Makaleler

Published on Temmuz 9th, 2022

0

Mültecilik, göçmenlik ve mücadele | Serpil Arslan

Mültecilere, göçmenlere yönelik saldırıların çapı bu kadar yüksek iken özellikle Avrupa ülkelerinde tepkiler epeyce cılız. Yerli göçmen örgütlerinin konu ile kurdukları ilişki ise yetersiz. Bu nedenle özellikle Türkiye ve Kürdistanlı örgütlerin kendilerini doğrudan etkileyen bu konuda daha etkin adımlar atması, ilerici, antifaşist örgütlerle, mülteci örgütleri ile yan yana gelerek karşı duruş örgütlemesi oldukça önemlidir. Son dönemde özellikle Fas-İspanya sınırındaki mülteci katliamına karşı konfederasyonumuzun ve ADGB’nin tepki örgütlemek için açığa çıkardığı öncülük pratiği önemliydi. Bu hattı önümüzdeki dönem daha fazla derinleştirmeliyiz.

Kapitalizmin, gerçekleri ters yüz ederek sunduğu ve kendisine meşruiyet alanı yaratmak istediği konulardan biri de göç hareketleri ve mültecilik olgusudur.

Eşitsizliklerin alabildiğine arttığı, kapitalizmin krizinin derinleştiği bugün yerküre emperyalist savaş, işgal saldırıları ile ısınıyor. Topraklarında savaş çıkarılarak işgal edilen işçi ve emekçiler, yoksul halk ise göç yollarına düşüyor. Savaştan, yoksulluktan, siyasi baskılardan, kapitalizmin yarattığı iklim krizinin sonuçlardan kaçarak hayatta kalabilmek için daha güvenli ülkelere doğru göç yollarına düşüyorlar. Yüz milyon insanın göçmen durumunda olduğu günümüz koşullarında mülteciler, kendilerinden çalınanı almak ve yeni bir hayat kurmak için kopuyorlar köklerinden. Daha güvenli yerlerde daha iyi koşullarda yaşamak için göç yollarına düşen mültecileri ise Akdeniz’de batan tekneler, Polonya sınırında donarak ölme, Ege’de çırılçıplak soyulup eşyalarına el konulduktan sonra denize geri atılma, AB sınır polisi Fronteks tarafından öldürülme gibi sonlar beklemektedir. Her gün onlarca mültecinin sınır boylarında yaşamını kaybettiği bu durum basına bile yeterince yansıtılmayarak gündelik hayatın sıradan olguları haline getiriliyor. Öyle ki, Fas-İspanya sınırında dünyanın gözleri önünde İspanya ve Fas işbirliği ile gerçekleştirilen katliamdan sonra İspanya devlet başkanı Fas polisine teşekkür edebiliyor.

ABD’de ise kaçak yollarla giren 40 mülteci bir römorkta ölü bulunuyor. Kapitalist devletler üzerinde bile durmazken infial yaratması gereken bu katliama karşı göçmen örgütleri, insan hakları örgütleri nezdinde bile tepki açığa çıkmıyor. Yaşanan bu olaylar, mültecilerin, göçmenlerin kapitalist devletler nezdinde sadece işgücü olduğunu, işgücüne ihtiyaç olmadığında ise yaşayıp yaşamadıklarının hiçbir öneminin olmadığını bir kez daha görüyoruz.

Göç yollarında hayatta kalmayı başararak Avrupa ya da dünya ülkelerine gelen mültecileri ise kamplarda insanlık dışı koşullarda yaşamak bekliyor. Suruç katliamında yaralanan Sezgin Dağ örneğinde olduğu gibi sağlık hizmetlerinin yetersizliği kamplarda ölüme yol açabiliyor. Almanya’da gerçekleştirilen Hanau katliamı örneğinde olduğu gibi kitlesel ırkçı saldırılarda katlediliyor göçmenler. Faili kapitalist devletler olduğu halde katliam tetikçileri üzerinden göstermelik yargılamalar yapılıyor. Onlardan da sonuç alınamıyor.

Kapitalist sistem kendisinin yarattığı mültecilik, göçmenlik durumuna karşı tüm bu saldırıları örgütlerken yerli halka da yaşanılan yoksulluğun, işsizliğin sorumlusu olarak göçmenlerin, mültecilerin varlığını göstererek halkları karşı karşıya getirmektedir. Aynı zamanda bu ırkçı saldırılara karşı tepkileri nötralize etmektedir. Bu durumu ırkçı faşist partiler eliyle, Almanya’da AFD, Türkiye’de İYİP, MHP, Zafer Partisi gibi faşist partilerce doğrudan kışkırtmaktadır. 3 milyon 700 bin Suriyeli mültecinin olduğu söylenen Türkiye’de faşist saray diktatörlüğü bir yandan bu durumu fırsata çevirip AB fonları alıyorken; diğer yandan ırkçı, milliyetçi faşist duyguları ayağa kaldırarak işçi ve emekçilerin öfkesinin kendisine yönelmesini engellemeye çalışmaktadır. Yakın bir zamanda Osmaniye’de mültecileri hedef alan linç saldırıları, Van’da doğrudan korucuların mültecileri taşıyan bir aracı hedef alarak taraması bu durumu gösteren örneklerdendir. Faşist sömürgeci saray diktatörlüğü ”mülteci krizini” aynı zamanda Rojava’ya gerçekleştirmeyi planladığı saldırının gerekçelerinden biri haline getirerek başta ABD olmak üzere AB ülkelerine kabul ettirmeye çalışmaktadır.

Göçmenlere yönelik saldırı yasalarını çıkaran, geri gönderme saldırılarını gerçekleştiren, ihtiyaç duymadığı emek gücünü en insanlık dışı yöntemlerle sınır dışı etmek isteyen AB ülkeleri ve emperyalist devletler, ülkelerine gelen mültecileri geri göndermek için taşeron devletlerle anlaşarak mültecileri ülkelerinden çıkarma yoluna gitmeye başladı. Önce Büyük Britanya 30 mülteciyi Ruanda’ya göndermeye çalıştı. Karar, GİK-DER’in aralarında olduğu demokratik kitle örgütlerinin mücadelesi sonucu uygulanamadı. Britanya hükümet sözcüleri yasa çıkararak kararın uygulanması yoluna gidileceğini açıkladı. Benzer uygulamayı Danimarka’nın da yaptığı görülüyor. Ruanda’da mültecileri geri göndermek için geçen yıl bir yasanın çıkarıldığı ve sığınma evi kurulması için temaslarda bulunulduğu yansıyor haberlere.

AB-Türkiye arasındaki göçmen anlaşması da tam olarak böyle bir şey. Türk devleti, AB’nin göçmen taşeronluğunu yapıyor. ABD ise Meksika’yı taşeron olarak kullanmak istiyor. Kriz koşullarında göç hareketlerini bu biçimde yönetmeye çalışan kapitalistler bu bölgelerde aynı zamanda ucuz işgücü merkezleri de oluşturmaya çalışıyor.

Son dönemde aynı zamanda politik mültecilere yönelik de saldırılar artıyor. Politik faaliyetlerinden dolayı Avrupa ülkelerine gelen mültecilerin önemli bölümüne oturum verilmeyerek sığınma talebi karşılanmıyor. Siyasi mülteci kimliği ile Avrupa’ya gelenler hakkında soruşturma ve arama kararları olmasına rağmen oturum verilmeyerek geldiği ülkeye iade edilebiliyor. Bu uygulama giderek daha fazla ülkede uygulamaya geçmeye başlıyor.

Sırbistan’da tutuklu bulunan ve Türkiye’ye iadesi istenen Ecevit Piroğlu bu durumun son örneklerinden. Politik kimliği, aldığı cezalar, süren soruşturmalar ortadayken Piroğlu Türk devletine iade edilmeye çalışılmaktadır. Göçmen örgütlerinin mücadelesi ile karar çıkması beklenen duruşma iki kez ertelenirken, Piroğlu, açlık grevi başlatarak mücadelede yeni bir etaba girdi.

Mültecilere, göçmenlere yönelik saldırıların çapı bu kadar yüksek iken özellikle Avrupa ülkelerinde tepkiler epeyce cılız. Yerli göçmen örgütlerinin konu ile kurdukları ilişki ise yetersiz. Bu nedenle özellikle Türkiye ve Kürdistanlı örgütlerin kendilerini doğrudan etkileyen bu konuda daha etkin adımlar atması, ilerici, antifaşist örgütlerle, mülteci örgütleri ile yan yana gelerek karşı duruş örgütlemesi oldukça önemlidir. Son dönemde özellikle Fas-İspanya sınırındaki mülteci katliamına karşı konfederasyonumuzun ve Avrupa Demokratik Güç Birliği’nin (ADGB) tepki örgütlemek için açığa çıkardığı öncülük pratiği önemliydi. Bu hattı önümüzdeki dönem daha fazla derinleştirmeliyiz.

Mülteciler için dayanışma birimleri kurarak yaşamsal sorunlarına çözümler geliştirilmeli, aynı zamanda mültecilerin örgütlenmesi hedeflenmelidir. Saldırılara karşı örgütlü tepkiyi açığa çıkarmanın önemi Ruanda’ya gönderilmek istenen mültecilerin açlık grevi eylemi ve demokratik kitle örgütlerinin sahiplenme düzeyinin sonucunda elde edilen kazanım örgütlü mücadelenin önemini bir kez daha göstermiştir.

Mültecilere, göçmenlere yönelik saldırılara karşı örgütlü mücadeleyi yükselterek saldırının kaynağı emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadeleyi büyütmek temel sorumluluğumuzdur aynı zamanda.


Serpil Arslan – AVEG-KON Eş Başkanı
ETHA – 07.07.2022

Tags: , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑