Makaleler

Published on Mart 25th, 2022

0

Kosova Düzlüğünden, Şengal Tepelerinden… | Aydın Engin


Priştine, kaldıramayacağı kadar göçüp, kaçıp gelmiş Arnavut köylülerle dolu. Kente giden bütün yollarda, yola hâkim tepelerde konuşlanmış bir Sırp nişancı var… Iraklı bir Ezidi bebeği ile Kosovalı bir Arnavut bebeğini kim, nasıl ayırabilir?

Önemli bir yazı değil. Güncel siyasetten filan söz etmiyor. İsterseniz okumadan geçin…
Birkaç anı dilimciği paylaşacağım. Yüreğime bir acı topağı gibi oturmuş ve yıllardır silikleşmeyen birkaç acı dilimciği…
1999 kışıydı. Şubattı. Siz Türkiye’de TV ekranlarının başına çöreklenmiş, “Abdullah Öcalan Kenya’da yakalandı; Türkiye’ye getirildi” haberlerini izliyordunuz. Bense her an NATO uçaklarının bombalaması beklenen Belgrad’dan her tarafı dökülen bir otobüste, Cumhuriyet’in cebime tıkıştırdığı üç beş yüz dolarlık servetimin neredeyse beşti birini verip zor bela yer bulmuş güneye, Kosova’ya iniyordum. Karlar altında kanayan Kosova’ya…
Daha sınır sayılan Mitroviçe’yi geçer geçmez başladı. Yaşlı genç, kadın erkek, çocuk Arnavutlar köylerinden daha güneye, Priştine ya da Prizren yönüne göç ediyorlardı. Çoğu yaya, pek azı bir traktör kasasında, motosiklette. Kiminin elinde bir yük balyası, kiminin bir valiz, kiminde ufacık bir çıkın. Yüzlerce yıldır yaşadıkları köylerinden, anılarından kopmuş, canlarını kurtarmak, Sırp ırkçıların zulmünden (yani ölümden) kaçıyorlardı. Otobüste yanımda oturan yaşlı Arnavut şaşılacak kadar akıcı bir Türkçeyle fısıldadı:
– Yol boyunda Sırp keskin nişancılar bütün geçitleri, bütün kavşakları tuttu. Çok telefat olacak çooook…
Priştine’ye varıp, kentin kalınabilecek tek otelinde, Grand Hotel’de bir oda ayarlamaya çabalarken haberi geldi. Maxhunaj Geçidi’nde, göç eden Arnavutlar çok telefat vermişlerdi. Daha sonra iyi arkadaş olacağım bir İtalyan foto muhabiri “telefat yerinde” çektiği fotoğrafları otel lobisinde önümüze serdi. Kafasının arkası bir Sırp mermisi ile parçalanmış, ağızcığının kenarından incecik kan sızan birkaç aylık bir bebek belleğime kazındı.
O gün, bugün…
(Şengal Dağı’nın taş çölüne benzer bir düzlüğünde babasının gömmeye hazırlandığı Ezidi bebeği hatırladınız mı? Iraklı bir Ezidi bebeği ile Kosovalı bir Arnavut bebeğini kim, nasıl ayırabilir?)

***

Priştine, kaldıramayacağı kadar göçüp, kaçıp gelmiş Arnavut köylülerle dolu. Kente giden bütün yollarda, yola hâkim tepelerde konuşlanmış bir Sırp nişancı var. Karlar altında, bembeyaz tulumlar kuşanıp iyice görünmez olmuş ölüm saçan canavarlar. Yüzlerce metreden attığını alnından vuran “usta” katiller…
Arnavutların gözleri hep göklerde. NATO uçakları belirecek; Sırp keskin nişancıları havadan avlayacak; Üsküp’e giden mayınlanmış yol açılacak; korku sona erecek…
Ve o sırada…
Paris yakınlarındaki Rambouillet Şatosu’nda ABD ve Avrupa’nın efendileri, dışişleri bakanları toplanmışlar, Kosova sorununa çözüm bulmak üzere konuşuyor, konuşuyor, konuşuyorlardı. Kosova Kurtuluş Ordusu (UÇK) savaşçıları dağın bir yamacında, Sırp özel birlikleri öteki yamacında ve aşağıda, düzlükte gökyüzünde belirecek NATO uçaklarını arayan kadın ve erkek, yaşlı ve genç, çocuk ve bebek Arnavutlar…
Priştine marketlerinde yiyecek hiçbir şey kalmadı. Sadece paket paket bisküvi var. Çaresiz, beş altı paket bisküvi alıp otele dönüyorum.
Otele yakın parkta, karlar altında titreşen küçük çocuklar, bana değil elimdekilere bakıyorlar; dilenmiyor, sadece bakıyorlar. Otele yarım paket bisküvi ile döndüm.
Ve o sırada Rambouillet Şatosu’nda çıkmaza giren görüşmelere ara vermiş dışişleri bakanları, yüksek, çok yüksek diplomatlar şatonun bahçesinde beyaz eldivenli garsonların sunduğu minik sandviçleri atıştırıyor, kristal bardaklarda Fransız konyakları yudumluyor ve yine uzlaşmayacakları pazarlıklara devam etmeye hazırlanıyorlardı.
Doluya koyuyorlar olmuyor; boşa koyuyor dolmuyordu.
Ve o sırada…
Kosovalı Arnavutlar gözlerini gökyüzüne dikmiş, ölüme çare olacak NATO uçaklarını bekliyorlardı…

***

Obama ile bizimki görüştü. Yetmedi, ABD Savunma Bakanı geldi, hepsiyle görüştü. Şimdi de galiba Dışişleri Bakanı gelecek. Yine konuşulacak; pazarlık edilecek; doluya konacak olmayacak, boşa konacak dolmayacak. Silah var, uçak da var ama kara harekâtını kim yapacak? Bunun talibi yok. Öyleyse Irak ordusu eğitilecek. Ayrıca silahlandırılacak. Ama silahların başkalarının (Mesela PKK’nin) eline geçmemesi için yine uzun uzun konuşulacak, doluya konacak, boşa konacak…
Ve o sırada Kosovalı Arnavutlar gökyüzünde boş yere NATO uçakları arayacaklar.
Şengal tepelerinde Ezidiler, Türkiye sınırı açılır mı ‘Umuduyla bekleşecekler…
Çenesi düşük, geveze gazeteciler de işte böyle sade suya tirit yazılar yazıp okurlarının önüne sürecekler…  


Aydın Engin – Cumhuriyet – 12.09.2014


Dün hayatını kaybeden Engin Aydın, değerli bir muhalif ve enternasyonalist gazeteciydi. Kürdün, Arnavudun ve tüm ezilen halkların sesiydi. Kendisini saygıyla anacak, görüşlerini aktarmaya devam edeceğiz… (Avrupa demokrat)

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑