Makaleler

Published on Ocak 8th, 2022

0

Orta Asya satrancında stratejinin ikinci evresi: Kazakistan | Nihat Veli Yüce


Kazakistan’da yaklaşık bir haftadır başlayan kitlesel sokak hareketleri bir anda dünyanın dikkatlerini orta Asya bozkırına çevirdi. Kazakistan’da ortaya çıkan kitlesel gösteriler mevcut iktidarı devirmeyi başaracak olgunluktan ve önderlikten yoksundur.  Başarıya ulaşma şansı yakalayabilmesi halinde jeopolitik dengeleri kökünden sarsacak  ve bölgede domino etkisi yapacak gelişmelere yol açacaktır. Kendiliğinden gelişen kitle hareketlerinin başarıya ulaşma şansı zayıftır. Elbette doğru önderlik ve olgunlaşmış kararlı kitle gösterilerinin dahi her zaman başarıya ulaşıp ulaşmayacağını kestirmek zor. Bu tarz hareketlerin başarı şansı bir dizi iç ve dış dinamiğe bağlıdır. Kazakistan’da halk hareketine Komünist partiler ve örgütler, Pantürkist ve İslamist hareketler kendiliğinden oluşan doğal ittifak halinde öncülük yapmaya çalışmaktadırlar. Başarı şanslarının zayıf olduğunu belirtelim. Bu politik dinamikler iktidarı devirmeyi başarmaları halinde, daha büyük kaosu ve çatışmaları beraberinde getireceklerdir. Zira komünist ve pantürkist-islamcı hareketin geçici ittifakı başarı durumunda geleceği örme şansı olmayan bir ittifaktır. Emevi barbarlığı ile nazi faşizmini harmanlayan pantürkist islamcılığın valsi daha büyük tehlikelere kapıyı aralayacaktır.


Bununla birlikte bu kitlesel ayaklanmanın ardında Rusya veya çeşitli batılı güçlerin olduğu varsayımı, gerçek olsa bile mevcut kazak rejimini meşru göstermez. Diktatörlükle yönetilen, demokrasisi gelişmemiş, yoksulluk ve yolsuzluk üzerine bina edilmiş rejim giderek geniş halk kitleleri üzerinde tamamen bir zulüm aygıtına dönüşmüş, bir avuç soyguncu oligarkın insafına terkedilmiş geniş halk yığınlarının kendilerini ifade edecek bütün kanallar kapatılmış, bütün aykırı sesler şiddetle bastırılmıştır. Mevcut rejimin tarihin çöplüğüne süpürülmesi haklı ve meşru bir eylemdir.  Bu durum bütün orta Asya cumhuriyetlerin de hemen hemen aynıdır.  Dış müdahalenin etkisi olsun olmasın, mevcut iktidarın devrilmesi meşrudur. Aksine Nazarbayev ve ardılı Tokayev diktatörlüğü bir avuç oligarkı temsil eden, meşruluğunu yitirmiş bir yönetimdir. Bir Azerbaycan vatandaşının söylediği gibi, “bahçemizde dahi petrol çıkıyor, fakat biz yoksul ve açız. Zira bir avuç oligark bütün zenginliklerin üzerine çöreklenmiş ve halk yoksulluk içinde”. Orta Asya Türki cumhuriyetleri denen, Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, ve Azerbaycan’da hemen hepsinde durum aynı. Demokrasi bilinci gelişmemiş, ortaçağ tiranlığından sıyrılmadan, Çarlık Rusya’sının diktatoryal hegomonyasına girmiş, sonrası Stalinizmin bütün şiddetini yaşamış, 1989 yılından itibaren komünist partisi artıklarının bireysel diktatoryasına yenik düşmüş, birey kültü, lider kültü dışında farklı demokratik seçenekleri deneyimlememiş bir coğrafya. Burjuva demokrasisinin en kaba biçimini dahi yaşamamış bir tirandan diğer tirana kucak açarak mutlu gelecek arayan, şimdilerde ise pantürkist islamcı faşizmin değirmenine akan talihsiz bir coğrafya.

Bilindiği üzere, Kırgız, Hiung-nu, Uygur, Karluk ve Göktürk gibi toplulukların antik zamanlarda hükmettikleri geniş Kazakistan bozkırları, 1206 yılından itibaren Moğol istilasına maruz kalmıştır. Ancak 1465 te Kazak hanlığı bir araya gelmiş bozkır halkları,  federatif yapı sayılabilecek üç bölgeli bir süreçte yaşamıştır. Büyük , orta ve küçük Orda diğer değimle ulu cüz, orta cüz ve küçük cüz biçiminde üç bölgeli yönetime bölünmüş bu deneyim başarısız olmuş, iç çatışmaları büyütmüştür. Ağır aksakta olsa Kazak hanedanlığı 1847’ye kadar varlığını sürdürmüş, bu tarihten sonra Rus egemenliğine girmiştir.  Ekim devrimi sonrası Sovyetler birliği ile bütünleşen Kazakistan 91 de biçimsel bağımsızlığına  kavuştu. Nursultan Nazarbayev liderliğinde şekillenen Kazakistan yönetimi 93 anayasasını iki kez değiştirerek, demokrasiyi rafa kaldırmaya başladıkça yozlaştı, kitlelerden tamamen koparak yolsuzluk girdabında bir avuç oligarkın diktatoryasına dönüştü. Bu serüven Türki Cumhuriyetler denen bütün coğrafyada hemen hemen aynı oldu.

2.724.900 km kareye yayılan yaklaşık 19 milyon nüfuslu Kazakistan’da, %68  Kazak, % 19 Rus, % 3,5 Özbek % 9,5 ise diğer azınlıklar yaşamaktadır. 30 milyar varil petrolü ile ilk 12 de, 55.5 Trilyon metreküplük doğalgaz rezervi ile ilk 20 de yer alan, Uranyum, Krom, Kurşun, Çinko, Bakır, Demir, Altın, Kömür gibi değerli mineral ve madenlere sahiptir.  Dış ticaretinde ihracatının %59 unu petrol ve yan ürünleri, %19 unu Demir ve metaller, % 5 ini Kimyasallar, %3 ünü makine, %14 ünü ise, yün, et, tahıl, kömür vb. ürünler oluşturmaktadır. Geniş dalgalı ovaları, az nüfusu ve zengin yer altı ihraç ürünlerine sahip olsa da halk yoksulluk içinde. Bölüşümde adalet olmadığı sürece, bir devlet ne kadar güçlü ve zengin olursa olsun geniş halk yığınlarınınn kaderi yoksulluk ve açlıktır. Bölüşümde adalet yoksa toplumsal barış ta yoktur, demokrasi de. Bölüşümde adalet yoksa bir avuç mutlu azınlık ve milyonlarca mutsuz halk kitleleri var demektir. Bölüşümde adalet yoksa hiç bir din, hiç bir milli duygu bu adaletsizliğe çözüm olmaz, mutlu azınlığın kitleleri uyutma aparatı olmaktan öte bir rol oynamaz. Bölüşümde adalet yoksa,  barış, hukuk, demokrasi, insan hakları ve özgürlükler olmaz. Bir yerde paylaşımda adalet yoksa orada demogoklar ve şarlatanlar iş başında olur. Bakın Kazakistan’a, Kırgızistan’a, Tacikistan’a, Türkmenistan’a, Azerbaycan’a, Türkiye’ye, Ermenistan’a, Beyaz Rusya’ya demogoklar, şarlatanlar, şakşakçılar ve bir avuç yandaş mutlu azınlık görürsünüz, diğer yanda, işsizlik, yoksulluk, sefalet içinde, mutsuz geniş halk kitleleri ve 24 saat bu kitlelere pompalanan dinci ve milliyetçi söylemi görürsünüz.


Geçmişte Emevilerin katliam ve işgallerine direnen orta Asya bozkırı, sufizmin mistik ince yöntemlerine yenik düşerek arap kültürüne boyun eğmiştir. Emevilerin katliam ve talan eksenli işgallerinin oluşturduğu tepkiyi, sufizm yumuşatarak topluma kabul ettirmiştir. Bu yönüyle İslam coğrafyasında sufizm vahşetin etkilerinin üzerine cila çektirerek, vahşetle başarılamayanı, daha ince yöntemlerle başarmıştır. 1800’lü  yılların ortalarından itibaren adım adım yükselen Turancı, Pantürkist eğilimlerle,  islamcı eğilimlerin sentezi olan Pantürkist İslamcılık bu coğrafyanın gerçek sorunlarının üstünü örterek, Türk dünyasının birliği ile İslam birliği gibi birinin diğerini boşa düşürdüğü, milliyetçilikle, ümmetçilik gibi özünde birinin diğerini dışladığı iki farklı stratejik eğilimi iki yüzlüce propaganda malzemesi haline getirerek boş hayal satmışlardır. Bu hayal tüccarları Endonezya’dan Kongo’ya uzanan coğrafyada çoğunluğu Türki olmayan uluslardan İslam birliği oluşturma çabası ile, sadece Türki olan toplulukların birliğini savunan Turancı pantürkist eğilimi aynı koltukta taşıyarak, birinin diğerini geçersiz kıldığı iki farklı stratejiyi uyumlu ve aynı stratejik hedefmiş gibi sahtekarca pazarlamışlardır. İkiside tamamen hayal ürünü olan, gerçekleştirilme şansının eşyanın tabiatına aykırı olduğu gerçekliğini gizleyerek tamamen toplumu aldatma üzerine kurulu sahtekarlığı siyasetin temel dinamiği gibi sunmuşlardır.  Bugün de tamamen bir avuç oligarkın çıkarlarına hizmet eden, geniş halk yığınlarını yoksulluğa, açlığa ve kırıma uğratan iki yüzlü yalan ve talan üzerine kurulu politik söylemi üst perdeden dillendirmektedirler.

Fergana vadisini üs edinen vahabi-selefi örgütlerin Kazakistan, Tacikistan, Türkmenistan, Özbekistan, Azerbaycan, Türkiye, Kuzey Afganistan, Sincan gibi, Turancı-Pantürkizmin büyük Türk yurdu dediği geniş bir coğrafyada gün geçtikçe güçlenmektedir. Farklı fikirlere, inançlara düşman, kültürel çeşitliliğe düşman, tamamen yoz, lümpen, tecavüzcü, kelle kesmekten haz alan, totaliter anlayışın Suriye, Afganistan, Irak, Nijerya gibi coğrafyalardaki icraatları henüz hafızalarda canlılığını korumaktadır. Enver ve Talat’ın maceralarından yakından bildiğimiz Pantürkizmin yeni versiyonları vahabi-selefi barbarlığın koltuk değnekliğine oldukça gönüllüdürler. Orta Asya cumhuriyetlerinde vahabi-selefi islamcı barbarlık ile, pantürkizm kol kola Trans-Atlantik ittifakının hançeri durumundadırlar ve bu hançer orta Asya’nın kalbine saplanmıştır. ABD ve bağlaşıklarının Rusya ve Çin’in hinterlandına sapladıkları bu hançer, bölgeyi kör dincilik ve milliyetçilik üzerinden istikrarsızlaştırmaya ve boğazlaşmaya götürmektedir. Bu nedenle Afganistan Taliban üzerinden merkez haline getirilmiştir. ABD’nin Afganistan hamlesi bu büyük projede pazılın bir parçası, en önemli stratejik parçası durumundadır. Pazılın bütününü görmeden bir parçasına takılıp kalmak meseleyi anlamayı zorlaştıracaktır. Kazakistan’da ortaya çıkan litlesel isyan radikal islamcı eğilimleri güçlendirirken, gelecekte Kazakistan bu çatışma fay hattına eklenerek istikrarsızlığın daha da büyüdüğü bir coğrafya olmaya adaydır. Diğer yandan Rusya ve Çin bu halk isyanından memnundurlar. Zira Rusya’nın Kazakistan rejiminin kendisine daha çok yaklaşmasının, buradaki Rus askeri varlığını güçlendirmesinin kaldıracı olarak kullanmaktadır. Batılı emperyalistlerin hamlesine karşı, doğulu emperyalistlerin  karşı hamlesi, bölgede ikinci stratejik evreye geçişi işaret etmektedir.

Bu çarkı kıracak olan, bölge halklarının din, dil, milliyet ayrımı yapmadan halkların kardeşçe ortaklaşması, sanat, edebiyat, felsefe, bilim, teknoloji ve demokrasi ekseninde sürekli gelişmeleri, lider kültünü, totaliter, tekçi kültü yıkarak ve ortak mücadeleyi doğaya saygılı biçimde yükselterek olacaktır. Aksi halde fillerin dövüşünde çim olup ezilmek kaderleri olacaktır.


Nihat Veli Yüce – 08.01.2022

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑