Makaleler

Published on Haziran 12th, 2022

0

Körfez’in kilidi Yemen | Temel Demirer


“Bir hikâyenin başı,
ortası ve sonu olmalıdır,
ancak bu sırayla olması gerekmez.”
[2]


Nikolay Gogol’ün, “Bu dünya en çirkin saçmalıklarla dolu. Bazen pek mümkün olmadığını düşündüğünüz şeyler olur” ya da Johann Wolfgang von Goethe’nin, “Ne acayip bir dünyada yaşıyoruz İnsanlar, cehaletin kalın perdesi arkasından, gerçeği göremiyorlar. Katillerine kucak açıp onları alkışlıyorlar,” notunu düştüğü yerkürenin uluslararası ilişkiler labirentinde Sokrates’in, “Bir şeyi gerçekten bilmek, onu anlamakla olur,” uyarısını unutmamak elzemdir; tıpkı Yemen için olduğu gibi…

Orası yani Saba Melikesi’nin ülkesi, Sinbad’ın “gezip dolaştığı” memleket, Yahudi tarihinde müstesna yeri olan diyar veya Afrika Boynuzu’nun stratejik konumundan doğrudan etkilenen Arap ülkesi…

Soğuk Savaş’ta Kuzey/ Güney diye bölünmüş, benzersiz bir mimarinin gölgesinde, herkesin ‘gat’ denilen bir uyuşturucu ot çiğnediği, erkeklerin belde hançerle dolaştığı egzotik, biraz ürkütücü coğrafya ve şimdilerde korkunç bir altüst oluş girdabında…

Siz kulak asmayın “Yemen’de devlet başkanı Mansur Hadi’nin ‘meşru’ sayılan yönetimiyle ona karşı başkaldıran Husiler arasındaki ihtilafın, bölgesel, hatta küresel bir kriz hâline gelmeden kendi sınırları içinde hâlledilmesi gerektiği,”[3] yolundaki vaazlara ya da “Yemenliler Türkiye’yi tek umut olarak görüyor,”[4] palavralarına!

Yemen bölgesel ve uluslararası güçlerin kapışmasına sahne oluyorken; olan bitene sadece Suudi-İran rekabeti veya mezhep çatışması diye bakmak yanıltıcı. Aslında küresel güçler stratejik önemdeki yoksul bir ülkede egemenlik kavgası veriyor, olan bu ve çözüm de kolay değil.[5]

İlk bakışta bir yandan Şiî Zeydiler ve Sünnîler arası çatışma, diğer yandan Şiîleri arkalayan İran ve Sünnîleri destekleyen Suudi Arabistan’ın vekâlet savaşı gibi görünen sahne aslında fazlasıyla karmaşık…

Zeydilik ile Husiler arasındaki fark da, teolojik bir mevzu değil, siyasal bir çatışmanın eseri. İsimlerini Ensarullah örgütünün, 2004’de öldürülen lideri Hüseyin Bedrettin Husi’den alan Husilerin, Şiî kimliğini öne çıkardıkları doğru, İran ile bağlantılı oldukları da.

Ancak, bu gelişme doksanlı yıllardan itibaren Yemen’de yükselen dini-siyasal radikalleşmenin sonuçlarından biri. Afganistan cihadının bir parçası ve sonra Kaide’nin temel unsurlarının başında gelen Yemenli radikaller Sünnî siyasal radikalleşmesinin, Husiler ise, Şiî siyasal radikalleşmesinin tezahürleri. Onun ötesinde, 2011’de Arap Baharı hareketlenmesinin Yemen’e sıçraması sonucu otuz yılı aşkın iktidarını kaybeden, Ali Abdullah Salih idaresine karşı ülkenin kuzeyinde gelişen tepkiler, aşiret rekabetleri gibi etkenler de var.

Dahası, “Yemen Baharı”, Müslüman Kardeşler’in Yemen uzantısı olan Islah Partisi öncülüğünde olmuştu. 2004’te ayaklanan ve Sadaa Savaşları diye bilinen isyanlar serisine karşı Husilere sınır güvenliği gerekçesi ile askeri müdahalede bulunan Suudi Arabistan, tüm bölgede olduğu gibi Yemen’de de Müslüman Kardeşler’in yükselişinden de rahatsızdı.

Ve daha birçok faktör…

Kolay mı?! Yemen’de Suudi Arabistan, ABD, Katar, Ürdün, Sudan, Kuveyt, Bahreyn, Fas, İran, Mısır var. Suudilerin safında çatışan Eriteli, Somalili askerler de mevcut…

Hem küresel hem bölgesel etkinliğe sahip güçlerin katılımı Yemen’deki savaşı bir hesaplaşma coğrafyasına çevirdi. Bu elbette “vekalet savaşı” tanımına uygun bir hâl. Ancak tanımı kullanmak, gerçeğin sadece bir kısmını ifade ediyor.

Söz konusu tanımla yetinilirse yerel dinamiklerin, ülkenin iç çelişkilerinin farkına varılamamış olur. Çünkü Yemen’deki savaşın nedenleri arasında adı geçen ülkelerin Yemen üzerindeki çıkarları nedeniyle kapışmaları kadar ülkenin iç sorunları da var. Coğrafyanın kuzeyi ile güneyi arasında derin kültürel farklılıklar,[6] dolayısıyla çatışmalar mevcut. Yaşanan aynı zamanda uzatmalı bir iç savaş.

Savaşın uzun süreli olmasının muhtelif sebepleri var. Suudi Arabistan ve İran’ın Yemen’de “vekâleten savaş” yürütmesi; devlet kurumlarının çöküşü; toplumun her yönüyle bölünmesi ve coğrafyanın jeopolitiği.

Yemen’de, sadece yerel unsurlar değil, Suudi Arabistan’ın başını çektiği “Sünnî cephe” ile Şiî İran savaşın tarafıyken; Yemen’in jeopolitik konumu iç savaşı uzatacak özelliklerle dolu.

Suudi Arabistan ile 1458 km, Umman ile 288 km kara sınırı var. Deniz ulaşımı ise bir yandan Kızıldeniz’e, öte yandan Hint Okyanusu’na açılıyor. Bab’ül Mendep Boğazı stratejik öneme sahip. Her yıl yirmi bin gemi geçiyor. Ülkenin geniş toprakları, dağınık yerleşim yerleri, savaşı uzatacak nedenlerin başında geliyor. Böyle bir ortamda Yemen uzun yıllardır iç savaşla yüzleşmekte.

KENAR NOTLARI

Ortadoğu’daki en eski medeniyet merkezlerinden Yemen, Arabistan Yarımadası’nın güney ucundaki yönetim biçimi cumhuriyet olan tek ülkesiydi.

Çağlar boyunca kültürlerin geçiş rotasında yer aldı. Saba Melikesi’nin mirasçısı olan bu diyar, Arap Yarımadası’nın kadınlara oy hakkı tanıyan ilk memleketi.[7] Bugün dünyanın en yoksul ve azgelişmiş ülkelerinden birisi.

Yemen, XX. yüzyılda yabancı güçlere karşı bağımsızlık sürecine 1900’lerin başında kraliyetle başlamıştı. 1960’ların sonunda Arap milliyetçiliğinin etkisiyle cumhuriyeti seçti. Ama ülkeye asıl damgasını vuran hep kuzey-güney ayrımı oldu. Kuzey Yemen’de 1962’de Arap Cumhuriyeti kurulurken, Güney’i yıllar süren İngiltere hamiliğinin ardından 1967-1990 kesitinde biçimlendiren sosyalizm eğilimiydi. Birleşme; ancak Soğuk Savaş’ın sonunda kanlı bir iç savaşla Kuzey’in “sosyalist” Güney’e 1994’te boyun eğdirmesiyle mümkün olabildi.

Yemen, Körfez Bölgesi’nin sorunlarının yansımalarını en derinden yaşayan ülke. İsyan 15 Ocak 2011’de Sanaa’da başladı. Ana motivasyon işsizlik, ekonomik güçlükler, yolsuzluklarla bezeli Ali Abdullah Salih yönetiminin devrilmesiydi. 33 yıldır ülkeyi yöneten Salih, anayasayı ömür boyu iktidarda kalmayı ve koltuğunu oğluna bırakmayı içerecek şekilde değiştirmeye yeltenmişti.

Mart 2011’de Sanaa’nın merkezinde çadır kuran protestoculara açılan ateşte 50’den fazla kişi ölmüş, 100’den fazlası yaralanmıştı. Tek sorun kent merkezlerindeki isyan değildi. Salih, iktidarını hassas aşiret dengeleri üzerine inşa etmişti. Ülkenin kuzey ve batısında Saada bölgesinde, Hajjah, El Jawf ve Amran’ın bazı parçalarında; nüfusun yüzde 45’ini oluşturan Şiî Husilerin 2000 başından bu yana Suud desteğine rağmen dindirilemeyen isyanı vardı.

Yemen, Arabistan Yarımadası’ndaki El Kaide’nin etkinliğini artırması sebebiyle, Amerikan yönetiminin terörle savaşının parçası hâline gelmişti. Güney’in ayrılıkçıları birleşme sürecinde bastırıldıkları 1994’ten beri teskin olmuş değildi.

Bu koşullarda 2011 isyanı Sanaa’yı sararken, Salih kontrolü yitirmenin eşiğine geldi, Riyad’a kaçmak zorunda kaldı. Ve Körfez İşbirliği Konseyi’nin (KİK) Birleşmiş Milletler (BM) yardımıyla hazırladığı iktidar devri girişimini kabul etmek zorunda kaldı.

Kasım 2011’de yargılanmaktan muafiyet karşılığında iktidarını yardımcısı ve ülkenin önde gelen aşiretlerinden birisine mensup olan Abd Rabbuh Mansur Hadi’ye devretti. Salih, Şubat 2012’de protestolar eşliğinde ülkeye döndü. KİK’in geçiş planı gereği Ulusal Diyalog Konferansı kuruldu. Ülkedeki tüm gruplar masaya oturdu. BM temsilcisi Cemal Benamor’ın gözetiminde ve Batı’nın desteğiyle siyasi süreç başlatıldı.

Ardından Ulusal Diyalog Konferansı, siyasi geçiş planını açıkladı. Plana göre Yemen altı federal bölgeye ayrılacak. Kuzey Yemen, Azal, Saba, Janad ve Tahama olmak üzere dört; Güney Yemen ise Aden ve petrol zengini Hadramut olmak üzere iki federal bölgeye ayrılacak. Geçiş dönemi başkanı Mansur Hadi, 2014’de yeni federal yapıyı içerecek anayasanın tamamlanıp referanduma sunulması ve seçimlerin düzenlenmesine çalışacaktı.

Lakin nüfusun yüzde 70’inin yaşadığı aşiret ağırlıklı Kuzey’de Ensarullah örgütünün başını çektiği Şiî Husiler (Zeydi), altı federal bölgeli yapıyı reddetti. Gerekçeleri, zenginliklerin eşitsiz dağıtımı ve paylarına düşen federal bölgelerin sahil kesimleriyle bağlantısının kesilmesiydi! Plan gereği Ensarullah’ın merkezi olan Saada bölgesi Azad bölgesinin parçası olacak. Bu bölge başkentin de bulunduğu Sanaa, Amran ve Dhamar’ı içeriyor ve denize erişimi yahut doğal kaynakları bulunmuyordu.

Plan, Güney’de de beğenilmedi. Aşiret bağlarının daha zayıf olduğu Güney de eski İçişleri Bakanı Muhammed Ali Ahmed, açıklanan planı “darbe” diye niteledi. Hirak ayrılıkçı hareketi anlaşmayı reddetti. 2013 Kasım’ında Güneyli siyasi gruplar Ulusal Diyalog Konferansı’ndan çekilmişti. Kendi kaderini tayin hakkının devreye sokulmasını istiyor, eski bağımsızlıklarını kazanmakta ısrarcı görünüyorlardı.[8]

2011 isyanı ardından mezhep hatları derinleşti. Sünnîlerin El Kaide ile bağlantılı Ensar el Şeriat grubu Abyan ve Şabvah bölgelerinde İslâmî emirlikler ilan etti. Şiî Husilerin de etkinlikleri arttı. Amerika’nın sürekli sivil kayıplara da yol açan insansız uçaklı saldırıları da işin tuzu biberi oldu.

Ayrıca 24 milyon nüfusunun yarısının yoksulluk sınırının altında yaşadığı coğrafyada işsizlik oranı yüzde 40’ın üzerinde ve gençler arasında yüzde 60’lardaydı.

13 milyon insanın su kaynaklarına erişimi yokken; kişi başına üç silahın düştüğü silah cenneti Yemen’de insani kriz hâli söz konusuydu.[9]

Açlıktan ölen çocuklarla, savaşla, yıkımla gündemdeki Yemen, Tunus’ta 2010 sonunda patlak verip, 2011’den itibaren yayılan hareketin etkilediği ülkelerden birisi oldu.

Arapların en fakir ülkesi Yemen’de 2011 Ocak’ında Ali Abdullah Salih’e karşı ekmek ve özgürlük talepleri ile gösteriler başladı. Yaklaşık 2000 kilometre ortak sınırı olan Suudi Arabistan’ın ilk hamlesi, sistemi ayakta tutmak için çaba sarf etmek oldu. Fakat ortaya çıkan tepkiler karşısında Ali Abdullah Salih iktidarı bırakmak zorunda kaldı. Suudi Arabistan, Bahreyn’de olduğu gibi içinde Şiî Husilerin de olduğu halk hareketini asker göndererek bastıramadı.

Sonrasında Yemen, İran destekli Husilerin ilerleyişine ve ülkenin büyük bir bölümünü kontrol eder hâle gelmesine tanık oldu. Suudi Arabistan’ın desteklediği Cumhurbaşkanı Abdurabbu Mansur el-Hadi ve seçilen hükümetin istifasından sonra Suudi Arabistan’ın müdahalesi daha da derinleşti. Suudi Arabistan, istifa eden cumhurbaşkanının ve hükümetin yeniden işbaşına getirip Husilerin etkisini kırmak için 2015’in Mart’ında “Kararlılık Fırtınası” harekâtını başlattı.

Burada bir parantez açıp, “Kararlılık Fırtınası” harekâtını anlamak için biraz gerilere dönelim: Bir çözüm olarak “sunulan”(?!) Hadi bir kuklaydı. IMF gibi emperyalizmin mali kurumlarının tüm isteklerini yerine getirdi. Ensarullah’ın Hadi hükümetine yönelik eleştirileri farklı mezhepten, kabileden binlerce insanın desteğinin aldı bu yüzden.

Gittikçe diktatörleşen, gırtlağına kadar yolsuzluğa batmış Salih yönetimine karşı var olan hoşnutsuzluk 2011’de patlak veren Arap Baharı’nda doruğa çıktı. Devrilmesi uzun sürmedi, yapıp ettiklerine ilişkin herhangi bir soruşturmaya uğramama garantisini aldıktan sonra 2012’de görevini bıraktı. ABD’nin desteğine sahip Suudi merkezli Körfez İşbirliği Konseyi”nin (KİK) girişimleriyle yerine yardımcısı Mansur Hadi getirildi.

Yemen’i çıkarlarına göre tasarlamak isteyen büyük güçler halkın isyanını dindirmek için Salih’i istifa ettirip yerine Hadi’yi getirerek işlerini yarım bırakmamış oldular. KİK’in başını çektiği, BM’nin desteklediği Ulusal Diyalog Konferansı (NDC), 2013’de Yemen’deki hemen her kesime uygun bir anayasa formüle etmek için 565 delege ile toplandı. Ancak güç dağıtımıyla ilgili anlaşmazlıklar nedeniyle başarılı olamadan dağıldı konferans.

Hadi bir kuklaydı elbette. Her kukla gibi, Yemen’e ekonomik reformlar yapması için 550 milyon dolarlık kredi veren Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) dediklerini yapmak zorundaydı. IMF’nin isteklerinden biri yakıttaki sübvansiyonları (devlet yardımları) kaldırmasıydı. Hadi, 2014’de istenileni yaptı. İşte burada Husilerin, Ensarullah’ın devreye daha fazla girdiğini görüyoruz. Hükümete yönelik eleştirileri sadece bağlı oldukları mezhep taraftarlarının değil, farklı mezhepten, kabilden binlerce insanın desteğinin almıştı.

Adını Husi aşiretine mensup dini bir liderden alan ancak kendilerini Ensarullah olarak adlandıran Husi hareketi 1980’lerin sonunda kuzey Yemen’deki Zeydi Şiîler arasında dini/kültürel canlanmanın bir ifadesi olarak ortaya çıktı. Zeydiler, çoğunluğu Sünnî Müslüman olan ülkede bir azınlıktır ama Sünnîlere en yakın Şiî topluluğudur. Ülke siyasetinde 2003’ten sonra aktif hâle geldiler.

Ağustos 2014’deki yol ayrımında (ki bir kırılma anıydı!) bu çoğunluk ve önderliği önemli rol oynadı. Zamlara karşı canlanan sokak hareketleri Husiler (Abdulmelik Husi liderliğindeki Ensarullah Hareketi) tarafından yoksul, hoşnutsuz, yolsuzluklardan, ekonomik baskıdan bıkmış Sünnî bazı aşiretlerin de desteğiyle eylemleri silahlı ayaklanmaya dönüştürdü. İran’dan da aldıkları destekle önlerinde devlet güçleri duramadı, kentleri fazla direniş olmadan ele geçirdiler.

Husiler 2014’ün sonlarına doğru Sanaa’nın kontrolünü/denetimini büyük ölçüde ele geçirdiler. Bir BM barış anlaşması ile de başkentin kontrolünü sağlamlaştırdılar. Ardından ülkenin güneyine doğru inmeye başladılar. Daha fazla dayanamayacağını anlayarak Ocak 2015’te istifa eden Cumhurbaşkanı Hadi Suudi Arabistan’a kaçtı.

ABD, AB ve Körfez ülkeleri buna ilgisiz kalamazdı; kalmadılar da!

Körfez Arap İşbirliği Konseyi (KİK) merkezli 9 ülke (Suudi Arabistan Bahreyn, Mısır, Ürdün, Kuveyt, Fas, Katar, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, İtttifak’a 2018’de Eritre ile Pakistan da katılacaktı.) Yemen’e havadan askeri müdahalede (26 Mart 2017) bulundu. İran’ın bölgesel güç hevesi bahane edildi. ABD istihbarat desteği verirken; Mart sonunda Husiler stratejik önem atfedilen Aden’e girmeye başlayınca ABD gemileri de bombardımana katıldı. Koalisyon uçakları Hadi yanlılarına uçaklardan silah attı. Mülteci kampları dahi bombalandı, daha önce İHA’lar ile düzenlenen saldırılarda (Ali Abdullah Salih de Mansur Hadi de İHA füzelerine onay vermişti) olduğu gibi sivil katliamlara aldırış etmediler. Devasa güçler Husilerin stratejik liman kenti Aden’e 2 Nisan 2015’de girişini önleyemedi.

Husilerin, Bab’ül Mendep (Hüzün Kapısı) boğazını kontrolleri de bir felaketti. Yemen’de çatışmalar Bab’ül Mandab Boğazı’nın güvenliği için endişe yarattı. Çünkü günlük 47.6 milyon varil geçtiği burası dünyada petrol için hayati önem taşıyan 7 kritik noktadan biriydi ve 2013’e ait eldeki rakamlara göre, dünyada günde üretilen ortalama 90.1 milyon varil petrol ve ona eşdeğer rafine ürünün 56.5 milyon varili denizyoluyla taşınıyor.[10] Yani buradaki tıkanıklık Körfez ülkelerinin ve ABD’nin kâbusuydu. Malum KİK ülkelerinin petrolünün önemli kısmı bu boğazdan Kızıldeniz’e, oradan Akdeniz üzerinden alıcılara taşınır.

BİR ZAMANLAR YEMEN

Yemen, ‘60’lı yıllarda başlayarak pek çok iç çatışma yaşadı. Aşiret yapısını koruyan toplulukların küçük çıkarlar peşinde birbirlerine düşmanlaştırılmalarının hayli kolay olduğu koşullarda, İngiltere, ülkeyi üç ayrı bölgeye ayırmıştı. “Güney Arap Emirlikleri Federasyonu” adı verilen siyasi yapı, bir yandan geleneksel “böl-yönet” politikasının uygulanmasını kolaylaştırıyordu, diğer yandan da farklı mezhepler arasında denge kurarak belli bir istikrar sağlıyordu.

Bu arada, bütün bu bölge için hayli ilginç ve aykırı sayılabilecek bir biçimde, Aden bölgesini temsilen, Halkın Sosyalist Partisi etkili bir siyasi konum kazanmıştı.

1963’te İngiltere’de İşçi Partisi’nin iktidara gelmesiyle birlikte hükümetin Yemen’e bağımsızlık verileceğini belirtmesi üzerine Milli Kurtuluş Cephesi Güney Yemen’i ele geçirmeyi başardı. 1967 yılı sonuna doğru, Güney Yemen’de “Güney Yemen Halk Cumhuriyeti”nin kurulduğu ilan edildi. Ardından, kendilerini Marksist olarak tanımlayan bir grup, Milli Kurtuluş Cephesinin liderini devirerek, “Marksist bir rejim” kurmaya giriştiklerini açıkladılar. Ardından da, devletin adı Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti olarak değiştirildi.

Yemen, bir zamanlar solun ve ulusal kurtuluş hareketlerinin en önemli merkezlerinden biriydi. Burada Yemen derken, eskiden Aden olarak da adlandırılan Güney Yemen’den bahsediyoruz. Güney Yemen 1839’da Osmanlı hâkimiyetinden çıkmasıyla İngiltere’nin sömürgesi hâline geldi. İngiltere’nin Yemen üzerindeki hâkimiyeti 30 Kasım 1967’ye kadar tam 129 yıl sürdü.

Osmanlı döneminde ortak merkezden idare edilen Yemen’de, İngiliz işgaliyle bölgesel farklılıklara yaslanan siyasi kültürün temelleri atıldı, bu da bugünü biçimlendirdi.

Güney’deki İngiliz varlığı Marksist ideolojiyi referans alan bir gerilla hareketini doğurdu. Bu hareket 1967’de sosyalist bir devlet kurarak 128 yıllık İngiliz egemenliğine son verdi.

Kuzeyde ise I. Dünya Savaşı sonrası yönetim Şiî Zeydi imamlarının yönetimine geçti.[11] 1962’deki darbeyle ise cumhuriyet rejimi ortaya çıkmıştı. Bu nedenle iki bölge arasında oluşan sınır siyasi olup, sosyal ve kültürel yapı itibariyle her iki bölge arasında ciddi farklar bulunmamaktaydı. Her iki bölgede de kabileler, aşiretler siyasal ve toplumsal hayatı yönlendiren güçler olarak karşımıza çıkmaktadır. 1990’da ise Kuzey ve Güney Yemen birleşme kararı almıştı.

Yemen’de Müslümanların yüzde 55’ini Şiî’liğin Zeydi mezhebi mensupları oluşturup, ülkenin kuzeyinde bulunmaktaydı

İngiliz işgaline karşı her ne kadar resmi olarak isyan kıvılcımının 1963’te çakıldığı ifade edilse de aslında hareket daha öncesine dayanır. 1955’te İslâmcılardan, milliyetçi Araplardan, Baasçılardan ve solculardan oluşan grupların İngiltere askerlerine yönelik saldırıları başlamıştı. 

Yemen kabilelerin oldukça etkin olduğu dağınık devletçiklerin federasyonundan oluşan bir toplumsal yapıya sahipti. 60’ların başlarında “Ulusal Kurtuluş Cephesi” ve “İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi” kuruldu. Bu iki cephe bir yandan İngiltere’ye karşı mücadele ederken diğer yandan kendi aralarında da bir rekabet mevcuttu. Bu rekabetin sonucun bağımsızlık elde edildikten sona iktidara gelen “Ulusal Kurtuluş Cephesi” oldu. 

1966’da işgal altındaki Yemen sorunu için Kahire’de toplanan konferansta Mısır görüşmeleri yapacak heyette “İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesinden” birisinin bulunmasını istedi. Mısır’ın gerekçesi Yemen’deki kurtuluş hareketinin BM’de temsil edilmesiydi. Buna karşılık Ulusal Kurtuluş Cephesi, sahada silahlı mücadeleyi kendisinin yürüttüğü ve temsilin kendi hakkı olduğunu söyleyerek Mısır’ın bu önerisini reddetti. 

Londra, ülkede gelişen hareketi göz önünde bulundurarak Güney Yemen’de varlığına son vermeye karar verdi. Egemenliğin 9 Ocak 1968’de tanınacağını açıkladı. İngilizlerin kurdukları federal sistem 20 Temmuz 1967’de patlak veren isyan ile parçalandı. “Ulusal Cephe”, Federasyonun bölgelerin büyük bir bölümüne ve Hadramut’a hızlı bir şekilde nüfuzunu yaymaya başladı.“İşgal Altındaki Güney Yemen Kurtuluş Cephesi” de bazı bölgelere hâkim olma girişiminde bulundu. Ama artık çok geçti. Bazı bölgelerde mücadele, kanlı bir çatışma biçimini aldı. 

Kurtuluş cephesi durumu kendi lehine çevirmeyi başaramayınca önceki pozisyonunu yumuşatmak zorunda kaldı. Kendisinin Güney Yemen halkının tek temsilcisi olduğu yönündeki tutumundan vazgeçti. 

2 Kasım’da İngiltere Dışişleri Bakanı bağımsızlık tarihini öne aldıklarını ve 1967 Kasım’ında çekileceklerini açıkladı. İngiltere’nin tarihi öne alınması, gerginliğin artmasına ve yeni çatışmaların ortaya çıkmasına neden oldu. 

Ulusal cephenin ülkenin büyük bölümüne hâkim olması, kurtuluş cephesinin Aden’deki hayati önemdeki nüfuzunun azalmasına neden oldu. Aden’ yönelik çatışmayı kurtuluş cephesi kaybetti. Daha sonra Aden şehri, ordu ve bürokrasi üyelerinden temizlendi. 1 ile 6 Kasım arasında gerçekleşen kanlı çatışmalarda Aden tamamen ulusal cephenin eline geçti. 

Bu gelişmelerden sonra İngiltere çıkarının iktidarı tamamen teslim etmekte olduğuna karar verdi. Olaylar bu yönde gelişerek 30 Kasım 1967’de Güney Yemen bağımsızlığını ilan etti. Kurulan devlet Güney Yemen Halk Cumhuriyeti adını aldı. 1969’da cumhurbaşkanının değişmesi ve sol eğilimli bir yönetimin etkisiyle Güney Yemen Demokratik Halk Cumhuriyeti adını alacaktı. İlk cumhurbaşkanı Gahtan Muhammed al Shaabi oldu. 1969’da yerine bu görevi 1978’ e kadar sürdürecek milliyetçi cephenin en önemli şahsiyetlerinden Salim Rubai Ali devraldı.

Arap dünyasında devletlerin bağımsızlıklarını kazanmalarından sonra Arap milliyetçiliğinin ortaya çıkmasındaki kritik tarih 1948’de İsrail devletinin kurulmasıydı. Arap Milliyetçi Hareketinin kurucusu Filistinli ünlü siyaset ve mücadele adamı Corc Habbaştı. Hareket Filistinlilerin “felaket (nekba)” olarak adlandırdıkları İsrail devletinin kurulmasından sonra tesis edildi. Yabrud’ta oluşturulan Harekette Filistinlilerin yanı sıra Suriyeliler, Ürdünlüler, Iraklılar ve Kuveytliler de bulunuyordu. Öz itibariyle bu hareket Arap halkının tek bir halk olduğunu ve kurtuluş için birlikte mücadelesi savunuyordu. 

Yemen’de iktidar mücadelesinde galip gelen hareket Arap milliyetçi hareketinin etkisindeydi. Ama İsrail’le yapılan 1967 savaşındaki yenilgi, bir kırılma yaşamasına ve Arap dünyasında yeni arayışlara neden oldu. Bu arayışın bir parçası olarak Arap milliyetçi hareketinde ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesinde Corc Habbaş ile beraber mücadele eden Naif Havatma, milliyetçiliği eleştiri ekseninde Hareket’ten ayrılarak kendini Marksist olarak tarif eden Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesini kurdu. Havatma Yemen’deki değişimin manevî babası sayıldı. 

O dönemde Yemenli gençler daha önce olmadığı kadar kitap okumaya başladı. Beyrut’ta basılan Marksist -Leninist klasikler, özellikle gençlerin arasında elden ele dolaşıyordu. 1972’de Yemen’in en ücra yerlerinden katılımların olduğu büyük bir gösteri gerçekleşti. Göstericiler her şeyin kamulaştırılmasını, devlete destek için memur maaşlarının azaltılmasını istiyorlardı. Arap milliyetçiliğinin özellikle İsrail karşısında başarısızlığı ve ortaya çıkan sol dalganın gölgesinde Ulusal Kurtuluş Cephesi 1972’de kongresini topladı. Bu kongrede Yemen Sosyalist Partisi adını alırken, kongre temel şiarı “iktidarın işçi sınıfına” verilmesiydi.

Parti 1980’de büyük bir çalkantı yaşadı. Savunma bakanı Ali Antar ile partinin sol cenahında yer alan Genel Sekreter Abdulfettah İsmail arasında yaşanan gerilimde. Güney Yemen’in en güçlü şahsiyetlerinden biri İsmail iktidar hırsı olmakla suçlandı. İsmail sağlık durumu gerekçe gösterilerek Moskova’ya gönderildi.

Yemen’de kurulan sisteminin sosyalizm olup olmadığı tartışmasını bir yana önemli değişimler oldu Güney Yemen’de; Aden, Filistin başta olmak üzere Ulusal Kurtuluş Hareketlerinin, zorda olan devrimcilerin, eğitime ihtiyacı olan mücadele insanlarının başkenti hâline geldi. Irak’tan, Lübnan’dan de diğer ülkelerden devrimcilerin sığınağı oldu. 

Bir diğer önemli gelişme, kadınların toplumsal yaşamdaki yerleri ve hukuklarında yaşandı. Kadınlar üzerlerindeki çadıra benzer giysileri çıkartırken hakları anayasal güvenceye kavuştu. Sömürge döneminde serbest olan kadınlara şiddet, ikinci bir kadınla evlenme yasaklandı. 

Parti 1990’da Kuzey ve Güney Yemen’in birleşmesine kadar iktidarda kaldı. Yaptığı konferanslarla bir dizi değişim geçirdi. Lakin bir döneme damgasını vuran siyaseti hâlâ zihinlerdedir.[12]

VERİLİ TABLO

Arap coğrafyasının en yoksul ülkesi Yemen’de giderek derinleşen siyasi kriz için “Yemen tarihinde 26 Eylül 1962 devrimi ile başlayan önemli bir aşamanın bittiğinin bir ifadesi” yorumları yapılırken; ‘Şuruk’ yazarı Fehmi Huveydi, Yemen’in “bir yandan iç savaş ve toprak bütünlüğünün parçalanması tehdidiyle karşıyayken, diğer yandan bir mezhep savaşı” içinde olduğundan söz ediyordu.[13]

Gerçekten de “50 yıldır politik istikrar, ekonomik refah ve en önemlisi de kendi ulusal kimlik sorununu çözmüş değil,”[14] diye betimlenen coğrafyaya ilişkin gelişmeleri Husiler bir “devrim”, Husi karşıtları da bir “darbe” olarak nitelendirirken; gelişmeler sadece Yemen’de köklü bir değişime neden olmakla kalmayacak, yanı sıra bölgesel dengeleri de sarsacak gibi duruyordu.

Savaşın bir tarafı İran bir tarafı Suudi Arabistan-ABD bloğu olarak görülüyor. Bir cephe Şiîliği yaymak bir cephe Sünnî-Selefîliği sıçratmak istiyorken;[15] istikrarsızlık/ kargaşa, Şiî-Sünnî, kuzey-güney çekişmesini büyütüp, besliyor.

Böylece de Suudi Arabistan ile İran’ın “vekalet savaşı” alanına dönen Yemen’de kaos büyürken; kriz, bölgesel boyutlu bir “nüfuz mücadelesi” hâlini aldı. Öteden beri İran’ı başlıca rakibi olarak gören Suudi Arabistan, kendi arka bahçesi saydığı Yemen’in iç ve dış dinamikleriyle Şiî hâkimiyeti altına geçmesini kesinlikle istemiyordu.

Suudilerin öncülük ettiği ABD destekli (daha doğru bir deyişle, “patentli”) Yemen harekâtı, yoğun sivil katliamlarıyla sürerken, Filistin sorununda kulağının üstüne yatan Arap rejimleri, şimdi de mezhep savaşının aktörü oluyordu.

Mısır’ın Şarm el Şeyh kentindeki 26’ncı Arap Birliği Zirvesi’nin ikinci gününde Yemen’e yönelik “Sünnî Arap” ordusu çağrısı “Arap NATO”su ya da “NATO’nun Arap Gücü” olarak yorumlanıyordu.

Arap Koalisyonu’nun ağır bombardımanı nedeniyle 250 bine yakın sivil hayatını kaybetti. ‘Save the Children/ Çocukları Koruyun’un verilerine göre, Yemen’e dönük Körfez ülkelerinin saldırılar sonucu yaşanan kıtlık ve yetersiz beslenme nedeniyle beş yaş altı 85 bin çocuk hayatını kaybetti.[16] Ayrıca tedavi edilmemeleri hâlinde beslenme yetersizliği çeken çocukların yüzde 20 ila 30’u ölüyor.[17]

27 ayda 100’den fazla hastaneyi, sığınmacı kamplarını, gıda kamyonlarını, fabrikaları, yolları, tarım alanlarını, okulları vuran Suudi önderliğindeki işgal çoğu sivil, 100 binden fazla insanın ölümüne yol açtı. Lojistiği üstlenmiş Amerikalı “hedef göstericiler” sağ olsun, BM rakamlarına göre, yarısı koalisyonun bombalamalarından en az 13 bin insan öldü. On binlerce yaralı var. Milyonlarca insan yerinden yurdundan oldu. 20 milyonluk nüfusun yarısının acil gıda, temiz su ve tıbbi yardıma ihtiyacı var.[18]

Özetle gıda ihtiyacının yüzde 90’ını ithal etmek zorun kaldığı Yemen’de milyonlarca insan temel gereksinimlerinden yoksun.[19]

Arap dünyasının en yoksul ülkesi Yemen’de yoksulların oranı yüzde 50’yi aşıyorken; BM raporunda otuz milyon insanının yarısından fazlasının gıda sorunu yaşayacağına dikkat çekildi.

ABD’nin en son F15-SA savaş uçakları verdiği Suudi Arabistan öncülüğündeki askeri güçlerin hava ve karadan bombardımanı sürdürdüğü Yemen’de süren savaş nedeniyle ülke nüfusunun yüzde 80’inin yardıma gereksinimi var, sayıları 25 milyonu bulan kişi açlıkla yaşam mücadelesi veriyor. Uluslararası Sağlık Örgütüne göre ülke nüfusunun yüzde 80’inin yardıma gereksinimi var. Savaştan önce bile nüfusun yaklaşık yüzde 54.5’i yoksulluk koşullarında yaşıyordu.[20]

Yaşamsal önemdeki gıda, ilaç tedariki mümkün olamıyorken; 2019’da ise yedi yüz bine yakın kolera vakası görüldü.

Kasım 2020’de BM Mülteci Ajansı 2015’ten bu yana savaşın (bir milyonu ülke içinde) üç milyondan fazla insanı yerinden ettiğini bildirdi.[21]

Yemen’in yüzde 42’si günlük 2 doların altında bir gelirle yaşamak zorunda kaldığı coğrafyada;[22] “Her gece 10 milyon Yemenli açken uyumaya çalışıyor”ken;[23] çocuklar su ve ekmekle karınlarını doyuruyor ve Çocuk ve Gençleri Koruma Örgütü Başkanı Fazıl Enam, ülkede 1 milyon çocuğun açlık tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna dikkat çekiyor.[24]

Yemen’in ihracatı büyük değil. Günlük 200 bin varil petrol, biraz doğal gaz, biraz da kahve ve tuzlanmış balık. Bu yüzden hükümetin yıllık bütçesi, sadece 6 milyar doların altında.[25]

BM verilerine göre, ülkede her 10 dakikada 5 yaş altı bir çocuk önlenebilir bir ölüme kurban gidiyorken;[26] BM Acil Durumlar Koordinatörü Stephen O’Brien, Yemen’de derhâl önlem alınmazsa kıtlık yaşanabileceği uyarısında bulunup, “Yemen halkı sessizce ölüyor” dedi. Ülkede nüfusun yüzde 80’ini oluşturan yaklaşık 14 milyon kişinin gıda yardımına ihtiyaç duyduğunu belirtip;[27] 2 milyona yakın kişinin ise hayatta kalmak için acil gıda yardımına muhtaç olduğu ve 2.2 milyon çocuğun aşırı derecede yetersiz beslenmeye maruz kaldığını ve her 10 dakikada 10 yaş altı bir çocuğun önlenebilir hastalıklar nedeniyle öldüğü uyarısını yaptı.[28]

Ayrıca nüfusunun yüzde 75’inin yardıma ihtiyacı olduğu, 11 milyondan fazla insanın “akut ihtiyaç” kategorisine girdiği Yemen’de,[29] BM İnsani İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Mark Lowcock “20 milyon insan aç”[30] derken; BM Yemen İnsani Yardım Koordinatörü Johannes van der Klaauw de, altyapının ve temel hizmetlerinin durumunun hızla kötüleştiğini, 14 milyondan fazla insanın sağlık kuruluşlarına erişim imkânından mahrum olduğunu, 3 milyon çocuk ve hamile kadının yetersiz beslenme nedeniyle tedaviye ihtiyaç duyduğunu belirtti.[31]

Toparlarsak: Suudilerin ayda 800 milyon dolara mal olan Yemen bataklığındaki hamlesi 10 binden fazla sivilin canını alırken; durumu Kızılhaç’ın “Yemen’de 100 kişi yaşıyor olsaydı,” kıyaslamasıyla şöyle özetliyor:

“77 insan yaşamak için yardıma muhtaç, 66’sının yeterli yiyeceği yok, 60’ının temiz suyu yok, 52’sinin tıbbi bakıma pek az erişimi var, 12’si kötü beslenmeden mustarip. Sorun şu ki Yemen’de 100 değil 27 milyon insan yaşıyor.”[32]

‘Dünya Gıda Programı’ndan David Beasley’nin paylaştığı verilere göre Yemen’de 13 milyon kişi açlık tehdidiyle karşı karşıya. Güvenlik Konseyi kararının onlara yardım etmek gibi bir amacı yok ve koşulları daha da kötüleştiriyor.[33]

Varın gerisini siz tahayyül edin

Çok boyutlu ve taraflı kargaşanın içerisindeki Yemen’in güneyinde ayrılıkçı Güney Hareketi Yemen güvenlik güçleriyle, Şiî Husiler ise Sünnî yönetim, ordu, aşiretler ve de El Kaide’ye bağlı gruplar ile savaşıyor. Öte yandansa Yemen El Kaidesi ile ABD karşı karşıyayken; Washington’un İnsansız Hava Araçları’nın (İHA) en fazla mesai yaptığı ülkelerin başında Yemen geliyor.

İÇ SAVAŞ

Vijay Prashad’ın, “Kaosu büyütmeye hazır,”[34] diye formüle ettiği koşullarda Yemen doludizgin iç savaşa koşuyorken; “Gerçek tehlike savaşa dış oyuncuların dahil olmasıdır,”[35] diye ekliyordu Frank Gardner…

Çünkü Yemen, Suriye ve Irak’tan sonra Sünnî Arap egemenlerinin İran tarafından desteklenen silahlı yerel Şiî gruplarla karşı karşıya geldikleri üçüncü ülke idi; elbette emperyalistlerin desteğiyle…

Örneğin Körfez turuna çıkıp Arap ülkelerine tonlarca silah satan Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron Suudi liderlerle bir araya geldiği Cidde’de, Yemen’i bombalayan koalisyonun suç ortakları ile Ortadoğu’da işbirliğini artırma kararı aldı.

Suudiler’in emperyalizme girift ilişkileri Yemen’de sayısız savaş suçu işleyenlerin ceza almasına dönük girişimleri de engelleniyor.

‘The Guardian’ın 1 Aralık 2021’de yayımladığı raporda Riyad yönetiminin, BM kapsamında Yemen’deki savaş suçları soruşturmasını raydan çıkarmak için kapsamlı bir lobi yaptığı vurgulanmış ve soruşturmanın uzatılması yönündeki oylamanın, 21’e 18 oyla reddedilmesinin Suudi yönetiminin konsey üyesi bazı ülkeler üzerinde kurduğu baskının sonucu olduğu belirtilmişti.

“İngilizler yakın tarihin en korkunç savaşını ve insani dramını destekliyorlar. Suudilerle kurulan ittifak, Yemenlilerin yaşamlarını hiçe sayıyor.”[36]

Örneğin İngiltere’ye bağlı askeri birlik Yemen’de havaalanına kurduğu üste işkenceci Suudi güçleri eğitiyorken; Suudi Arabistan, Mart 2015’ten beri bombaladığı ve sonunda kukla bir hükümet kurduğu Yemen’de halka karşı savaş suçlarını işlerken yalnız değil. Riyad’a rekor silah satışlarına devam ettiği için tepki çeken Londra, Yemen’e gönderdiği gayri resmi silahlı kuvvetlerle de söz konusu savaş suçuna ortak durumda.[37]

Bu arada İngiltere’nin suç ortaklığını herkes bilirken; Suudi Arabistan’ın, Yemen’deki kirli işlerini Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) yaptırmakta olduğu malumun ilanıdır. Yemen’in güneyindeki 1.000’den fazla Emirlik kuvvetini de, güneydeki yerlileri de eğiten BAE’dir.

Ayrıca BAE’nin Kolombiya’dan kiraladığı paralı askerleri de Husi güçlerine karşı kullandığı “sır” falan değil; Suudi Arabistan’ın Sudan’dan asker getirtip savaştırdığı gibi…[38]

Bunlar böyle olunca Yemen’deki “Abaad Araştırma Merkezi”nin raporuna göre, iç savaşta sivillerle birlikte 28 binden fazla kişi öldü. Katledilen sivillerin yüzde 12’sini kadınlar ve çocuklar oluşturdu.[39]

Yine ‘Yemen Data Project’e göre, Yemen’de 2020 başına dek 20 bin 500 hava saldırısı gerçekleştirildi. Açlıkla boğuşan ülkede 6 yılda 100 binden fazla insan hayatını kaybetti.[40]

‘Uluslararası Kızılhaç Komitesi’ (ICRC), Koalisyon güçlerinin Yemen’in kuzeyindeki Sada iline yönelik hava saldırısında çocukları taşıyan bir otobüsü vurup çoğu çocuk 50 civarında insanı katlettiğini bildirdi. Ölen çocukların çoğu 10 yaşın altında.[41]

‘İnsan Hakları İzleme Örgütü/ Human Rights Watch’ (HRW), Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Yemen’de, yasak olan misket bombaları kullandığını açıkladı.[42]

SAVAŞIN DIŞ OYUNCULARI

Yemen trajedisinin aslî sorumluları ya da gerçek tehlike savaşın dış oyuncularıdır.

Bunlardan ilki, elbette ABD’dir; “Yemen’de yaşananlar, ABD’nin desteklediği ve derin bir şekilde müdahil olduğu kirli bir savaş… Savaş suçu işleniyor,”[43] ifadesindeki üzere Bernie Sanders ile Ro Khanna’nın…

Arap Yarımadası El Kaide’si (AYEK) ile Ensar el Şeria (EŞ) örgütlerinin hem güneyde hem doğuda toprak ele geçirmesi ABD için de iyi bir bahane/ fırsattı. 2000’lerden başlayarak Salih’e destek verdi ABD. Bu yıl bir dönüm noktasıdır; çünkü Aden limanında demirli olan, ABD Donnması’na bağlı USS Cole adlı savaş gemisine AYEK’in düzenlediği intihar saldırısında 17 ABD denizcisi öldürülmüştü. ABD’nin terörle mücadele kapsamında Yemen’e 1 milyar dolara yakın askeri yardımı bu bahaneye yaslandı.

ABD’nin Yemen’deki çıkarı Şiî hareketini dizginleyip petrol ülkeleriyle ilişkilerini raydan çıkarmamak, üslerini yerinde tutmakken; hangi ABD Başkanı gelirse gelsin ABD’nin Yemen “politikası” değişmedi. Obama’nın sekiz yıllık yönetimi boyunca ülkeye 185 hava saldırısı yapıldı. Donald Trump ise 4 yıllık döneminde tam 200 saldırı gerçekleştirdi.

Her ne kadar Joe Biden, 4 Şubat 2021’de, “Yemen’deki operasyonlara verilen Amerikan desteğini sonlandırıyoruz ve bu, ilgili silah satışlarını da kapsıyor,” dediyse de; “Niyet beyan etmek, icraata geçmekle aynı şey değildir,”[44] diye hatırlatır Brian Terrell…

İkincisi de Suudi Arabistan…

Suudilerin Yemen’e müdahalesi yeni değil. İki ülke 1943’te bir de sınır savaşı yaşadı. Bu sınır anlaşmazlığı 1990’lara kadar çatışmalar hâlinde devam edegeldi. 2000’deki anlaşmayla sözüm ona sonuçlandı. Ancak 2015’te İran etkisini bahane edip, Suudi Arabistan müttefikleriyle beraber yeniden saldırdı.

Suudi Kralı, harekâtların kesin sonuç alınıncaya kadar süreceğini ilan ettiyse de; Pierre Bernin’, ifadesiyle, “Yemen’deki Suudi fiyaskosu”[45] ayan beyan ortadaydı.

Suudi Arabistan öncülüğündeki koalisyonun Yemen harekâtında bir haftada 62 çocuğun öldüğünü, 30’unun yaralandığını açıklayan BM Genel Sekreteri Ban Ki-Moon ise, çocuk ölümleri karşısında “derin endişe” duyduğunu belirterek, “Yemen’deki askeri operasyona katılan tüm taraflara sivilleri korumak adına insani hukuk yükümlülükleri olduğunu”[46] hatırlatsa da, bundan bir sonuç çıkmadı!

Üstüne üstlük Yemen’i yıllardır bombalayıp devasa bir yıkım yaratan Suudiler söz konusu vahşetin bitmesini isteyen Lübnanlı bakana yanıt olarak Beyrut’la ilişkileri kesti; Suudi işbirlikçisi Bahreyn ve Kuveyt de Lübnanlı büyükelçileri kovdu![47]

Suudilerin her girişimi başarısız oldu. ABD’nin açık ya da dolaylı tüm desteğine, Yemen’de paraya boğduğu işbirlikçilerine rağmen Suudi Arabistan Krallığı girdiği bataktan çıkamadı.

Suudi Arabistan’ın aylarca süren hava saldırısı da Yemen’de istediği sonucu almasını sağlayamadı. Ancak Suudi Arabistan içine düştüğü çıkmazı kabullenmemekte ısrar etti: Ne kazanabildi ne de Husiler’i çekilmeye ikna edebildi!

Suudilere, ortalama olarak 2 milyar dolar değerinde silah satan ABD, bu durumu görmezden geldi. Bu silahların kitlesel katliamlarda kullanıldığının bildiği hâlde, satış sürdürdü… İngiliz silah üreticisi firma BAE Systems, Suudi hükümetiyle yeni anlaşmalar yaparken; 2010 sonrasında İngiliz hükümeti 6.7 milyar dolarlık silah satışına onay verdi.[48]

Üçüncüsü de IŞİD…

“El Kaide ile mücadelede son cephesi”[49] diye adlandırılan ve hatta “El Kaide kıskacındaki Yemen”[50] olduğu ifade edilen coğrafyada Arap Yarımadası El Kaidesi’nin (“küresel cihat” mottosu ile!) faaliyet yürüttüğü herkesin bilgisi dahilindeydi…[51]

Batılı istihbarat kurumlarının “El Kaide’nin en tehlikeli kolu” diye nitelendirdiği radikal İslâmcı Yemen El Kaidesi bir bildirisinde “yalnız kurt” eylemlerine övgüler dizerken, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerde yeni saldırılar düzenlenmesi emrini vermişti. Arap Yarımadası’ndaki El Kaide’nin üst düzey bomba yapım uzmanı İbrahim el Asiri de, “Amerika’ya kendi toprakları ve ötesinde saldırmanızı ısrarla tavsiye ediyoruz,”[52] demişti.

Ve kimilerine “paradoksal” gibi gelse de çok önemli bir şey: 26 milyon nüfuslu Yemen, Sanaa’nın medeniyet mirası güzelim binaları acımasız hava bombardımanının hedefi. Evler, okullar, yollar, köprüler… Temmuzdan beri Suudi özel güçleri komutasında 7 bin Körfez Arap birliği de sahada. Müttefikleri Sünnî aşiretleri, İhvan’ın Yemen kolu Islah Partisi. İddiaya göre vekil güçleri Arabistan Yarımadası’ndaki El Kaide ve hatta IŞİD…[53]

Evet, “Hikâyenin arka planında, Suudi Arabistan destekli, Husilerin (İran uzantısı olarak kabul ediliyor) baş düşmanı olarak tanınan Islah Partisinin Kaide ve Sünnî aşiretlerle işbirliği içinde petrol bölgelerini ele geçirme niyeti yatıyor”du![54]

Nihayetinde IŞİD, yine/ bir kez daha ABD’nin “alet çantası”ndaki bir enstrümandı.

Dördüncüsü de İran…

O da; Abdurrahman Raşid’in ifadesiyle “Askeri olarak nükleer bir güç olmak üzere ve balistik cephaneliğini genişletip bölgesel yayılımını daha da artırmakta”yken[55] Yemen kartını da elinden bırakmıyordu…

“SON(UÇ)” YERİNE HATIRLATMA(LAR)

Thomas More’un, “Emrinde olmakla köle olmak arasında sadece bir hece farkı vardır,” saptamasıyla malûl Yemen kimilerince bir “kördüğüm” olarak nitelese de; Yannis Ritsos vari, “Barış,/ yarın yeni bir dünya/ kuracağız demesidir./ Ve kurmamızdır bu dünyayı!” diyenler için çözülecek bir düğümdür.

Étienne Balibar’ın, “Ezilenlerin kurtuluşu ancak kendi eserleri olabilir”; André Breton’un, “Özgürlük, zincirlerden sürekli olarak kurtulmadır,” sözlerini unutmayanlar için…

“Abartıyor muyum”?

O hâlde Albert Einstein’ın, “Ben gelecek için hiçbir endişe duymadım. O yeterince hızlı geliyor,” deyişini anlamaya çalışın!

15 Nisan 2022, 14:30:28, İstanbul.

N O T L A R

Yazının ilk yayımlandığı mecra: Kaldıraç, No: 250, Mayıs 2022…

[2] Jean Luc Godard.

[3] Sami Kohen, “Yemen Krizi Yemen’de Çözmeli”, Milliyet, 28 Mart 2015, s.26.

[4] Yusuf Kaplan, “Yemen Ziyaretimiz de Türkiye’nin ‘Tek Umut’ Olduğunu Gösterdi”, Yeni Şafak, 23 Mart 2014, s.12.

[5] Yemen ordusu, İran destekli Husileri, BM tarafından ilan edilen iki aylık ateşkesi ihlâl etmekle suçladı. (“Husiler Çeşitli Bölgelerde Ateşkesi İhlâl Etti”, Cumhuriyet, 5 Nisan 2022, s.7.)

[6] “Duyduğumuz tek şey sahip olduğumuz farklar. Bütün medyanın ve tüm politikacıların sürekli bahsettikleri şey bu. Bizi birbirimizden ayıran, birbirimizden farklı kılan şeylerden bahsediyorlar. Egemen sınıf işlerini her toplumda bu şekilde yürütür. Kendi sınıflarından olmayan insanları bölerler. Orta ve alt gelir grubunun sürekli birbirleriyle kavga etmesini sağlarlar ki onlar, yani zengin sınıf, ülkedeki tüm parayı yönetebilsin. Çok basit bir mantığı olmakla birlikte, çok etkili bir yöntem. Görüyorsunuz, farklı olan ne varsa, ondan bahsediyorlar: Irk, din, etnik ve milli köken, meslekler, gelir, eğitim, sosyal statü, cinsel tercihler, bizim üzerinde ihtilafa düşüp kavgaya tutuşacağımız her ne varsa ondan konuşuyorlar ki, onlar o arada bankaya gitmeyi sürdürebilsin.” (George Carlin, “Farklarımız”, 1 Ağustos 2010… http://tanrivarmi.blogspot.com/2010/08/george-carlin-farklarimiz.html)

[7] Dünyanın kadın hakları alanında en geri kalmış ülkelerinden Yemen’de kocalarını öldüren kadınların sayısındaki artış dikkat çekiyor. Kocalarını öldüren kadınların sayısındaki artışa rağmen resmin bütününe bakıldığında kadın cinayetleri alarm veriyor. 2012’de kocaları tarafından öldürülen kadınların sayısı, kara dulların gazabına uğrayan erkeklerin iki katından fazla. Ülkede evlilik yaşına getirilen sınır 15. Bu yaşın kadınlar için 17’ye yükseltilmesi yönündeki çabalar da meclisteki muhafazakâr milletvekillerinin engelleri sonucu başarısız oldu. Zaten yasalar pek fazla kişinin umurunda değil. Yemen’den sık sık çocuk yaşta imam nikâhıyla zorla evlendirilen kız çocuklarının yaşadığı dramı göz önüne seren haberler geliyor.

2004 tarihli BM verilerine göre Yemen’de 15-19 yaş arası kız çocuklarının yüzde 17’si evli, boşanmış ya da dul. Ayrıca ceza yasaları erkeklerden yana. Namus gerekçesiyle eşlerini öldüren erkeklerin hiçbir ceza almama olasılığı epey yüksek. Dünya Ekonomik Forumu da 2012 yılında ‘Dünyada Cinsiyetler Arası Eşitsizlik Endeksi’ raporunda Yemen’i 135 ülke arasında son sıraya yerleştirdi. Yemen Times gazetesinin haberine göre ülkede kadınların yüzde 90’ı sokakta cinsel tacize uğradıklarını belirtiyor. (Merve Arkan, “Yemen’de Şiddete Karşı Kara Dul Öfkesi”, Radikal, 13 Ocak 2013, s.26.)

[8] Arap isyanları coğrafyasındaki Yemen’de, Ali Abdullah Salih’in 33 yıllık iktidarının 2012’de sona ermesiyle başlayan milli uzlaşma sürecinde bir dönüm noktasına ulaşıldı. Dönemin Devlet Başkanı Mansur Hadi, Yemen’in altı federatif bölgeye ayrıldığını resmen açıkladı: 1) Kuzeyde Sada, Sana, Amran ve Zimar kentlerini kapsayan Azal. 2) Cevf, Mareb, Beyda kentlerini kapsayan Sebe. 3) Taiz ve İb kentlerini içeren Cened. 4) Hudeyde, Rime, Mahvit ve Hucce kentlerini içeren Tehame. 5) Güneyde Aden, Ebyen, Lehc ve Dali kentlerini içeren Aden. 6) Hadramevt, Şabve ve Saktari kentlerini içeren Hadramevt. Bölgeler ekonomik güç, tarih ve kültür ve coğrafi yakınlık kriterlerine göre belirlendi. Sana federal başkent kabul edildi. Güney Yemen devletinin başkenti, bugünün ticari merkezi Aden özel statü kazandı. (“Yemen Resmen Altı Federatif Bölgeye Ayrıldı”, Taraf, 11 Şubat 2014, s.2.)

Daha önce Güney ve Kuzey olarak iki devletten oluşan Yemen, 1990’larda birleşmiş ancak güneyde ayrılıkçılar ve kuzeyde Şiî Husilerin isyanı sürmüştü. Federal devlet planına da bu iki kesimden itiraz geldi. Güneyde güçlü olan hükümet ortağı Sosyalist Parti, “güney sorunu”na hiçbir çözüm getirmediğini belirterek planı reddettiklerini duyurdu.

Kuzeydeki bölgelere yıllardır ayrıcalık verildiğini savunan güneyliler planın eşitsizliği daha da derinleştireceğini düşünüyor. Husiler de planın ülkeyi zenginler ve yoksullar olarak ikiye böleceğini savunuyor. (“Yemen Çözümü 6 Federal Bölgede Buldu Ama…”, Radikal, 12 Şubat 2014, s.22.)

[9] Ceyda Karan, “Yemen’de ‘Ayrılık Türküsü’ mü?”, Taraf, 16 Şubat 2014, s.12.

[10] Seçkin Ürey, “Husiler Petrolün Boğazına Sarıldı”, Haber Türk, 6 Nisan 2015, s.9.

[11] Hazreti Muhammed’in torunu Hazreti Hüseyin’in oğlu İmam Zeynelâbidin’in çocuğu olan Zeyd, uğradıkları dertleri ve çektikleri sıkıntıları Emevî Halifesi Hişam’a anlatabilmek için 730’lu senelerde Irak’ın Kûfe şehrinden Şam’a gitti fakat hakarete uğrayıp kovuldu.

Zeyd, Kûfe’ye dönmesinin ardından kendisini destekleyenlerle beraber Emeviler’e isyan etti ama 739’daki savaşta alnına bir ok saplandı ve hemen orada can verdi. Yakınları cenazesini savaş meydanından kaçırıp bir nehir yatağına gömdüler, mezarı bulup cenazeyi çıkartan Emeviler cesedi çırılçıplak şekilde darağacına astılar ve cesed Hişam’ın emriyle tam dört sene asılı kaldı.

743’te Emeviler’in yeni halifesi olan Velid, darağacında hâlâ asılı duran ve kupkuru hâle gelmiş olan cesedi yaktırıp küllerini rüzgâra savurdu!

Zeyd’in isyanını devam ettiren oğlu Yahya’nın âkıbeti de aynı oldu: 743’te Gürgân’da katledildi, kesilen başı Şam’a, Halife’ye gönderildi, bedeni de Gürgân Kalesi’nin kapısına asıldı ve orada aynı şekilde senelerce asılı kaldı.

Hazreti Muhammed’in torununun torunu olan Zeyd’in yolundan gidenlere “Zeydî”, hareketin liderlerine de “İmam” dendi ve Şiî’liğin kollarından Zeydîlik “Beş İmam Şiası” diye de anıldı.

Zeydîler, sonraki asırlarda İran ile Yemen’de kendi devletlerini kurdular. İran’ın Gilân taraflarında 864’te kurulan ilk Zeydî Devleti asırlarca devam etti ama zamanla zayıfladı ve 1526’da Safevîler’e karıştı. Yemen’de 897 ile 1052 arasında hüküm süren diğer Zeydî Devleti’nden sonra 1138’de bir başka devlet daha kuruldu ve bu devlet de Osmanlılar’ın 1538’deki hâkimiyetine kadar devam etti.

Ama, Osmanlı hâkimiyeti Yemen’de tam olarak hiçbir zaman kurulamadı ve Osmanlı hilâfetini kabul etmeyen Zeydî İmamları’nın isyanları asırlar boyunca devam etti. İmamlar 1598’de Yemen’e yeniden hâkim oldular, bölge 1635’te tekrar Osmanlı idaresi altına girdi, ayaklanmalar sonraki senelerde az da olsa hep devam etti ve Yemen, İstanbul için hep bir başağrısı oldu.

Asıl büyük karışıklık XIX. asırda yaşandı ve büyük isyanlar birbirini takip etti. En büyük isyan 1902’de çıktı, isyanın lideri İmam Yahya kendi hilâfetini ilân etti ve İstanbul’dan sevkedilen askerî birlikler hiçbir başarı elde edemediler.

Yemen’de bugün “Husî İsyanı” yahut “Ensarullah Hareketi” denen ve Suudi Arabistan ile diğer bazı ülkelerin askerî müdahalesine yol açan hadiseler, geçmişi bin küsur sene öncesine dayanan bir Zeydî ayaklanmasıdır! İsyanın ilk lideri olan, harekete ismini veren ve 2004’te öldürülen Hüseyin Bedreddin el-Husî güçlü bir Zeydî ailenin mensubudur ve hareketin şimdiki liderleri Yahya ile Abdülmelik de Hüseyin’in kardeşleridir. (Murat Bardakçı, “Husî İsyanı, Yemen Türküsü’ne İlham Veren Mücadelenin Devamıdır”, Haber Türk, 27 Mart 2015, s.7.)

[12] Nasır Nazal-Demir Çalışkan-Ali Karataş, “Bir Zamanlar Devrimcilerin Hamisi Yemen”, 4 Ağustos 2017… https://www.evrensel.net/haber/328392/bir-zamanlar-devrimcilerin-hamisi-yemen

[13] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “Yemen Kördüğümü Çözülür mü?”, Evrensel, 26 Ocak 2015, s.10.

[14] Ramzy Baroud, “Güney’e Karşı Kuzey: Yemen, Umut ve Bölünme Arasında Sendeliyor”, Gündem, 21 Ekim 2013, s.11.

[15] M. Ali Çelebi, “Yemen Kaosu”, Gündem, 6 Nisan 2015, s.12.

[16] “Savaş Suçu Tepkisi Krize Neden Oldu”, Birgün, 31 Ekim 2021, s.5.

[17] “85 Bin Çocuk Açlık Nedeniyle Öldü”, Yeni Yaşam, 22 Kasım 2018, s.9.

[18] Ceyda Karan, “Yemen’e Kolera Taşıyanlar”, Cumhuriyet, 5 Temmuz 2017, s.7.

[19] “Hem Öldürüyor Hem Aç Bırakıyor”, Demokrasi, 21 Aralık 2017, s.5.

[20] Baligh Al Mekhlafi, “Yemenli İşçiler, Savaş ve Açlık Kapanında”, Evrensel, 6 Şubat 2017, s.11.

[21] Mustafa Kemal Erdemol, “İşgal Altında Yemen -3: Biden da Farklı Değil”, Cumhuriyet, 12 Nisan 2021, s.7.

[22] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “Yemen’de Neler Oluyor: Darbe mi Devrim mi?”, Evrensel, 29 Eylül 2014, s.10.

[23] Natalia Antelava, “Kıtlık Yemen’in Belini Büküyor”, Gündem, 24 Temmuz 2012, s.13.

[24] “Geride 1 Milyon Aç Çocuk Kaldı”, Gündem, 10 Eylül 2012, s.13.

[25] Abdurrahman Erraşid, “Yemen’de Yeni Bir Kalkınma Projesi”, Şark ül Evsat, 24 Mayıs 2012.

[26] Doğan Ergün, “Dünya Kör, Sağır…”, Cumhuriyet, 13 Kasım 2018, s.7.

[27] “Açlıktan Ölüyorlar”, Yeni Şafak, 29 Aralık 2016, s.11.

[28] “Yemen Halkı Sessizce Ölüyor”, Özgürlükçü Demokrasi, 28 Ocak 2017, s.5.

[29] Mustafa K. Erdemol, “Yemen’deki Kıyımı Kim Durduracak?”, Birgün, 11 Ağustos 2018, s.10.

[30] “Yemen Nüfusunun Yüzde 70’i Aç”, Evrensel, 12 Aralık 2018, s.11.

[31] “Yemen’de Binlerce Kişi Öldürüldü”, Gündem, 20 Kasım 2015, s.13.

[32] Ceyda Karan, “Suudilerin Son Yemen Oyunu”, Cumhuriyet, 6 Aralık 2017, s.7.

[33] Daniel Larison, “Yemen Açmazı Daha Devam Edecek”, Birgün, 14 Mart 2022, s.5.

[34] Vijay Prashad, “Yemen ve Arap Sultanları”, Birgün Pazar, Yıl: 11, No: 420, 29 Mart 2015, s.8.

[35] Frank Gardner, “Yemen’de İran ve Suudi Arabistan Savaşır mı?”, Gündem, 27 Mart 2015, s.13.

[36] Zarah Sultana, “İngiltere, Yemenlilerin Ölüm Fermanını İmzaladı”, Birgün, 29 Mart 2021, s.5.

[37] “İngiltere İşkence Suçlarının Ortağı”, Birgün, 9 Temmuz 2021, s.5.

[38] Mustafa K. Erdemol, “Yemen’deki Kıyımı Kim Durduracak?”, Birgün, 11 Ağustos 2018, s.10.

[39] “Yemen’de 28 Bin Can Aldılar”, Gündem, 13 Aralık 2015, s.13.

[40] “Yemen’de Taraflar Binlerce Tutukluyu Takas Edecek”, Yeni Yaşam, 19 Şubat 2020, s.9.

[41] “Yemen’de 43 Ölü”, Cumhuriyet, 10 Ağustos 2018, s.13.

[42] “Yemen’de Köylere Misket Bombası Atıldı”, Milliyet, 4 Mayıs 2015, s.20.

[43] Bernie Sanders-Ro Khanna, “Suudi Uçakları ABD Desteğiyle Yemen’i Vuruyor”, Birgün, 22 Aralık 2021, s.13.

[44] Brian Terrell, “Yemen’de Barış mı Dediniz?”, Birgün, 15 Şubat 2021, s.5.

[45] Pierre Bernin, “Yemen’deki Suudi Fiyaskosu”, Le Monde Diplomatique Türkiye, No:12, 4 Ocak 2021, s.3.

[46] “Yemen’de Bir Haftada 62 Çocuk Öldürüldü”, Milliyet, 2 Nisan 2015, s.24.

[47] Lübnan Enformasyon Bakanı George Kardahi’nin 27 Ekim 2021’de Suudilerin Yemen’e dönük saldırılarının durması gerektiği ve Yemenli grup Husilerin topraklarını savunduğu yönündeki açıklamaları üzerine üç ülke Lübnanlı büyükelçileri kovdu ve ilişkileri askıya aldı. (“Savaş Suçu Tepkisi Krize Neden Oldu”, Birgün, 31 Ekim 2021, s.5.)

[48] Vijay Prashad, “Dünya Yemen’i Görmezden Geliyor”, Bir Gün, 23 Ekim 2016… http://sendika10.org/2016/10/dunya-yemeni-gormezden-geliyor-vijay-prashad-birgun/

[49] “El Kaide’nin Son Cephesi”, Milliyet, 9 Eylül 2012, s.22.

[50] Ali Karataş-Yusuf Ertaş, “Aşiret ve El Kaide Kıskacındaki Yemen”, Evrensel, 19 Mayıs 2014, s.11.

[51] Sana’nın el-Ceraf bölgesinde Şiî Husi Ensarullah Hareketi üyelerinin yoğunlukta olduğu Bedir ve Haşuş camilerine düzenlenen intihar saldırılarında, yerel kaynaklar 100’den fazla kişinin hayatını kaybettiğini duyururken; camilere düzenlenen bombalı saldırıları terör örgütü IŞİD üstlendi. (“Yemen’deki 137 Kişinin Öldüğü Kanlı Cami Saldırısını IŞİD Üstlendi”, Cumhuriyet, 21 Mart 2015, s.17.)

[52] “Yemen El Kaidesi’nden Batı’ya Tehdit Bildirisi”, Birgün, 6 Ağustos 2015, s.11.

[53] Ceyda Karan, “Hacılara Kader, Yemen’e Zulüm”, Cumhuriyet, 28 Eylül 2015, s.5.

[54] Aydın Çubukçu, “Yemen 2”, Evrensel, 5 Mart 2015, s.11.

[55] Abdurrahman Raşid, “İran ile Savaş… En Yakın İhtimal”, 17 Ocak 2022… https://turkish.aawsat.com/home/article/3418876/abdurrahman-ra%C5%9Fid/i%CC%87ran-ile-sava%C5%9F%E2%80%A6-en-yak%C4%B1n-ihtimal

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑