Makaleler

Published on Eylül 4th, 2021

0

“Sabahattin Ali’yi CHP öldürttü” | Sinan Öztürk


Sabahattin Ali sadece yazar olarak değil, bu ülkede yazanların başına neler geldiğinin ve geleceğinin en önemli örneği olarak karşımızda durmaktadır. Bizi ilgilendiren sadece eserleri değil, kırk bir yaşında öldürülerek cesedinin kurda kuşa parçalatıldığı hazin hikayesidir aynı zamanda.

Çocukluğumdan beri tanıdığım bildiğim Sabahattin Ali, ölümünün ardından yetmiş yıl geçip, kitaplarının üzerindeki telif haklarının kalkmasıyla birlikte Türkiye’nin gündemine girdi. Kitapları, deyim yerindeyse „peynir ekmek“ gibi kapışılıyor. Bir yazarın kitaplarının böylesine ilgi görmesi çok iyidir denilebilse de, bu hareketlilik bir yandan da çok düşündürücü. Düşündürücü yanları şöyle sıralayabilirim:

Böylesine değerli bir yazarın okunması için, telif haklarının kalkmasını mı beklemek gerekiyordu? Önüne gelen ve kendisine yayınevi diyen bir çoğunluğun (Yapı Kredi’yi ayrı tutuyorum)  bu kitaplar, aslına uygun olmadan, kendilerince günümüz Türkçesine uyarlamak adına hadım mı edilmeliydi? Hadım edilen dil ve eserlerin geniş okur kitlelerine ulaşması ticari boyutları büyütürken edebi ve sanatsal boyutları küçültmedi mi?

Bir başka düşündürücü nokta ise, Sabahattin Ali‘nin „magazinleştirilmesi“dir. Özellikle sosyal medyanın, bir anlamıyla „cahiller kuyusu“nun çoğunlukla bir araya toplandığı arenada, içeriğine, arka planına bakılmaksızın Sabahattin Ali sözleri fink atmaktadır. Deyim yerindeyse telif haklarını kalkması, Sabahattin Ali’yi piyasanın bir ürünü haline getirerek içini boşalttığı bariz ortadadır. En çok okunan eseri olan „Kürk Mantolu Madonna“ kült bir eser olurken, çoğunluğun isme ve reklama takılarak okuduğunu, kitaptan bir şey anlamadığını, okudum demek için okuduğunu düşünüyorum.

Okuyucuyu biz seçemeyeceğimize göre, ne kadar okunursa o kadar iyi midir diyeceğiz? Benim için önemli olan, „ne kadar anlaşıldığı“dır. Ancak görünen o ki, Sabahattin Ali ülkenin tümü tarafından okunacak olsa bile anlaşılmadığıdır. Neden mi böyle düşünüyorum?

Sabahattin Ali bize ne anlatmaktadır?

Sabahattin Ali sadece yazar olarak değil, bu ülkede yazanların başına neler geldiğinin ve geleceğinin en önemli örneği olarak karşımızda durmaktadır. Bizi ilgilendiren sadece eserleri değil, kırk bir yaşında öldürülerek cesedinin kurda kuşa parçalatıldığı hazin hikayesidir aynı zamanda. Hatta onun bu hazin hikayesi yapıtlarının da önüne geçmiştir. Peki bu hikaye nasıl başlamıştır? Daha çok genç yaşlarda arkadaşları arasında okuduğu bir şiir onun bu hazin sonunun başlangıcıydı.

Hey ana vatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?

Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?

Cümlesi beli der enelhak dese
Lâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?

Bu şiirin ardından Sabahattin Ali, Atatürk ve İnönü’yü eleştirdiği, yerdiği iddiasıyla 22 Aralık 1932’de Konya’da öğretmenlik yaptığı sırada tutuklanarak bir yıl hapis cezasına çarptırılmış ve sonra üzerine 2 ay daha eklenerek cezası 14 aya çıkarılmıştır. Kendisi, bu cezayı almasının nedenini, aynı masada oturduğu ancak sonradan arasının açıldığı iki kişinin jurnallemesine bağlamıştır. Konya’dan Sinop Cezaevi’ne gönderilir, 10 ay süren tutukluluğunun ardından genel aftan yararlanarak serbest kalır. Ancak 1933 yılında  memurluktan kaydı silinir. Memurluktan atılması ve göreve dönmesi, engellenmesi yaşamını oldukça zorlaştıracaktır.

Başı öne eğdirilen yazar!

Araya hatırlı kişileri soksa da, ona başına gelenlerin haksızlık olduğu söylense de ellerinden bir şey gelmediğini söylerler. Ancak ona bir fikir verirler: Atatürk ile ilgili bir şiir yazması ve böylelikle belki affedilebileceği olasılığının doğmasıdır. O da bunun üzerine 15 Ocak 1934 tarihli Varlık Dergisi’nde, çok içten yazamadığı her haliyle belli olan “Benim Aşkım” adını verdiği şiiri yayımlar. Bu şiirle birlikte aynı zamanda kendisine yakıştırılan “komünist” sıfatını da üstünden atmak istiyordu. Sonunda muradına erer ve Atatürk’ün de onayıyla tekrar memuriyete dönmesi gerçekleşir. Yazdığı şiir şöyledir:

BENİM AŞKIM

Bir kalemin ucundan hislerimiz akınca
Bir ince yol onları sıkıyor, daraltıyor;
Beni anlayamazsan gözlerime bakınca
Göğsümü parçala bak kalbim nasıl atıyor.

Daha pek doymamışken yaşamın tadına
Gönül bağlanmaz oldu ne kıza, ne kadına
Gönlüm yüz sürmek ister yalnız senin katına
Senden başka her şeyi bir mangıra satıyor.

Sensin, kalbim değildir, böyle göğsüme vuran,
Sensin Ülkü adıyla beynimde dimdik duran
Sensin çeyrek asırlık günlerimi dolduran;
Seni çıkarsam, ömrüm başlamadan bitiyor.

Hem bunları ne çıkar anlatsam bir dizeye?
Hisler kambur oluyor dökülünce yazıya
Kısacası gönlümü verdim Ulu Gazi’ye
Göğsümde şimdi yalnız onun aşkı yatıyor.

Hazin sona doğru

Başı öne eğdirilse de başı beladan kurtulamamıştır Sabahattin Ali‘nin. Sağcılardan da solculardan da sürekli olarak eleştirilmiştir. Yaşam tarzı solcuların gözüne batarken, bir dönemler büyük dostu ve o dönemlerin popüler sağcılarından Nihal Atsız, her yerde onun komünist olduğu propagandasını yaparken onu vatan haini ilan etmiştir. Nihal Atsız’a birkaç kez dava açmasına rağmen, milli tahrik gerekçeleri öne süren mahkemelerce Atsız cezaevine girmeden soruşturmaların altından kalkmıştır.

Bu dönemlerde Markopaşa adlı mizah gazetesindeki siyasi hiciv yazılarıyla gündeme çok sık gelen, kitaplarının bir kısmı yabancı dillere, özellikle Rusçaya çevrilen Sabahattin Ali’nin eserlerinin çoğu toplatılmış ve yasaklanmıştır. Markopaşa daha sonra devletin kontrolüne geçirilir ve çok uzun sürmeden yayın hayatına veda eder. Bir ara İnönü’nün, susması karşılığında kendisine milletvekili önerdiğini de çevresindeki arkadaşlarına anlatır.

Markopaşa sürecinde sık sık takip edilir, tutuklanır ve bırakılır. Hakkında açılan davalar sürekli artar ve aleyhine gelişince memlekette yaşam alanı giderek daralır ve bu süreç onu yurtdışına çıkmaya iter. Yurtdışına çıkmak ister ama hakkındaki davalar pasaport almasına engeldir. Bu nedenle farklı yolları dener. Önce Suriye sınırı, olmayınca da bir nakliye kamyonu alarak Bulgaristan sınırını aşarak yurtdışına çıkmayı hedefler.

Ona bu noktada kendi çevresinde yardımcı olabilecek birisi olmadığından, eski cezaevi arkadaşı Berber Hasan’ın tanıştırdığı, silah çalmak suçundan ordudan ihraç edilen ve eski bir subay olan Ali Ertekin’le birlikte Kırklareli’ne doğru yola çıkarlar. Başta üç kişidirler ancak diğer kişi yolda onlardan ayrılır.

Sınırı geçerler ve geçtikten bir süre sonra Ali Ertekin, başına sopayla vurarak Sabahattin Ali’yi öldürür. Savunmasında Ali Ertekin; Sabahattin Ali’nin sınırı geçtikten sonra Bulgaristan ve Rusya’da çalışmalar yaparak Türkiye’de komünist bir ihtilal çıkaracağını söylediğini iddia eder. Sabahattin Ali’nin cesedi daha sonra bir çoban tarafından bulunsa da teşhis edilemez. Ali Ertekin her ne kadar idamla yargılansa da „milli hisleri tahrik edildiği“ için sadece dört yıl kadar ceza alır.


Ne anladık?

Konu uzun. Sabahattin Ali’yle ilgili çalışmalara çeşitli kitaplar, videolar ve gazete yazılarıyla ulaşılabilir. Bu yazının amacı, bütün bu olanlardan neyi anladık ya da hala anlamadık sorunsalına değinmek.

Türkiye bir aydınlar mezarlığıdır ve bu mezarlığın en önemli yanı bu aydınların “devletçe” katledilmeleri ya da katlettirilmeleridir. Kimler yok ki bu mezarlıkta? Mustafa Suphi ve arkadaşları, Sabahattin Ali, Bedri Karafakioğlu, Doğan Öz, 68 öğrenci hareketinin içinden gelenler, Musa Anter, Vedat Aydın, Turan Dursun, Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Sivas’ta yakılarak öldürülen 37 insan, Hrant Dink, Ahmet Taner Kışlalı, Abdi İpekçi, Kemal Türkler, Muammer Aksoy, Ümit Kaftancıoğlu, Cavit Orhan Tütengil, Onat Kutlar, Özgür Gündem’de çalışan çok sayıda gazeteci, Metin Göktepe, Ümit Doğanay, Bedrettin Cömert ve sanırım saysam adları bu köşeye sığmayacak kadar çok pırıl pırıl nice insanlar. Bir de bunların yanısıra vurularak sakat bırakılanlar, ömür boyu hastalıklarla uğraştırılanlar, açlık grevlerinde sakat bırakılanlar, sürgünde ölenlerin listesi var ki, bu liste de oldukça kabarık ve sanırım bir kitaba bile sığmayacak denli çoktur. Server Tanilli, Akın Birdal, Ahmet Kaya, Yılmaz Güney, Nazım Hikmet, İsmail Beşikçi, Enver Gökçe, Can Yücel, İlhan Selçuk, Fikret Başkaya, Haluk Gerger ve maalesef niceleri…

Bu insanların hepsinin ortak özelliği şuydu: Bu memleketi canları pahasına sevmeleri; demokrasiye inanmaları, yaşanılabilir bir ülke hayalleri ve umutları, çocuklara daha iyi bir dünya bırakma mücadelesiydi; ayrıca çok tanıdık bir ortak noktaları da hemen hepsinin “solcu” olmalarıydı. Devletin, Cumhuriyet’ten bugüne solculardan nefret ediyor olduğunun geriye dönük kanıtlarıdır bunlar.

Demek ki devlet bu hayalleri kurşuna dizmeyi çok istiyor. Devlet, hangi iktidar gelirse gelsin bu huyundan vazgeçmiyor. Ancak ne yazık ki hiçbir iktidar kendi zulmünü dile getirmez. Kendisiyle yüzleşmeyen hiçbir hareket, cumhuriyet, parti, tarih ilerleyemez; ancak işine gelmiyorsa geçmişin üzerini örter. Lakin gerçekler er veya geç gün yüzüne çıkarlar. Bu cumhuriyet kuruluşundan bugüne bir bütünsellik taşımaktadır. Bu bütünselliğin en önemli yanları eleştiriyi asla kabul etmemesidir; kendisini halkın üzerinde görmesi, önerileri her zaman mahküm etmesi ve yine kendilerini halk için bir lütuf görmeleridir. Bu bakış açısı bugün gelinen noktanın ne yazık ki hem temeli hem de müsebbibidir. Sabahattin Ali de bu yolda çok hazin bir kurbandır.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun 8 Şubat 2012 tarihinde bir televizyon kanalında dile getirdiği şu sözleri önemlidir:

“Cumhuriyet dönemiyle ilgili pek çok hatalar oldu, yanlışlar oldu. Nazım Hikmet’i kim hapse attı? CHP. Sabahattin Ali’yi kim öldürttü? CHP. Doğrulara her zaman doğru deriz ama yanlışların da istismar edilmesi doğru değil, biz bunu söylüyoruz. Yoksa Celal Bayar da Kuvayi Milliyecidir. Atatürk’ü Koruma Kanunu’nu DP çıkartmıştır.”

Ancak söylemlerden daha önemli olansa bu söylemlere sahip çıkmak ve ilerde bu tür söylemler zorunluluğunun ortadan kaldırılması için gerekli samimi çabalardır. Yoksa bu tür söylemler „Allah bizi affetsin!“den öteye geçmez. Bunun başarıldığı bir ülke ve dünyada uyanmak ümidiyle…


Sinan Öztürk – 04.09.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑