.1.) Bu yüzden, yılanın Âdem’le Havva’ya cinsellik bilgisi verdiği, düşünülebilir.” ( [6] )

İşte sorun burada!

Lilith mitosuna uzun yer vermemin nedeni, burada anlatılanın, gerçekte, anaerkil toplumlardan ataerkil topluma geçişin de tarihi olmasındandır.  Belki de öykü, anaerkil sistemin sonuncu direnişinin masallaştırılmasından başka bir şey değildir. Çağlar boyu kadınlara atfedilebilecek bütün olumsuz sıfatların taşıyıcısı olan Lilith’in geçmişi tek tanrılı dinlerden çok daha öncesine, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanır.

Sümer ve Babil mitolojisinde Lilitu isimli bir tanrıça var. Lilith ismi bu tanrıçadan miras olabileceği gibi, Sami dillerinde ‘gece’ anlamına gelen ‘leyl’den de türemiş olabilir. Yine, örneğin Gılgamış Destanı, Kabala, Talmud, Ölü Deniz Tomarları gibi mitolojik ya da dini metinlerde de Lilith adına rastlarız.

Kur’an’da da durum farklı değildir ve öykü Tevrat’a çok benzer: “Yarattığı her şeyi güzel yaratan, insanı başlangıçta çamurdan yaratan, sonra onun soyunu, bayağı bir suyun özünden yapan, sonra onu şekillendirip rûhundan ona üfleyen Allah’tır.” ([7]

Ve kesin kanıtımızı tekrar Kuran’dan vereyim:

Bakara Suresi-41: “Elinizdeki Tevrat’ı tasdik edici olarak indirdiğimize (Kur’an’a) iman edin. Onu inkâr edenlerin ilki olmayın.” Madem ki Kuran öncekilerin de hakiki olduğunu teyid ediyor, hangi Müslüman çıkıp da “ben, beni yaratan Tanrıdan daha iyi bilirim, bizim kitaptan öncesi sahtedir” diyebilir ki?

Tek bir ayette bile buna ilişkin bir cümle yok ama kendinin öküze benzetildiği iddiasını üreten bir devlet reisi, belgeler üzerinden değil, yorumlar üzerinden algı yaratıyor.

“Kur’ân-ı Kerîm’in Âdem’le ilgili olarak ele aldığı üçüncü konu onun peygamberliğidir. Hz. Âdem’in nebî veya resul olduğunu açık ve kesin olarak ifade eden âyet yok”. Çaldım zannetme, senin başucu kitabından aldım diplomasız profesör. Kaynağıma sen de bak, belki o hastalıklı beynin bir iki söz kapar. (Türkiye Diyanet Vakfı. İslam Ansiklopedisi. Başlık: Adem. Bu maddenin yazarı: Süleyman Hayri Bolay.) 

Eee, ne oldu yani? Rabbinden vahiy almışmış, yani tanrı onunla konuşmuş ama görevlendirmemiş. Görevlendirmeyi Hazreti Tayyip yapıyor.

Tayyip, çağımızda sadece Türkiye’nin değil dünyada da önemli bir yere sahip olan müzisyen Sezen Aksu’nun dilini koparacakmış. Neden? Çünkü Adem’in Havva’yla kıyaslanmasından Adem’in salaklığını görmüş. Ne var bunda, sana ne?

Birincisi Adem sadece ilk insandır. Bu nedenle bugün de insanlığa Ademoğulları diye ad verilir. Bu çirkin yanlış Adem’in değil, Adem’i tahrif eden Hıyanet İşleri Başkanı gibi cahillerin marifetidir.

İkincisi ne Tevrat ya da İncil, ne Zebur ya da Kuran’da Adem’in peygamber olduğuna ilişkin bir söz, bir duyuru yoktur. Ama sizden para alarak karnını doyuran ve lükse sapan bir Hıyanet İşleri Başkan’ı ve bir meczup başkan bu dört kitaptan daha mı bilgili ki, dört kitapta bir kelimeyle bile yer almayan bir bilgiyi, bir Mezhep’in liderinin (Hambel) kanıtı olmayan bir cümle ile peygamber ilan edebiliyor?

Türkiye Diyanet Vakfı’nın Adem ile ilgili başlığında da bu dillendirilir ama Resmî Kuran’a denk düşsün diye, “Kuran’da yazmıyor ama biz yaptığımız araştırma (!) ve belgelerde ONUN İLK PEYGAMBER OLDUĞUNU DÜŞÜNÜYORUZ” diye yazabiliyor peygamberleri sollayarak Hıyanet İşleri dairesinin Ansiklopedisinde Adem başlığıyla verilen maddesi. Sen kimsin ki ey hırsızlığın yolsuzluğun koruyucu meleği, kutsal kitapların layık görmediği kadına şiddet uygulayan bir erkeği “peygamber olarak” düşünebiliyorsun.

Ey cahil sürüsü, kadınlar için erkek katliamından ve şiddetinden korunabilmek için Cennet’ten daha güvenli olan İstanbul Konferansı’nı bir haram söz ile kaldırmanız altında yatan kafa yapınız böylesi bir hezeyanın sonucu mudur?

Ve gerçekten, sizin kız çocuğunuz, saygı duyduğunuz bir eşiniz, ya da yaşattığınız bütün zorluklara severek katlanabilmiş bir ananız hiç mi olmadı da kadına karşı bu kadar zalim olabiliyorsunuz?

Ey yalancılar, “yaratılanı yaratandan dolayı severim diyerek felsefe yaptığınızı sanıyorsunuz ama eyleminizle bunun içine yapmıyor musunuz?

Ey cahiller, Adem ilk insansa, yani öncesinden gelen insanlar yoksa, kime peygamberlik yapacaktır? Eğer, peygamberliği hayvanlara değil de kendinden üreyecek nesillere yapacaksa: ilk eşine (Lilith-Kitabı Mukaddes-Tekvin suresi) şiddet uygulayarak egemenlik kurmaya çalışan bir adam. Üstelik, de kendisinin önemsiz bir kemiğinden üretilmiş değersiz bir varlık olan ikinci eşi tarafından ikna edilebilecek ve kendini yaratan tanrıya ihanet edebilecek kadar zayıf bir karakter. İlk iki oğlunu (Habil ve Kabil) doğru dürüst eğitemediği için, onların kıskançlık nedeniyle birbiriyle kavgaya girip birinin ötekini öldürmesine yol açabilen bir öğretici mi olur? Kendi çocuklarını bile eğitememiş bir aile “reisi” nasıl olur da insanlığa doğru yolu gösterebilen bir peygamber olabilir?

“Diplomasız ustalık” geleneği bu anlayıştan mı türemiştir acaba?

Ve bu eğitici, kendi çocuklarına bile “ölen birini gömmeyi öğretemediği ya da akıl edemediği için, ölen eşini gagasıyla kazdığı toprağa gömmeye çalışan bir kargadan cenazenin gömülmesi bilgisini öğreniyor. Ve üstelik Türk toplumunda “rehberi karga olanın…” diye başlayan sözü, halkının büyük çoğunluğu Müslüman olan bir ülkede neden kullanılır.

Madem ki Adem’in cehaletine taktınız kafanızı ve en kestirme kanıt olarak kendi zeka düzeyinize bakıp çözebileceğiniz bir sorun için bu kadar tantana yaparak bir sanatçının dilini kopartma görevini ya da hakkını nereden alıyorsun ey diplomasız reis.

Adem’e bu kadar sahip çıkıp, bir kadın sanatçının dilini koparmak yerine, Musa’ya sahip çıkıp “Tanrı’nın adını boş yere ağza almayacaksın”, çalmayacaksın, “öldürmeyeceksin!, “zina yapmayacaksın ve akrabalarından biri örneğin damadın bile olsa zina yapılmasına izin vermeyeceksin; haram yemeyeceksin”, “yalan şahitlik yapmayacaksın, ‘üstü çıplak, altı deri pantolonlu Gezi’cilerin taciz ve tecavüze yöneldiği gibi düşlerinle yalan şahitlik yapmayacaksın, diplomam var demeyeceksin, yüzüğümden başka servetim yok diyerek sahtekarlık yapmayacaksın, ve sana inanıp da yüzüğünden başka servet de edindiğini söyleyenleri yalancı diye suçlayıp zulüm yapmayacaksın, açgözlülük etmeyeceksin” diyen Musa’ya sahip çıksanız daha iyi olmaz mıydı? (Aseret ha-dibberot  (10 Emir).  (Tamam,  yüzüğü falan ben ekledim.)

******

Ey dini bütün dili yalan başkan, üstüne alınma sana demiyorum (ve o kadar onuruna düşkün olduğunu düşünmediğim için, alınmayacağını da biliyorum zaten): Ben düşkünlere, meczuplara, diploma hırsızlarına bile küfretmem, sadece eğer bir ateist değil de bir Müslüman olsaydım, karısını kırmadan ayvayı yiyen Adem’in derdiyle uğraşmak yerine, Türkiye tarihinin en büyük soygununu gerçekleştiren zat-ı Aliniz dahil dörtlü Organize Hırsızlık Çetesi’ni deşifre olmanızı anlarım, mesleğinizin riskidir, ama “Allahın ayetini makaraya alabilen eski bakanın yeni büyük elçin Egemen Bağış’ın dilini kessen daha hayırlı ve Allah’ın hoşuna giden bir iş yapmış olmaz mısın? Reza Zarrap’ı falan konuşmadım henüz, Burhan Kuzu’yu da, Kadın Kolları Başkanınızın Eroin mafyası reislerine sunulmak üzere üstlendiği kutsal görevi de konu yapmadım, unutmayın. Hani bunu bir iyilik yapmak için değil, yüzünüze kusacak da olsalar okurların midesi bulanmasın diye yapıyorum.

Sen ne Sedef Kabaş’ın, ne Sezen Aksu’nun dilini koparabilirsin büyük baş reis!  İnsanlar senin adını çok çabuk unutacaklar, biliyorum. Çünkü sen “Bevvâl-ı Çeh-i Zemzem’sin.” (Zemzem Kuyusuna İşeyen Adam). 

Ve her zalim gibi zen de zulmünde boğulacaksın.


[1]  Kitabı Mukaddes. Eski ve Yeni Ahit. ‘Tevrat’ ve ‘İncil’. Birleşmiş Kitabı Mukaddes Cemiyetleri Yay. 1991. Tevratı Şerif. Tekvin. Bap 2.

[2]  Kitabı Mukaddes. Tekvin. Bap 2 / 2.

[3]  Kitabı Mukaddes. Tekvin. Bap 2.  

[4]  Seyhanoğlu, Gülnur.  Lilith: Bir Feminist İdol. Makale.  28 Şubat 2000.

[5] Kitabı Mukaddes. Eski ve Yeni Ahit. ‘Tevrat’ ve ‘İncil’. Birleşmiş Kitabı Mukaddes Cemiyetleri Yay. 1991. Tevratı Şerif. Tekvin. Bap 2. (Alıntı başlarındaki sayılar sure numaralarıdır.)

[6]  Ergener, Reşit. Anatanrıçalar Diyarı Anadolu. Yalçın Yay. 1988. s. 49.

[7]  Kur’an’ı Kerim ve Türkçe Meali. Secde Suresi 7-9 ayet. Diyanet İşleri Başkanlığı Yay. 1987. s. 414


İ. Metin Ayçiçek – 26.01.2022

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑