Makaleler

Published on Ekim 25th, 2021

0

Muharrem İnce Atatürkçülüğü, Hüseyin Şenol gazeteciliği | İ.Metin Ayçiçek


CHP’lilerin önemli bir kısmı salt CHP’li oldukları için kendilerini “aydın” sayarlar. Oysa kara cahildirler birçok konuda. CHP’lilerin çok büyük bir bölümünün bilinçli birer Atatürkçü olduğunu söylemek en az Tayyip’in Müslüman olduğunu söylemek kadar büyük bir yalandır…

 Muharrem İnce denilen cahilden oldum olası hoşlanamadım. CHP içinde tam bir çıbanbaşıydı. Ben parti olarak elbette CHP’yi de sevmedim, sevemem de. Tayyip’i göz göre göre iktidara taşıyan da oydu, törenle çarşaflı üye kabul eden de oydu, dokunulmazlıkların kaldırılmasına kafadan destek çıkan da oydu. CHP’yi sevmem demek CHP’lilerin bütününü de sevmem anlamına gelmiyor elbette. Cahili çoktur CHP’nin, “aydın” görünmeye çalışır ama Baykal’la ilgili kasetleri taşıyan da CHP içinde olduğuna göre, daha çok “karanlık”tır CHP’nin içi. Modern sayar kendini, ama elitisttir sadece. Seçkinlere yönelir politikada halka değil. Atatürkçü sayar kendini ama düşüncelerine katılayım katılmayayım Mustafa Kemal’in savunduğu birçok tezi anlamak şöyle dursun varlığından bile haberdar değildir. Ve bu nedenle de sık sık kendi ayağına sıkar silahı. Acemilikten değil elbette, sadece telaştan.

Muharrem İnce denilen dallama tip, son konuşmalarından birinde şöyle demiş: “Bizim 6 ana ilkemiz var: Bizim partimizde Atatürk’e laf edemezsin. Doğaya ve çevreye saygı göstereceksin. Kadına şiddet ve çocuk istismarını yüksek sesle kınayacaksın. Ranta, siyasetten rant elde etmeye karşı çıkacaksın. Terörün her türlüsünü kınayacaksın. İnsanlar arasında ayrımcılık yapmayacaksın, ırk, din, dil, cinsiyet, bu tartışmalara girmeyeceksin. Bizim ilkelerimiz bunlar.”

Muharrem’i nasıl tanırsınız ey cemaat? Hani şu Cumhurbaşkanlığı seçiminde, henüz sayımlar bitmeden yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanlığını Tayyip’e teslim eden; ertesi gün ben seçimi evde izledim, biraz fazla alkol almıştım, sarhoştum” diyebilecek kadar sorumsuz, sistem için sorunsuz, insanlık için onursuz tip. CHP’den ayrılıp yeni parti kurdu. Ve Atatürkçü olarak bir fetva da o verdi. “ ‘PeKeKe’ diyeni istemeyeceksin kardeşim, ‘PeKaKa’ terör örgütü. Bu kadar.”

CHP’lilerin önemli bir kısmı salt CHP’li oldukları için kendilerini “aydın” sayarlar. Oysa kara cahildirler birçok konuda. CHP’lilerin çok büyük bir bölümünün bilinçli birer Atatürkçü olduğunu söylemek en az Tayyip’in Müslüman olduğunu söylemek kadar büyük bir yalandır. Çoğu CHP’li Atatürkçü olduğunu söyler, ama örneğin evlerinde sakladıkları Nutuk adlı kitabı okuyup okumadığını test edin, çok büyük çoğunluğunun okumadığını göreceksiniz.

Seçim kaçkını herif kükrüyor adeta: “Bizim partimizde Atatürk’e laf edemezsin.”

  İyi de sen gerçekten Atatürk’ü tanıyor musun ey seçim kaçkını karanlık kimlik?

DERS 1. Atatürk Türkçesinde PeKaKa değil  PeKeKe yazılır.

‘Pekeke’ diyeni istemeyeceksin kardeşim, ‘Pekaka’ terör örgütü. Bu kadar.” Neden? PKK kısaltmasını Türkçeye uygun olarak okuyan tek örgüt PKK’dir. Cehalet parayla değil elbette, ama zavallı ülkemin cehalete doymayan halkı, parayla olmasa bile cehaleti yine de az kullanmak gerekmez mi?

“Osmanlı’nın geleneksel ve tek tip olmayan eğitim kurumlarını kaldırıp eğitim birliğini sağlamaya çalışan cumhuriyet kadroları, geçmişle bağın en güçlü halkalarından biri olarak görülen harf değişikliğini gerçekleştirme çabasına girişmişlerdir. Geçmişin zihniyetinin kültür normlarının derinliklerinde saklı olduğunun farkında olan cumhuriyet kadroları, alfabe, dil, tarih gibi yüzyılların birikimi sonucu toplumda yer etmiş kültür normları kaldığı sürece, geçmişi sorgulamanın ne denli güç bir uğraş olduğunun da bilincinde olmuşlardır. Bu haliyle harf değişikliği, geçmişle tam anlamıyla bağları kesmenin başlangıç noktası olmuştur, kültürel alandaki kopuşun, kırılmanın simgesi haline gelmiştir (Toprak, 2003: 68).” (Hanifi Kurt. Yrd. Doç. Dr. Ege Üniversitesi İletişim Fakültesi. ‘Harf Değişikliği ve Basının Yeni Harflere Geçerken Takındığı Tutum’. Akdeniz İletişim Dergisi.)

 Şimdi yine bilimden bir aktarma yapalım:

1.11.1928 tarihinde kabul edilen ve 3.11.1928 tarihli 1030 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan 1353 numaralı “Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkında Kanun”, bir ulus yaratmak amacında olan Mustafa Kemal’in, geçmiş kültür normlarının taşıyıcısı olabilecek tarih bilgilerinin yanı sıra Osmanlı arşivlerini devreden çıkaracak olan “Latin alfabesini” hemen devreye sokarak her şeyden önce bunun örgütlenmesine önem ve ağırlık verdi. Ve bu çabanın başına da doğrudan kendisi geçerek tanıtımlar yaptı.  Yani “Harf Devrimi”, “Ulusun Başöğretmeni” tarafından hassasiyetle korunmuş ve kollanmıştır.

 Kemalizme yönelik düşüncelerimin eleştirel olduğunu elbette beni okuyan herkes bilir. Ve bunu düşüncelerimi saklamadan, tahrifat yapmadan sürdürmek bir ahlak felsefesinin zorunluluğudur. Ama Muharrem İnce gibi çıkar ve mevki karşılığında satmayacakları hiçbir şey olmayan kişiler, tapındıkları Mustafa Kemal’i de tahrif edecek kadar cüretkârdırlar.

PeKeKe’ye PeKeKe dememek; bu örgütün haklı bir davadaki direnci ve halkından aldığı sınırsız gücü karşısında hiçbir şey yapamayan milliyetçi-ırkçı Türk refleksi (ki, “önderimiz” dedikleri Atatürk’ün de “haklı bir davanın mücadelesinin zafere kadar devam edeceğini” söylediği halde)  Atatürk’ü bile kolayca satabilir ve Muharrem İnce’de olduğu gibi satmaktadır da.

“Türk Harflerinin Kabul Ve Tatbiki Hakkında Kanun”, Latin alfabesinden alınan harfleri okunuşunu da tek tek kanun metni içerisinde belirtmiştir. Söz konusu kanunun bazı maddelerini aktaralım:

 Madde 1 – Şimdiye kadar Türkçeyi yazmak için kullanılan Arap harfleri yerine Latin esasından alınan ve merbut cetvelde şekilleri gösterilen harfler (Türk harfleri) unvan ve hukuku ile kabul edilmiştir.

Madde 2 – Bu Kanunun neşri tarihinden itibaren Devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bilcümle şirket, cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların kabulü ve muameleye konulması mecburidir.

Ve bu yasayla birlikte alfabenin okunuşuna ilişkin kanun belirlemesi de açıktır: Sessiz harfler, sağına konulan “e” seslisi ile okunurlar. Yani Türkçe’de “ka” diye okunan bir harf yoktur, “ke” olarak okunan k sessizi vardır.

Atatürk’ün harf devrimi böylesine açıkken, PeKeKe’ye PeKaKa diyerek Türkçeyi bozmakla PKK’ye nasıl bir darbe vurulabileceğini anlamak için ise, bu kullanımı yapan dallamalara sormak gerekir. (Dallama sözcüğünü çok sevdim. Gerçek anlamı ağcı aşılamak; mecaz olarak: salak, aptal kaba kişi anlamına geliyormuş.)

Yani demem o ki: İşe bak, sömürgeci Türkiye’de Atatürk’ün “devrimlerinden en önemlisi” olarak tanımladıkları “Latince Harflerin Kabulüne İlişkin Kanun”una rağmen, sırf politik nedenlerle Türkçeyi bozanlara karşı, Türkçeyi korumak, anadilleri Kürtçe olan sömürge Kuzey Kürdistan’ın yiğit direnişçilerine düştü.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ünlü seksen milyonla kafa bulan herif kalkmış “İnsanlar arasında ayrımcılık yapmayacaksın, ırk, din, dil, cinsiyet, bu tartışmalara girmeyeceksin. Bizim ilkelerimiz bunlar” diyor ve kendini Atatürkçü olarak adlandırıyor.

Muharrem İnce, “ ‘PKK terör örgütü’ diyen herkesle iş birliği yaparım, demiyorsa yapmam” diye konuşmuş. Elbette kendi teşhisini doğru yapmış bu yaratılış hatası varlık. Eğer sadece politik bir tartışma konusu olduğu için dillendirmeyip, gerçekten savunuyorsa dört dörtlük ırkçı olan bu karaktersizin söylemlerini Atatürk’e dayandırması (ben bir Atatürkçü ya da Kemalist olmamama rağmen) büyük bir tahrifattır, sahteciliktir. Eğer okuduysa unutmamıştır ama söylemez ve bu nedenle ahlaksızlığın en tipik örneğidir.

DERS 2.  Kürt’ün ve Kürdistan’ın varlığı ve “kendi kaderlerini tayin hakkının kabulü Atatürk’ün olmasa da Mustafa Kemal’in programında var idi. İşte sadece bir kanıt. 

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ünlü seksen milyonla kafa bulan herif kalkmış “İnsanlar arasında ayrımcılık yapmayacaksın, ırk, din, dil, cinsiyet, bu tartışmalara girmeyeceksin. Bizim ilkelerimiz bunlar” diyor ve kendini Atatürkçü olarak adlandırıyor.

Muharrem İnce, “ ‘PKK terör örgütü’ diyen herkesle iş birliği yaparım, demiyorsa yapmam” diye konuşmuş. Elbette kendi teşhisini doğru yapmış bu yaratılış hatası varlık. Eğer sadece politik bir tartışma konusu olduğu için dillendirmeyip, gerçekten savunuyorsa dört dörtlük ırkçı olan bu karaktersizin söylemlerini Atatürk’e dayandırması (ben bir Atatürkçü ya da Kemalist olmamama rağmen) büyük bir tahrifattır, sahteciliktir. Eğer okuduysa unutmamıştır ama söylemez ve bu nedenle ahlaksızlığın en tipik örneğidir.

Henüz Atatürk adını almamışken, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal’in Meclis’te yaptığı bir konuşmayı olduğu gibi aktarıyorum. Osmanlı aydın-bürokrat dili olan bu “Türkçe”yi günümüz Türkçesine çevirmeyeceğim. Bu alıntı içerisinde geçen Kürt, Kürdistan gibi sözcükleri, ulusların kendi kaderlerini tayin hakkının kabulü gibi açıklamaları okuyunca kahrolun, kıvranın oturduğunuz yerde, “ne söylüyor acaba?” diyerek çırpının, “o da mı kafayı yemiş?” diye yorum yapın ve hiçbiri tutmazsa eğer o zaman da yazar yalan söylüyor diye atın çamurunuzu. Ve ben her iddianızda aynı kaynaktan benzer belgelerle dikileceğim önünüze. Yok eğer ırkçı-milliyetçiliğin hezeyanı içinden çıldırmamışsanız ve gerçekliği öğrenmek için birazcık ilgiliyseniz, öğrenmek için birazcık emek verin ve elinizin altındaki çağdaş teknolojiyi de kullanarak çevirisini siz yapın, benzer kaynakları sorun ve size 1922’de aynı Mustafa Kemal’in yeni devlette Kürtlerin de Kürdistan adıyla otonom bir yönetimle yaşayabileceğini, bunun mevcut anayasaya da ters düşmediğini” anlatan konuşmasını da aktarayım. Ama bu konuyu araştırmadan kafadan karşı çıkacaksanız, gözü dönmüş bir ırkçı-milliyetçiliğin beyinden yoksun bir kuklası olduğunuzu itiraf ederek dürüst davranmış olursunuz.

Bunu elbette ikbal uğruna her şeyi satabilen Muharrem İnci’den beklemem mümkün değildir. Ve buyrun resmî belgemizi:

TBMM – Yetmiş Sekizinci İnikat. 22 Temmuz 1338 Cumartesi. İkinci Celse. Reis: İkinci Reis Vekili Adnan Beyefendi. Kâtip: Âtıf Bey (Kayseri) …

“MUSTAFA KEMAL BEY – Efendim… Kürdistan hakkında Büyük Millet Meclisi Vekiller Heyeti’nin Elcezire cephesi kumandanlığına talimatıdır:

1. Tedricen bütün memlekette ve vasi mikyasta doğrudan doğruya halk tabakatının alakadar ve müessir olduğu surette idarei mahalliyeler ihdası siyaseti dahiliyemiz icabındandır. Kürtlerle meskun menatıkta ise hem siyaseti dahiliyemiz ve hem de siyaseti hariciyemiz noktai nazarından tedricen mahalli bir idare ihdasını iltizam etmekteyiz.

2. Milletlerin kendi mukadderatlarını bizzat idare etmeleri hakkı bütün dünyada kabul olunmuş bir prensiptir. Biz de bu prensibi kabul etmişizdir. Tahmin olunduğuna göre Kürtlerin bu zamana kadar idarei mahalliyeye ait teşkilatlarını ikmal etmiş ve rüesa ve müteneffizanı bu gaye namına bizim tarafımızdan kazanılmış olması ve reylerini izhar ettikleri zaman kendi mukadderatlarına zaten sahip olduklarını Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinde yaşamaya talib olduklarını ilan etmelidir. Kürdistan’daki bütün mesainin bu gayeye mestenit siyasete tevcihi Elcezire Cepesi kumandanlığına aittir.

3. Kürdistan’da Kürtlerin Fransızlar ve tahsisen Irak hududunda İngilizlere karşı husumetini müsellâh müsademe ile gayri kabili tadil bir dereceye vardırmak ve ecnebilerle Kürtlerin itilafına mani olmak, tedricen mahalli idareler tesisi erbabını ihzar etmek ve bu suretle kalben bize mecburiyetlerini temin etmek, Kürt rüesasının, mülki ve askeri makamatla tavzif ederek, bize mecburiyetlerini tarsin etmek gibi hututu umumiye kabul olunmuştur. 

4. Kürdistan siyaseti dahiliyesi Elcezire cephesi kumandanlığı tarafından tevhid ve idare edilecektir. Cephe kumandanlığı bu bapta Büyük Millet Meclisi Riyaseti ile muhabere eder. Vilayetler tarafından takip olunacak hattı hareketi tanzim ve tevhid edeceğinden rüesayı memurini  mülkiyenin bu hususta mercii de Cephe kumandanlığıdır…

Elcezire cephesi kumandanı Mirliva Nihad Paşa Hazretlerine. Zata mahsustur.

Büyük Millet Meclisi Vekiller heyeti tarafından zatı devletlerine mahsus olmak üzere Kürdistan hakkında tanzim edilen talimat berveçhi belâ tebliğ olunur.

(İmza): Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal. 

( TBMM Gizli Celse Zabıtları. Cilt 3. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 1985. Sayfa 551.)

Belki bir dipnot koymak yeniden sayfalar boyu yazmaktan kolay olacaktır: İnce, kendisinin de aday olarak katıldığı Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ikinci turunda HDP’li Demirtaş’ın oylarına sahip çıkmakta bir beis görmemişti, hatta bu oyları artırabilmek için özel çaba göstermiş omurgasız bir yaratıktır.

DERS 3.  “İnsanlar arasında ayrımcılık yapmayacaksın, ırk, din, dil, cinsiyet, bu tartışmalara girmeyeceksin.”

Şimdi sana Tayyip gibi seslenebilirim. “Eyyy Muharrem İnce”, hilelerin çok da ince değil, kalın kalın sırıtıyor. Ermeni, Rum soykırımlarını lanetlemeden, Kürt varlığını kabul etmeden; Alevi katliamlarını mahkûm etmeden; bütün halkların dillerinin özgürlüğünü gerçekleştirmeden; kadın katliamlarıyla rekor kıran bu ülkede kadına yönelik zulüm uygulamalarını ve eşitsizliği sürdüren yasaları topyekun kaldırmadan; farklı cinsel tercihlere saygılı davranıp, onların tercihlerini yadsımadan bu coğrafyayı halklar ve farklı inançlar mezarlığına çeviren  zulüm yönetimlerine karşı duruş sergilemeden, yani özet olarak var olan ayrımcılık üzerine kurulmuş bu cumhuriyetteki “vatandaşlar arasında” büyüyerek açılan eşitsizliği bütünüyle kaldırmadan, “bu tartışmalara girmeyeceksin” diyebilen bir düşüncenin, , Tayyip’in ırkçı-faşist düşüncesinden daha ırkçı-faşist olduğunu söylemek haklı bir saptamadır. Memleketin en önemli gününde kafayı çekerek evine kapanmayı becerebilmiş sorumsuz kişi. Utanmalısın sarhoş

Üslubun da bu faşist karakteri sergileyen bir “buyruklar” tadında. Tavsiye değil, her biri bir komut! Yuh olsun senin gibi sosyal demokrata!

*****

Muharrem İnce’nin ruh ikizlerinin de Avrupa’da canlandırılmaya başladığını görüyoruz. Türkiye tipi bir sömürgecilik üzerinde kurulan milliyetçi sosyal demokrat siyasetin sağdaki ruh ikizi olan kurtçuklar, lağım kuyusuna batmakta olan Tayyip’i kurtarmak amacıyla sağa sola saldırarak, Türkiye’de gerçekleştirdikleri “korku imparatorluğunu” Avrupa’ya da transfer etmeye yöneldiler. Tıpkı önderlerinin zekâ geriliğine denk düşen bir aptallık örneğini bilmem kaçıncı kez tekrar etmekte beis görmediler. En sağıdan en sola hiçbir siyasi geleneğe uymayan bir tavırla, politik bir davranıştan çok, ülkücü mafyanın tarzına sarılarak, Almanya’nın en eski gazetecilerinden olan yoldaşım Hüseyin Şenol’un posta kutusunun üzerine bir mermi koyarak, güya ona bir tehdit mesajı iletmiş oldular. Olayın ciddiyetini düşünerek, dalga geçmekten vazgeçtim. Böyle olmasaydı, hemen “ayyy ayyyy, çok korktuuum, çok korktuum, korkuttunuz bizi deliler!” gibi bir feryat patlatarak herkesi güldürürdüm. Ama buna gerek kalmadı, herkes zeka geriliğine kanıt olan bu olaya yeterince güldü.

Ama elbette ciddiye de aldık. Zira Türkiye’de sadece bedensel sağlığını değil akli dengesini de bütünüyle kaybetmiş bir Sultan’ı bugüne kadar iktidarda tutabilen mantığın, o sultanın akli dengesinden daha geri düzeyde olması gerektiğini düşünerek, kişisel korku olmasa da, halklarımızın ve ülkelerimizin geleceğini nasıl şizofrenik bir tehlike bekliyor, düşünmek bile dehşet senaryoları üretmek için yeterlidir.

Ne yazık ki ülkemizde toplumsal bir cinnet hali yaşanmaktadır. Elbette sevinmiyorum, ama biliyorum ki “her toplum, layık olduğu yönetimle yönetilir.” Almanya Türkiye’yi kıskanıyor çünkü Türkiye Almanya’nın ekonomik gelişiminin çok üzerine çıktı” deyip, buna kendisi de inanmadığı halde, büyük bir “ulusal” coşkuyla savunan, büyük bölümü zekâ yoksunu dört dörtlük bir toplumun üretimi başarıldı. (4+4+4). Ve bu yeni tür insanın en tipik ve ünlü ismi Recep Tayyip Erdoğan olarak ön saftadır.  

 Korku İmparatorluğu yaratılmak isteniyordu, bu Gezi Direnişi’nde de kanıtlandığı gibi, başarılamadı. Ve kendileri yaratmak istedikleri korku batağında boğuldukça paniklediler, panikledikçe de korkuları arttı ve yapabilecekleri ihanet ve terörün boyutları da kendi mikrobik ölçülerinden çok çok büyük bir hal kazandı. Ödleri kopuyor. Başta haramilerin başı Tayyip, uyanık kalabildiği ender zamanlarda kükreyerek her zamanki saçmalıklarını sürdürerek “ölmedik, sürünmeye direniyoruz” diye haykırmaktadır. Ödleri kopuyor. Ve ne yaptıklarının farkında değiller artık. ABD, Almanya, Fransa başta olmak üzere bütün elçileri kovabilecek bir içoğlan, civelek taburuna güvenerek sadece kükremeye çalışıyor. Ve sevgili arkadaşım Kayahan aklımdan hiç çıkmıyor Tayyip zavallısını dinlerken: “Bir arslan miyav dedi; minik fare kükredi; fareden korktu kedi; Tayyip pırr uçuverdi.” 

*****

Ulm’da yaklaşık 30 yıldır gazetecilik yapan, Almanya’da pedagojiye ilişkin yazdığım ilk kitabımı (Kuşaklar Arası Çatışma ve Aile İçi Demokrasinin Önemi- Ekim 1994) hiçbir ücret almadan destek amaçlı olarak yayınlayan yoldaşım Hüseyin Şenol’un posta kutusunun üzerine bir mermi konularak güya ona bir tehdit mesajı iletilmiş.

Birincisi, Hüseyin Şenol bu tür tehditlerle yeni karşılaşan bir gazeteci değildir. Sürdürdüğü çizginin kimleri rahatsız edeceğini ve hangi tehlikeleri üretebileceğini çok iyi bilen ve gazeteciliği servet yapabilmek için değil, politik gerçeklikleri sergilemek amacıyla on yıllardır sürdüren bir mücadele insanıdır. Bu nedenle bir gazeteci olarak, bu tür tehditlerin, onu gerçeğin –gerçekliğin dili olmaktan vaz geçirebilmesi hayallere bile sığdırılamayacak bir rüya olabilir. Boş hayal, boş umut.

İkincisi, tarzı ile gerçekten klasik dönem mafya tarzı olarak sergilenen bu tehdidin muhatabı yanlış seçilmiştir.  O, sürdürdüğü devrimci mücadele içerisinde mermilere çok da uzak sayılan bir yaşamdan gelmiyor. Yani, “demirden korksaydık trene binmezdik” diyebilen az sayıda insandan biridir.

Üçüncüsü, Şenol’un Arnavut olduğunu unutmamak gerekirdi. “Arnavut inadı” denilen bir deyim Osmanlı’dan beri biliriz. Dikkat etmek gerekir, Tarihe şanla kanla falan yazılmış bir Osmanlı yalan söyleyecek değil ya? Arnavutların bir diğer özelliği yaptıkları işi çok kalite yapmalarıdır. Özellikle milliyetçilerin tapması gereken bir Kültürdür Arnavut kültürü. Hani şu, ilk okunduğunda bütün TBMM’nin ayakta dinlediği ünlü “İstiklal Marşı”nın yazarı var ya, onu yazacak bir Türk bulanamadığı için olacak, bir Arnavut olan Mehmet Akif Ersoy tarafından yazılmıştır. Spordaki yüzakıMIZ Hakan Şükür de, Türk’ü stadyuma kavuşturan Ali Sami Yen de birer Arnavuttur, sinemada yüzakıMIZ Filiz Akın bir Arnavut’tur,  efsane sanatçılarıMIZ Ahmet Mekin, Neriman Köksal da Arnavuttur. Devamını getirmek yerine en önemlisini söyleyeyim: Gazeteciliğin onuru Can Dündar da bizim ArnavutuMUZdur. Korkmadı, yılmadı, “bedeli neyse öderim” dedi, direndi, saldırıya uğradı, direndi, yılmadı, korkmadı ve bugün Türk medyasının büyük çoğunluğu gibi onurunu bit pazarında satışa sunmadı.

Hüseyin Şenol mu? Onu yaklaşık 40 yıldır tanıyorum. Arnavut inadının ne olduğunu onda öğrendim ben.

Uzatmaya değmez ama, hadi dördüncüsünden de söz edeyim: Olmayacak duaya amin diyerek kendimizi kandırıp, “böylece hakkımız olarak salaklık” unvanını bir madalya gibi alnımıza yapıştırarak düşünmeye kendimizi zorlayarak düşünüp saçmalayalım: O sussa ya da susturulsa bile, onun eğittiği gazeteciler ve sürdürdüğü gazetecilik tarzını ortadan kaldırılabileceğini hayal etmek bile mümkün değildir. 

Avrupa’da basına ya da politik kişilere yönelik fiziksel saldırı ya da tehditler ilk kez olmamaktadır. Hatırlanacağı gibi, Fransa’da üç PKK’li devrimci Kürt kadın yoldaşımızın katledilmesinde Türk eli ve beyni, Fransız desteği ile birlikte yeterince deşifre edilmişti. Doğan Akhanlı’nın başına gelenleri “gazeteciliğin şanındandır” uydurmasıyla kendimizi kandırıp kabullenmedik ve lanetledik gerçek haberciliğin aydınlığından korkan karanlık yaratıklarını. Zulümlerin tekrarlanabileceğini bile bile sürdürdü Akhanlı yazarlığını.

Henüz çok yakın tarihimizde Berlin’de görevini yapan gazeteci Erk Acerer’e yönelik gerçekleştirilen silahlı saldırının faşist AKP ve cüce ortağı MHP tarafından organize edildiğini bilmemek için en az onlar kadar aptal olmak gerekir.

2006 Mayıs ayında Berlin’de Türkçe yayınlanan “Çocuk ve Cinsiyet Eğitimi” adlı kitabımdan sanırım birkaç ay sonra ben de Hizbullah ekolünden olduğunu bildiğim birileri tarafından kitapta yer alan İslâm ve cinsiyet eğitimine ilişkin düşüncelerimden dolayı uzun süre ölümle tehdit edilmiştim. Ve o tarihlerde, Sivas katliamından dolayı mahkûm edilen İslami Cihatçı bir katilin, bir hukuk oyunuyla iki gün içinde tahliye edilerek Almanya’ya kaçırıldığını biliyoruz. Bu Cihatçının Almanya’da mücahit bir örgütlenme yaratma çabası içerisinde olduğunu o zamanlar duymuştuk.

  Ve biliyoruz ki, kendilerine yaratılan değişik fırsatları değerlendirerek Almanya’ya kaçan 24 Sivas Katliamı Davası sanığının 15’inin izi kayıptır. Birisi Alman vatandaşı yapıldı, bir diğeri süresiz oturma iznine sahip. 7’si ise iltica pasaportu ile yaşıyor.  Almanya, değişik biçimlerde Türkiye’den kaçarak Almanya’ya sığınan Sivas Katliamı zanlılarından hiçbirini Türkiye’ye teslim etmemiştir.  Oysa bu zanlıların “insanlığa karşı suç işlemek” iddiası ile tutuklanmaları gerekmekteydi. (Haber: Ali Gülen. 16.02.2021.) 

Şimdi bütün bunlardan sonra, duyguyu bırakıp akla da hitap edeyim: Bu tür sorunlarda birinci dereceden Alman istihbaratının sorumlu olduğunu biliyoruz. Paris’te üç devrimci Kürt kadın yoldaşımızı katleden şerefsizin bir zamanlar Almanya’da yaşadığını biliyoruz. Cihatçıların Almanya’da konsolosluklar aracılığıyla örgütlendiğini; konsoloslukların tam anlamıyla birer terör örgütü kafasıyla örgütlenmeye başladığını biliyoruz.  NSU Davasında da, Münih’te yargılanan Kaypakkayacı Komünistler davasında da Alman hukukunun adil davranmadığını; Türk devletinin istemiyle açılan davada kurulan devletlerarası suç ortaklığının böyle devam edemeyeceğini de söylemiştik.

Alın hayrını görün şimdi: Avrupa ülkelerinin de büyük desteğiyle büyütülüp donatılan ve Made-in Avrupa markalı “Tayyip Erdoğan” adlı terör Sultanı olunca ilk işi babalarını (10 Batı ülkesinin büyükelçilerini) sınır dışı edivermek istiyor tavrına girdi. Tayyip faşistini besleyip büyüten Anne Merkel ise Almanya’da seçimleri kaybetti ve şimdi iktidarda değil. Tayyip faşistinin kankası Kongre salonunu sivil militer faşistlerine bastıran ABD başkanı Trump da yok ortalıkta.

Hüseyin Şenol’un gazetesinden öğrenmiştim: “Beslersen kargayı, oyar gözünü!”

Ama bizim karga zaten hem uyurgezer, askeri bir törende bile dik yürüyemez halde ayaklarını sürüyerek yürümeye çalışır, hem diploma sahtekârı bir makam gaspçısı. Şimdilerde herkesin elinde yapma bozma bir oyuncak. İdrak yeteneğini kaybetmiş bir iktidar sahibi. Ve kaybettikçe kuduruyor adeta. Kapısında var olan bütün itlerini salıyor köy meydanı sandığı her alana.

Hüseyin Şenol’dan ve gazetesinden öğrenmiştim: Sizden korkan, (gerçi bir örneği yok ama) sizden daha alçak olsun.


İ.Metin Ayçiçek – 25.10.2021

Tags: , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑