Makaleler

Published on Şubat 26th, 2022

0

Mart güneşimiz, sınırlar ötesi… | Hülya Onur


“Bir gün o duvarlar yıkılacak, güneşin altında buluşacağız…” sözümüzü yineleyeceğiz. Emperyalist saldırganlık savaşlarına karşı tüm dünyada Mart güneşinin sıcaklığıyla hep birlikte haykıracağız savaş karşıtı sloganlarımızı…

Savaş tamtamlarının çaldığı bir süreçte karşılıyoruz bu yıl 8 Mart’ı… Rusya’nın Ukrayna’yı işgal saldırısı aslında emperyalizmin karakterlerinden birisidir de. Kapitalizmin krizinin, emperyalistlerin saldırganlığını daha da arttırdığını, bu krizden çıkabilmek için de başta Orta Doğu olmak üzere kendilerine bağımlı ülkelerde çıkardıkları yerel savaşlarla, işgal ya da ilhaklarla krizi kendi lehlerine çevirmeye çalışarak, soluklanma ihtiyacı da duyarlar. Amaç pazarların yeniden paylaşımı, otorite, güç, dünyaya hakim olma, sömürme , hegemonya, tecavüz, ölümler- kandan beslenerek varlıklarını sürdürebilmektir. 

Pazarların yeniden ve yeniden paylaşımının yanı sıra elinde olan pazarları da korumak ister emperyalistler. Rusya’nın Afganistan ‘da da yaptığı gibi, bugün de Ukrayna ‘da  ‘Barış Gücü ‘ adı altında savaş çığırtkanlığı yaparak, Ukrayna’ya saldırması aslında bir ülkeyi işgal etme girişimidir de. Mutlaka ‘Barış’ı sıkıştırırlar saldırganlıklarını ört bas edebilmek için de. 

Kapitalist, militarist savaş ağalarının bir araya gelerek oluşturdukları NATO ise tüm dünyada ‘yasal’ yollarla işgal , ilhak ve sömürgeleştirmeyi karar altına alıp, uygulatan aygıt olarak dünya halklarının ve özelde de kadın kırımlarının baş sorumlularından kadın düşmanı, cinsiyetçi bir mekanizmadır da. Savaşlar erk’ekleri ‘cepheye’ sürerken, en çok kadınları ve çocukları vurur. Sefalet , açlık, göç  tecavüz, kadını ganimet olarak görme devreye girer. 

Suriye’den, başta Türkiye olmak üzere dünyanın dört bir yanına mülteci olarak gitmek zorunda kalan insanların yaşadıkları insanlık dramı hala devam ediyor. Ve çocuklar, gençler, kadınlar ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmalarının yanında, gittikleri ülkelerde de devletlerin ırkçı, cinsiyetçi politikaları sonucunda insanlık dışı muamelelerin çeşitli türlerini yaşamak zorunda bırakılıyorlar.

Tüm dünyanın gözü önünde IŞİD’İN kurduğu pazarlarda, sözde mülteci kamplarında köle gibi satışa sunulan kız çocuklarının, kadınların yaşadıkları acılar hala tazeliğini koruyor. 

Kapitalistler kârını düşünür ama kapitalizmin özellikle kadını mal, meta, cinsel obje olarak gören zihniyeti topluma öyle bir işlemiş ki, erkek ‘insan’cıklar topluluğu ‘savaşa hayır’ yerine, “Gelsinler, Ukraynalı kadınlara kapımız açık ” rezil cinsiyetçi yaklaşımını açıktan dillendirmeye başladılar bile. Kendi yakını kadınlar söz konusu olduğunda “namus ‘abidesi kesilen bu yaratıklar, başka kadınlar söz konusu olduğunda cinsel obje olarak görmekte beis görmüyorlar. Erkeklik egolarıyla kadının bedeni üzerinden kadın düşmanı olduklarını sergilemekten çekinmiyorlar. Çünkü sistem böylesi bir algıyı yaratmanın ötesinde, onu yerleştirmiş de.

Dolayısıyla sadece işgal, ilhak ve daha niceleri emperyalizmin karakteri değil, “modern’ denilen 21.yüzyılda da kadını ganimet gören, cinsiyetçilik üzerinden kendini var etmeye çalışmak da emperyalizmin en belirgin kadın düşmanı karakteri olmaya devam ediyor. Şengal’de, Kobanê’de, daha dün eski Yugoslavya’da ve nice savaşı kışkırttıkları bir çok coğrafyada yaşatılanları özellikle  kadınlar hala unutmadı, unutmayacaklar da. 

Politikanın bu kirli yüzlerini kullanan emperyalist saldırganlığa karşı tek seçenek ortak ve birlikte mücadeleyle barışı örgütlemektir…

Emperyalizmin topyekün saldırısına karşı, dünyada topyekün halkların kardeşliği mücadelesini örmek….

İçinden geçilen bu sürece dair daha teferruatlı yazılabilir, neden ve niçinler üzerinde durulabilir, ne yapılabilir noktasında çözümler üretilebilir ama gelecek makaleye erteleyerek, sisteme olan tüm öfkemizle karşılaşacağımız kadınların birlik, mücadele ve dayanışma günü olan Mart güneşimize dair de bir kaç şey söyleyelim. 

Artık biliyoruz ki,  görünmez emek,  cinsiyetçi toplumsal iş bölümü sonucunda kadına ‘doğallığında’ dayatılan ve ama toplumun dinamosunun ilerlemesini sağlayan en önemli emek biçimidir. 

Çok fazla sosyalizmin ekonomi politiğine girmek gerekmiyor. Ya da Marx’ın kapitaline. Zaten bu noktada bugüne ışık tutacak, yararlanılacak fazla  önermelerin olmadığını biliyoruz da artık. Kadının bedeninin metalaştırılmasından bahsederiz çoğu zaman ama kadın bedeni ekonomik nedenlerden ya da ‘seks’ sektörünün içinde zorunlu hapsedildiğinde, bedeni üzerinden rantlar elde edildiğinde artı değer yaratmadığı ya da yarattıysa neye göre nasıl yarattığı noktasında her kafadan bir ses çıkar. Genelde de artı değer üretmediği varsayılır. Ama her nasılsa  sonuçta böylesi durumlarda kadının metalaştırıldığı ortak nokta olur. Metanın, ‘değişim ve dönüşüm değeri’ olmalıydı. Bunlar yoksa metadan bahsedemezdik. Bu sektörde kadın, LGBTİ +,hatta pedofillere özel  çocuklar değişim -dönüşüm değeri olmadığı, sadece kapitalizmin vahşi çarklarında bedenleri sömürüldüğü halde artı değil getirisi olmuyor.” Gerçekten öyle mi acaba? Peki insana sormazlar mı, artı değer üretmeyen bu sektör yüzyıllardır nasıl toplumların en eski ve güçlü alanı olarak kalabilmiş ayakta?

Bu dar kalıpçı mantığın kadının ev içi emeğinin görülmemesinde de  devreye girdiğini görüyoruz.  

En çok emeği kadın ev içinde veriyor, değişiyor, dönüşüyor, kullanım değeri yaratıyor,  kapitaliste ucuz iş gücü de doğurarak yeniden ve yeniden üretimin en önemli döngüsünün çalışmasını sağlıyor. O halde neden kadının en çok da ev içinde metalaştırıldığını söylemekten men ediyoruz kendimizi? Çünkü, özel mülkiyet öyle emrediyor.

Özel mülkiyet tüm toplumsal ilişkileri,  üretim ilişkilerini,  üretimden, paylaşıma, dağılımı, üretim araçlarının sahiplerini belirlemiştir aslında. Anaerkil yapının yerine ataerkinin yerleşmesinden bu yana da erk’ek tüm bu düzeneğin yegane sahibi de olmuştur. Erkeğin üretim aletlerinin ve dolayısıyla kadının da ‘sahibi’ olması,  ürünlerin paylaşımında da onu söz, karar ve yetki sahibi yapmıştır.  Ve ilk mülküne geçirdiği kadın üzerinden de kendini bugüne kadar var etmeyi bilmiştir.

Burada bir parantez açmakta fayda var. Erk’ek dendiğinde sadece cinsiyete dayalı bir belirlemede bulunulduğu var sayılarak ‘erk’ek ‘ cinse mensup olanlar çoğu zaman rahatsızlık duymaktalar. Bu sistemin parçaları olmaya ,çarkın dönmesine yardım etmeyi sürdürdükleri sürece duysunlar da. Fakat göz ardı edilen ya da görülmek istenmeyen bir gerçek de var ki, o da kapitalist- emperyalist düzenek içinde erkeğin de bu saltanattan kadının sömürüsü üzerinden kendisini var ettiğidir. Ve erkeklik aidiyetini reddetme gibi bir duruşun sergilenmiyor olması da erkeğin diğer bir handikapıdır. Çözüm rahatsızlık duyduğun bu erk’ek egemen sistematiğe karşı erkeklik egosunu ve sistemin bahşettiği imtiyazları da reddetmekten geçmektedir. 

Çünkü, ezen-ezilen zıtlaşmasında, burjuva- proletarya çelişkisini bilen, içselleştiren,  kavramış ve bunu sosyal pratiğinde yaşama geçirme gibi derdi olanlar, bu sistem içinde biz kadınların ezilenlerin de ezileni olduğunu kabul ediyorlardır şüphesiz. Hepimiz eziliyoruz, doğru. Erkek de eziliyor.  Ama bir farkla… Aynı sınıfa mensup olduğumuz erk’ek de bizi eziyor, sömürüyor , şiddet uyguluyor, katlediyor. Erk’ek iktidarlar onu koruduğu, beslediği, güçlendirdiği,  kendi iktidarını sağlam tutabilme adına her türlü sosyal, kültürel, ekonomik, cinsel, vb. hakları kendine alabildiğince kolay bahşettiği için ve erk’ek de bu imtiyazları kaybetmeme adına en ‘yakınındaki ‘ kadın üzerinde ve hatta üretimde ise tanımadıklarına dahi otoritesini kullanarak kendi iktidarını korumaya özen gösteriyor. Dolayısıyla görünmez emek dediğimiz ev içindeki her türlü işlerin ezici çoğunluğunu yapan kadının sömürüsünde  erk’ek oldukça önemli pay sahibidir. Bunu kabul etmeyen erkeklere yönelik de Lenin’den bir tespiti hatırlatalım: Komünisti kazı, altından burjuva çıkar. 

Günlük yaşantımıza bir ayna tutalım: Rutin yaşamlar içinde yapılanlar  diye tabir ettiğimiz tüm ev içi işlerin yüzde yüze yakını kadınların emeği sonucu halledilmektedir. Ev içinde ya da dışarıda çalışan- çalışmayan tüm kadınlar ev işlerinin her türlüsünden giyime, beslenmeye,  çocukların ,akrabaların,  yaşlıların ve hatta hasta olan yakınlarının bakımlarıyla ilgilenir,  bunları ‘ doğallığında’ üstlenirler. Karşılığında kendilerine bahşedilen ‘fedakar, cefakar,  sorumluluk sahibi,  görevini eksiksiz yerine getiren hamarat kadın vb payelerdir.  ‘Kadın yıpranıyor mu, tüm bunları yapmayı  istiyor mu, zamanının ne kadar bölümünü harcıyor,  sağlıklı mı?’ gibi sorular havada kaldığı gibi akla dahi gelmiyor. 

Cinsiyete dayalı iş bölümü ve toplumsal cinsiyet ilişkilerinin ağını sıkıca ördüğü ve kadını dar kalıplara sokan, atılganlığını edilgenleştiren,  yeteneklerini körelten  bu durum, gelinen süreçte kadınlar ve kadın kurum ve örgütleri tarafından daha teferruatlı gündemde tutulmaya başlandı.  

Gerek yapılan  kampanyalarla, gerek gerçekleştirilen kurultay ve kongrelerde,  yapılan panellerde,  seminerlerde ve eğitimlerde, eylemlerde bu önemli sorun da dillendiriliyor, sisteme dayatıcı duruş sergilenerek, kadının ev içi emeğinin görünür kılınması mücadelesi de veriliyor.

Yani görünmez emeğin genel toplumsal döngüde yerinin hiç de küçümsenmeyecek ve göz ardı edilmeyecek kadar önemli olduğunun altını her mekânda dillendirdik, temellendirmeye çalıştık  devam de edecek bu mücadelemiz. Kadının görünmez emeğinin görünür kılınması için kadınlarda  farkındalık yaratmanın ötesinde, kapitalist düzenek içinde de olsa, onu zorlayarak emeğimize sahip çıkarak,  mücadelemizin en önemli sac ayaklarından birisi yaparak, taleplerimizi de buna göre sıralamayı görev bildik, bunları elde etmekte de kararlıyız.

Çünkü, patriarkal yapının dayandığı ve doğallaştırdığı fiziksel, cinsel, duygusal, zihinsel emek sömürüsüne karşı durmamak,  çözümler ve alternatifler oluşturamamak, çokça dillendirilen emek- sermaye çelişkisini kadın somutunda göz ardı etmek, dahası kadını en çok emek harcadığı bu alana sürekli mahkum etmek anlamına da gelecektir. Mesai saatleri ve düzeni olmayan, dinlenmesine fırsat tanımayan,  görev ‘ ve ‘sevgi’ yi birbirine karıştıran ya da iç içe bir labirent oluşturan,  karşılığında hiç bir ücret alınmayan bu alan o kadar birbirine karıştırılır ki, kadın 30 yaşındaki oğluna yemek yapmayı, ‘görev, bazen sevgi,  iyi beslenme,  sorumluluk’ gibi gerekçelere sığdırır. Oysa 30 yaşındaki bir kişi aç karnını doyurabilecek, yatağını toplayabilecek,  çamaşırlarını yıkayabilecek yöntemleri ve sorumlulukları pekala biliyordur. Nihayet tüm bunları kadın halkın deyimiyle  anasının karnında öğrenmiyor. Ve kadın bunların aslında kendi üzerinde ve ama ‘sevdikleri’ tarafından ince işlenmiş bir sömürü olduğunu göremiyor. 

Oysa ev içinde yaptıkları tüm işlerin dışarıda yaptıklarında karşılığı ücrettir. Kadın bedavaya yapar evde. Dolayısıyla toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin getirmiş olduğu bu durum kadının emeğinin görünmez kılınmasını getirmiştir. Kapitalizm aileyi tam da bu noktada sağlamlaştırır. Kadının toplumsal duyarlılığını,  farkındalığını köreltir,  kendi için yeni ve genç, dinamik ucuz iş gücüne ihtiyacını da kadın üzerinden giderir. Kapitalist döngünün ana motoru kadını din, aile, devlet, hukuk, yasa gibi cenderelerle de sıkıştırarak kadının bedenini kendi için de rant alanına çevirir. Doğumu görev olarak yükler omuzlarına. Sadece bu neden üzerinden dahi bakarsak görülecektir ki, sistemin efendileri kürtaj hakkını, kürtaj hakkında bilgi edinme hakkını gasp etmeyi boşa istemiyorlar.  Kadın kapitalizm için aynı zamanda yeni işgücü üretme makinasıdır da.

İşte  bu 8 Mart’ta ve akabinde karşılayacağımız işçi ve emekçilerin birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs ‘ta hedeflerimize bir kez daha somut ve net bir şekilde odaklanmalıyız. Taleplerimizi yüksek sesle haykırmalıyız. ‘Yaşamın olduğu her alanda’ ve mekânda hak ve özgürlüklerimiz için taleplerimize yine sıkıca sarılmalıyız. Tek vücut olarak mücadele bayrağını daha yükseklere kaldırmalıyız. 

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü ‘nün mutlaka ama mutlaka resmi tatil günü olmasındaki ısrarımız devam ediyor. Bu hakkı alacağız da. 

Emeğimizin görünmez kılınmasına karşı da, başta sigorta hakkı olmak üzere ev içi işlerin ücretlendirilmesi talebimizde de bir o kadar ısrarcıyız. 

Hâlâ aynı işi yapsak dahi cinsiyetçi yaklaşım ve  yaptırımlardan dolayı erkekten düşük ücret almaktayız.  Eşit işe eşit ücret almakta da ısrarlıyız ve bu 8 Mart’ta da ana taleplerimizden biri budur.

Biz ne haklarımızdan, ne de taleplerimizden, ne  de yaşamlarımıza sahip çıkmaktan asla vazgeçmeyecek,  ödün de vermeyeceğiz. 

Nasıl ki, sevgiyle başlıyorsa her şey, güzelleşecekse emeğin özgürleşmesiyle dünya,  biz de diyoruz ki; 

Bu dünyanın özgürleşmesinin yolu kadının da özgürleşmesinden, emeğinin erk’ek ve devlet tarafından sömürüsünün sonlandırılmasıyla olacaktır. Sisteme karşı mücadele ederken erk’ek şovenizmine,  içimizdeki erkeğin öldürülmesine ve bu sistemle araya mesafeler koyarak yol alınabileceği de unutulmamalı. Erkek egemen sistem, ataerki yerle yeksan olmadığı sürece erkeğin de özgür olamayacağı artık biline. İnsanlığın kurtuluşunu hep birlikte kotaracaksak,  önce kendimizle yüzleşmek, erkekliğimizle hesaplaşmak zorundayız. Bu 8 Mart buna da vesile olsun diyoruz. 

Mart güneşimizin altında sınırlar ötesi buluşacağız bu yıl da. Sonra Newroz ateşini harlayacağız o güneşin ışığıyla.  Tüm dünyada “Politik Tutsaklara Özgürlük “diye haykıracak ve özgürlük mahkumlarına, 

“Bir gün o duvarlar yıkılacak, güneşin altında buluşacağız…” sözümüzü yineleyeceğiz. Emperyalist saldırganlık savaşlarına karşı tüm dünyada Mart güneşinin sıcaklığıyla hep birlikte haykıracağız savaş karşıtı sloganlarımızı. Bölüp parçalasanız da ülkeleri, savaş çığırtkanlığı yapsanız da hakimiyetinizi korumak için, güneşin çocukları er ya da geç tüm dünyayı aydınlatacak, özgür bir dünya yaratma mücadelesinin kazananı olacak. 

Bugün hala emperyalizmin topyekün saldırılarına rağmen emekten, özgürlükten,  hakça ve eşitçe paylaşımdan yana olan ve onun mücadelesini yürüten tüm kadın emekçilerin, yüreği kadından, kadının özgürlüğünden yana çarpanların 8 Mart’ı kutlu olsun…!

Hak ve özgürlüklerimiz için dünden bugüne emek veren, kadın özgürlük mücadelemize değer katan, yol gösteren, bedel ödeyen ama ödeten de olan tüm kadınlara da SELAM OLSUN…


Hülya Onur – 26.02.2022

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑