Makaleler

Published on Eylül 22nd, 2022

0

Kıyamete beş kala! | İ. Metin Ayçiçek


…Evet, katıksız bir HDP’liyim, ama o dağları kanlarıyla sulayarak yaşatmış olan ve özgürlük isteyen bütün halkların rüyalarını da yeşerten Kürt halkının rüyalarını terk etmek istemiyorum. Hayır, savaş yanlısı değilim, bütün savaşların yaratıcısının iktidar hırsı olduğunu da biliyorum. Ama biliyorum ki halklar bütünüyle özgürleşmeden, egemenlerin iktidar duygularını geriletmek mümkün değildir…
…Cumhur ve Millet ittifaklarının içine girmeden, sadece kendi özgün taleplerimizle, kendi adımıza taraf olmak gerekir…

“Ben de kıyametin habercisiyim!” İnanmadınız mı? Önemli değil bu, kara cahil bir şerefsizi imam olarak kabul edebilen milyonlarca aklı yitik canlının mürid olarak yaşayabildiği o topraklarda, ben de elbette bu akılla birkaç taraftar bulabilirim.

Nasıl bir toplum olduk, nasıl bu derece aşağılara çektik aklımızı ve ahlakımızı? Haremiyle ünlü Osmanlı sultanlarının 400 yılda ancak gerçekleştirebildikleri bu toplumsal çöküşü nasıl sığdırdı zamane Sultanları 20 yıla?

Ve din nasıl dehşet saçan bir öcüye dönüştü sapık cüppelisiyle, Adnan Hoca’lı Genelev ayinlerinde? Aile içi cinsel ilişki vakasına (enses) ilişkin bir raporu yayınlayamayacak kadar dehşete düşerek kendi hazırlattığı raporun yayınını yasaklayan TC nasıl bir ülke oldu böyle? Kendi kızını dizinde oturtan babanın cinsel haz duyabiliceğini iddia eden, aç bir ülkenin milyonluk arabayla dolaşan “mütevazı” Diyanet İşleri Başkanı, üstelik dine ihtiyaç duymayan benden ya da Müslüman olmayan halklardan aldığı paranın haram olduğunu bile bile hangi hakka dayanarak vergi ister acaba? Bunun adı bütün ülkelerde ve inançlarda hırsızlıktır, gasptır, yani haramdır.

Ve o Hıyanet İşleri Başkanı, ülkede en az 10 milyon civarında olan HDP’lileri “dinsiz” diye suçlayan bir dinsiz, bir meczup ve Musa’nın altın buzağıya tapan inkar toplumundan daha “günahkar” bir haramzede değil midir? Ve onun etrafında cehalet rüzgarını arkasına almış fır dönen cahiller ittifakı. Hurili – gılmanlı cennetine kavuşma hayaliyle Adnan Hoca’nın esrarlı-afyonlu alemlerinde rol alan kediciklerine bile şehvetten cuşa gelip ses çıkarmayan Cüppeli Ahmet hangi haramın kapısında kulluk eder? Babamdan kaldı numarasına girmeden; açlık içerisinde bırakıldığı için “bir hırka-bir lokma” diyen müslümanlara saygısızlık etmeden; bir kuruş servet biriktirmeyen Muhammed’in “islam dünyasının en değerli hazinesi” sayılan hırkasının bir küçük parçasını görünce cuşa gelip “ağlayan” sahtekarlar sultanı oyuncu, “yerin ve göğün ve bütün mülkün sahibi olan Allah adıyla” diye başlayan gerçek besmelenin, bu ilk cümlesini besmeleden çıkararak mülke kavuşan servet kölesi soytarı, aşağılık din satıcısı. Seni gördükçe midem bulanıyor, kusmak istiyorum yüzüne ama yüzünün olmadığını unutuyorum her defasında, sinirimden kabız oluyorum. Birgün, ama birgün, inanıyorum, devran değişir, insan ishal de olur. Hatırla o güzel Komünist şairin o yılmaz umudunu:

“Kör olasın demiyorum / (Yüzünü yaklaştır ve) / kör olma da gör beni!”

***

Karaoğlan iddiasıyla ortaya çıkan bir idolün Kıbrıs’a açtığı savaşı, manevi evladı olarak himayesinde yaşadığım ve sayesinde liseyi ve üniversiteyi okuyabildiğim insan güzeli-insanlık güzeli bir subayın (Galip Metin) , o yıllarda Kıbrıs’tan hatıra olarak “kesilmiş Rum Kulağı” getiren asker öykülerine nefretle tepki veren bir askerin ahlakıma kattığı incelik, insanı dinine, rengine, ulusuna bakmadan sevmemin temelini oluşturdu. Nefret ediyordu bu tür eylemlerden ve bu savaşı, Kıbrıs’ta Türk ve Rumlar arasındaki ilişkilerin bir sonucu olarak değil, dönemin güçlü devletlerinin çıkarları doğrultusunda Yunanistan ve Türkiye’nin çatışmalarının bir sonucu olarak tanımlıyordu.

Yunanistan’ın da Jitem’i vardı elbette, Kasım 1973’de Dimitrios Yoannides’in önderliğinde bir Hükümet Darbesi yapan Yunanistan Ordusu yönetime el koymuştu. Darbelere karşı olan Makarios, darbeci Yunan Askeri Cuntası’nın desteklediği EOKA-B örgütünü karşısına alarak derhal adayı terk etmesi direktifini verdi. Ve iki egemen devlet yolları açtı ki EOKA-B Kıbrıs’a otursun. Olan oldu. Ve kıbrıs Barış Çıkarması Başkomutan Ecevit tarafından gerçekleştirildi.

Türk Tipi Barış’ın tipik örneği, “şair” yürekli Başbakan, Kıbrıs Fatihi oluverdi.    

***

Duydunuz değil mi Gezi düşmanlarının kimler olduğunu?

İnkar ederseniz eğer, yediğiniz haramların gözünüze dizinize duracağını ummuyorum; kepaze olacağınızı da sanmıyorum; çünkü biliyorum ki dibin de dibi olmaz ve sizin bu tür kavramlarla bir ilişkiniz yoktur. Ama ben yine de uyararak insani görevimi yerine getireyim istedim iktidar ve partisi için. Hayvanların da korunması gerektiğini öğretirdi rahmetli babam bana her zaman.

Hani şu Gezi Düşmanlığı var ya, HDP düşmanlığı gibi bir şey, ikisini de soru sormadan anlamak mümkün!

Aklıma gelmişken söyleyeyim: Gezi Düşmanlığı için bir yarışma açılsa sanırım Gezi’de döner bıçağıyla gençlere saldıran ünlü Palalı Sabri (Sabri Çelebi) birinci sırada yer alır. Bunu hakediyor mu, tam bilmem! Elbette bir “hak arayışı”, bir “doğa korumacılığı”, bir “tarihle yüzleşme eylemi” olan Gezi’ye farklı nedenlerle itirazlar da olabilir. Ama Palalı Sabri bir kahramandır. Ona rakip olabilecek tek kişi ise sanırım Haramiler Reis’i Tayyip’tir.

Tamam, anlaştık: Gezi Eylemine düşmanca tavır takınan ve saldırganlığı eylem biçimi olarak sürdürenlerin başında (Soysuz’un ordusu ve Tayyip’in imanlı gençliği dışında) Palalı Sabri’dir. Tek başına bu saldırıyı yapabildiği için o bir kahramandır.

Ve bu zat, 13 Eylül 2021’de tekrar gazetelere başlık oldu:

“İstanbul’da düzenlenen fuhuş operasyonunda altı kişi gözaltına alındı. Gezi direnişi sırasında yurttaşlara pala ile saldırdığı için “Palalı Sabri” olarak bilinen Sabri Çelebi’nin fuhuş çetesinin elebaşı olduğu ortaya çıktı. İstanbul’da Beyoğlu ve Beşiktaş’ta gece kulüplerine düzenlenen operasyonlarda çoğunluğu Fas uyruklu 62 yabancı uyruklu kadın kurtarıldı. İş vaadiyle getirilen yabancı uyruklu kadınların pasaportlarına ve cep telefonlarına el konulup fuhşa zorlandıkları tespit edildi.

Gezi olayları sırasında, “kasten yaralama” suçundan 3 yıl hapis cezasına çarptırılan ”Palalı Sabri”nin yurtdışında olduğu öğrenildi. Çelebi, hâlâ firari durumda.“

Ve hemen iki gün sonra, gazeteler inanılmaz bir haber başlığı ile çıktılar: “Gezi olayları sırasında göstericilere pala ile saldıran Sabri Çelebi’nin suç örgütü kurup insan ticareti yapmasıyla ilgili haberlere yayın yasağı getirildi. (15 Eylül 2021).

“Haberde kişilik hakları ihlali gerekçesiyle, İstanbul 3. Sulh Ceza Hakimliği‘nin 13 Eylül 2021 tarih ve 2021/3157 sayılı kararı ile erişime engellendi… Çelebi hakkında Halk TV’nin web sitesinde yayınlanan “Gezi’nin palalı saldırganı Dubai’de” başlıklı haber, kişilik hakları ihlali gerekçesiyle, İstanbul 8. Sulh Ceza Hakimliği’nin kararı ile erişime engellenmişti.”

Sizin aklınıza gelmez inşallah, ama benim aklıma ilginç bir isim geldi Palalı pezevenk haberinden sonra.

Prof. Dr. Dursun Kuzu deyince aklınıza gelen ilk meslek hangisidir acaba? (Hukuk profesörü olduğu için Meclis Adalet Komisyonu Başkanlığı yapmıştı. Sonra Tayyip’in Başdanışmanı oldu.)  Prof. Dr. Dursun Kuzu bir yere mi yetişecekti de bir gün sürpriz yapıp aniden ölüverdi? Peki, Prof. Dr. Dursun Kuzu’nun ikinci mesleği ne idi, bilir misiniz?  

Aklınıza kötü şeyler gelmesin hemen. Bir adalet takipçisinden söz ediyoruz. Ben de çok önceleri yazmıştım, ama haklı olarak Sedat Peker benden daha havalı bir isim ve bugüne kadar anlattıklarının hiçbiri yalan-iftira-yanlış çıkmadı. Üstelik bu kez Peker’in yanında Burhan Kuzu’nun eski danışmanı Sinan Çiftçi de var ve Çiftçi de Peker’i fazlasıyla doğruluyor.

Bu ünlü hukukçunun “İranlı uyuşturucu baronu Naci Şerifi Zindaşti’ye AKP Beşiktaş Kadın Kolları Başkanı Aliye Uzun aracılığıyla kadın pazarlayan” birisi olduğunu, ismi geçenlerin hepsinin birlikte fotoğrafını görerek düşündürmüştü. Kuzu’nun ikinci işi hukukçuluk idi. Ama ilk işi devlet olanaklarını kullanarak ve ücret karşılığında (fazla da sayılmaz, milyon dolarlar falan) örgütlü iş takibi yapmaktır. Elbette milyon dolarlara ifade edilen bu iş takipçiliğinin kazancı da işin büyüklüğüne uygun olacaktır. Ve bu çetede eski Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Cumhurbaşkanı yardımcısı Fuat Oktay, Meclis Başkanı Mustafa Şentop ilk sırada olmak üzere, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Ticaret Eski Bakanı Bülent Tüfenkçi, İstanbul eski Sulh Ceza Hâkimi Cevdet Özcan ve eski AKP Beşiktaş Kadın Kolları Yöneticisi Aliye Uzun hakkında suç duyurusunda bulundu.

Sonuç ne mi oldu? Burası Türkiye baylar bayanlar, hırsızlık ya da yolsuzluk, hukuksuzluk ya da hukuka aykırılık yoktur, Ya Tayyipcisin ya da düşman!

“Bütün bunlar neye karşılıktır” mı?

Eh, elbetteki, bunu sorarak “benim hiçbir şeyden haberim yoktu, vaaayy beee!” şaşırtması  yaparak hiç kimse kendini aptal yerine koymaz: Elbette “bal tutan parmağını yalar!” İmanlı ama diplomasız bir Cumhurbaşkanı tarafından yönetilen Türk halkının kültürünün, son 20 yılda ahlaken de vicdanen de kazandığı yeni bir kültürdür bu! Şaşırdım demesin hiç kimse, kral baştan beri çıplaktı!

Kandırdılar bizi vallaa da billaaa da!

Her şey bize özgü biçimleniyor. Özelliğimiz bu galiba.

Mitoman bir Cumhurbaşkanımız olduğu için belki de şanslıyız. (Mitomani: yalan söyleme hastalığı). Eğer kötü bir şey olsaydı Cumhurbaşkanımızı seçer miydi bu hastalık allaasen ?

****** 

Tamam, bugün biraz karamsarmışım gibi algılasanız da bu doğru değil. Tamam, iktidar kötü ama, koskoca bir muhalefet, üzerimize kanatlarını açmış koruma halinde bekliyor. Ve barış istiyor ana muhalefet.

Kürt yok bu ülkede, Ermeni yok, Rum, Laz, Çerkez yok, Alevi, Hristiyan, Süryani, Musevi, Ezidi yok bu ülkede! Tek bayrak, tek devlet, tek millet falan filan. İşte size “muhalefet”. Tek devlet, tek millet, tek bayrak falan filan. Öyle bir muhalefet ki AKP iktidarının eşkıya başını alıp milletvekili yapmış; İyi Partiye kendi vekillerini verip parlamentoda grup oluşturmasını sağlamış, Anayasa’ya aykırı olacağını bilerek ama HDP’lilere vurulacağını bilerek dokunulmazlıkların kaldırılmasına oy vermiş, 86 belediye başkanlığı kazanmış olan bir partinin 60 belediyesine iktidar tarafından el konulmasına sesini çıkarmamış; eski genel başkanını yenilerken, parti içi hainlerin tuzaklarına sessiz kalmış hatta bunlardan yararlanmış bir genel başkanla sürdürülen bir sözde muhalefet partisi !!!

Belki de hepsine “eyvallah” denilebilir ama bir yandan Aleviliğini saklayarak, öte yandan “Ülkücü kardeşleriyle” helallaşarak her gün biraz daha kurtlaşan Bozkurt Kılıçdaroğlu Kaan.

Onur damarı tıkanmış olan Devlet Bahçeli meczubunun yerine dolduracak bir “milli devlet” operasyonunun yükseltilen yıldızı: Kendi kimliğini bile saklayarak iktidar olacağını düşünen bir meczup. Bir Sedat Peker’in verdiği bilgilerle sıradan bir ülkede bile en az on hükümetin indirilebileceği mümkün iken, milli devletin bekası için iki yılda 17500 faili meçhul cinayetle yönetilmiş “meşru cinayet örgütü” rolündeki bir devlet iktidarına karşı gıkını çıkaramamış kış uykusuna yatmış soluksuz Gandi.

Adalet Yürüyüşü’ne çıkmışken, yolu muhalefetin en önemli ismi Demirtaş’ın tutuklu bulunduğu cezaevine uğramadan geçmeyi kabullenmiş bir “adalet savunucusu”.

Ondan beklentilerle onun sundukları karşılaştırıldığında görülebilecek tek gerçek, demokrasiden yoksun bırakılmış bu sömürgeci Cumhuriyet’in temel payandası bizzat CHP’nin kendisidir.

Bu haliyle CHP’den bir halt olmaz artık, bu kesin. Çünkü, başından beri demokrasiden yoksun olan bu Cumhuriyet’in fazlasıyla yaşlanmış, kendini yenileyememiş fosil hücrelerinin kaynağıdır kendisi. Türkiye’nin 100 yıllık sorunlarını bir çırpıda çözebilecek birkaç özgürlükçü adımla belki yepyeni bir çığır aşabilirdi CHP. Kürt halkının varlığının ve dilinin kabulü ve ulusal özgürlüklerin anayasal bir hak olarak tanınması; Alevi halkının ve diğer halk gruplarının ve yaşayan inanç ve dinlerin mensuplarının en doğal ve uluslararası sözleşmelerce de kabul edilmiş inanç ve ibadet haklarının kabulü; başta Cumartesi Anneleri olmak üzere, en azından 90’lı yılların hemen başında yaşanan (Meclis kayıtlarına göre 17500 sayısına ulaşmış) faili meçhuller araştırmasını gerçekleştirip tarihle helalleşerek; yani katliamlarla yazılmış olan Cumhuriyet tarihini kandan temizlemek için “teklik” çılgınlığından vazgeçip, “çok”u değil “çoğul”u sistem yaparak 100. Yılı Cumhuriyet’ten kurtarıp “Demokratik Cumhuriyet”e taşıyabilirdi.

Oysa o henüz sınavın başındayken tavrını netleştirdi.

Kendi kimliğiyle bile “helâlleşmemiş” olan bir kimliksizden, çağın en önemli adımı ve rengi olan kimlik özgürlüğünü beklemek ??? 

*****

 Önemli ve tehlikeli günler bekliyor bizi, bu açıkça belli artık. Seçim meçim hikâye aslında. Millet ittifakı seçimi alsa bile, o bileşimin 20 yıldır sürdürülen yeni toplumsal yapıyı demokrasi adına değiştirebilme yeteneği kesinlikle yoktur. Günümüzdeki yapılanmanın politik mimarlarının oluşturduğu bir birlik, hele de “HDP ile ittifak olamaz” düşmanlığında bir İyi Parti ile demokrasi adına, halkların, inançların ve tüm farklılıkların barış içerisinde bir arada yaşamasını gerçekleştirecek bir değişimi, gerici statükonun koruyucu kurumları eliyle düzeltilebileceğine inanmak “akıl kârı” olamaz. Bu bileşim, en azından şimdilik bildiğimiz kadarıyla ortaya dökülmüş olan ilkel politik yaklaşımlarıyla, 100 yıllık birikmiş sorunları çözen değil, olsa olsa kısa bir süre için üzerini biraz örtebilen bir güce sahip olabilir.

Geleneksel anayasaların hedefleriyle çağımızın modern anayasalarının hedefleri arasındaki en temel fark şudur: Sınıf iktidarına bağlı geleneksel anayasalar geniş halk yığınlarına en geniş özgürlükleri “verir”ken, gelişimi hedefleyen çağdaş anayasalar, topluma, söz konusu özgürlükleri kullanabilme olanaklarını da sunarak toplumun özgürleşTİRİLmesini hedeflerler.

Yaşadığımız toplumsal-siyasal yapının kurucusu olan CHP ve ittifak ortakları, dünyanın bu 100 yıllık değişim sürecini dikkate almadan salt yasal ya da idari düzenlemelerle yaşama yön verebileceklerini düşünüyorlarsa, bunun mümkün olmadığını çok hızlı öğrenmeleri gerekir. Çünkü artık bir adım ötesinde büyük kıyımlara gebe bir iç çatışmadan başka bir şey görünmemektedir.

Ve görülecektir ki, “ülkücü kardeşleri” ile kol kola yürümek, Başbuğ Kılıçdaroğlu’na ne kazandırır bilinmez ama, Türkiye’ye çok şey kaybettireceği açıktır.

***

Hatırlayalım: 31 Mart 2019 günü HDP; 3 büyükşehir, 5 il, 45 ilçe ve 12 belde belediyesi olmak üzere toplamda 65 belediyenin başkanlığını kazanmıştı. Seçimlerden hemen sonra KHK’li oldukları gerekçesiyle 6 belediye eş başkanına mazbataları verilmedi, onların yerinme mazbatalar seçimi kaybeden AKP’li adaylara verildi. O tarihten günümüze üç yılda HDP’nin kazandığı 65 belediyenin 48’ine İçişleri Bakanlığı kararıyla kayyum atandı.

31 Mart 2019 tarihinden bugüne kadar HDP’li 84 Belediye Eş Başkanı da farklı tarihlerde gözaltına alındı.

21’i kadın olmak üzere 39 Belediye Eş Başkanı tutuklanarak cezaevine hapsedildi. 19 belediye başkanına ‘örgüt üyeliği’ ve ‘örgüt propagandası’ suçlarından toplam 140 yılı aşan hapis cezaları verildi.

Üçü kadın belediye eş başkanı olmak üzere HDP’li 7 belediye eş başkanının tutukluluğu ise halen devam ediyor. 

Sekiz belediye eş başkanına ise ev hapsi verilirken, beş belediye eş başkanı ise yaklaşık 21 ay boyunca ev hapsinde kaldı.

19 belediye başkanına ‘örgüt üyeliği’ ve ‘örgüt propagandası’ suçlarından toplam 140 yılı aşan hapis cezaları verildi.

Ve 31 Mart seçimlerinden bugüne görevini sürdürebilen sadece 6 belediye başkanı kaldı. 

Hazreti Google’a yazdığınızda, birkaç saniye içinde önünüze hemen yüzbinlerce belge dökülecektir.

Aklıma gelmişken sorayım: “Anayasaya aykırı ama, oy veriyorum” diyerek “dokunulmazlıkları kaldırtan” Kılıçdaroğlu’nun bu güne kadar bir özür dilediği görüldü mü? Ve kaç HDP’li vekil cezaevindedir bugün, kaç HDP’li yönetici? Halkının özgürlüğünü savunduğu için cezaevine atılmış kaç Kürt yurtsever vardır, bu ittifak bir kez olsun sözünü etti mi, bir özgürlük projesi getirdi mi? Bu ittifakın içinde yer alan “en ilerici parti” CHP, öyle mi?

“Adalet Yürüyüşü” yapan bir “muhalefet partisi” liderinin, hemen yolu üzerinde bir cezaevinde yatmakta olan bir siyasal parti liderini ziyaret etmekten kaçınmasının nedeni ne olabilirdi ki?

Peki neye güvenerek “en iyisi bu” diye pazarlanan bir ittifak ilgimi çeksin? Kazanım ne olacaktır? Net söylenmeli! Bugünden görebileceğim netlikte olmalıdır kazanacaklarımızın listesi, ötesi boş laf!

Ve Kürt halkının yeniden dirilişi, Kürt Özgürlük Hareketi’nin doğuşuyla varlık kazandı. Türk Silahlı Kuvvetleri’rinin başına gelen her Genel Kurmay Başkanı, sanki mesleğe başlama yemini edercesine Kürdistan İşçi Partisi’ni (PKK), yani Kürt Özgürlük Hareketinin mimarı olan güneşi “en fazla 6 ay içerisinde söndüreceği” sözünü vererek başladılar görevlerine.

Ve 27 Kasım 1978’den günümüze, yani tam 44 yıldır 15 Genel Kurmay Başkanı geldi geçti bu ülkede. Gelinen nokta yeterince açık biliniyor artık. Bölgenin direniş güçleri varlıklarını sürekli büyüyerek günümüze kadar sürdürmeye devam ettiler. Ve özgürlük varlığını devam ettiriyor bugün de dağlarda.

***

Sevgili Demirtaş Cumhurbaşkanlığı seçiminde “ortak adaylığın” niteliğinin ne olması gerektiğine ilişkin açıklamada bulunmuş. Ama belli ki yüksek bir demokrasi anlayışı içerisinden ve hayli soyutlayarak belirlediği tanım, “politika” pratiği içerisinden mercek altına alındığında gerçek yaşamdan koparak en iyi niyetlerle donanmış bir söylem olmaktan öte bir anlama sahip olamıyor.

“Ortak aday bir kişi değil, bir anlayıştır. Tek adamın karşısına çıkacak bir başka tek adam ya da tek kişi değildir. Kolektif aklın sözcüsü, birleşmiş bilincin aktarıcısıdır. Ortak aday tek bir partinin, tek bir kimliğin, tek bir inancın değil, bütün toplumsal kesimlerin ve farklılıkların bileşkesi, 85 milyonun siluetidir. Ortak aday diğer adayların karşıtı değil, demokrasiyi savunanların rakipsiz adayıdır.

Ortak aday tek bir ideolojinin değil, gerçek demokrasinin temsilcisidir. Kamplara bölünmüş, paramparça edilmiş toplumu demokrasi değerlerinde buluşturan kapsayıcı güçtür. Ortak adayın hedefi yüzde 50+1 değil, yüzde 80+1’dir. Amaç sadece seçimi kazanmak değil, en güçlü toplumsal meşruiyetle geçiş sürecini yönetmektir.”  

Öncelikle sözü edilen “kollektif akıl”ın nasıl bir şey olduğunun belirlenmesi büyük önem kazanıyor. Hegel’de uzunca tartışılan “Kolektif akıl” kavramı soyuttur, çünkü sınıflı toplum realitesinden kopmuş bir tanıma dayanır. Ya da “birleşmiş bilinç” kavramları her ne kadar “bütünü kucaklamak” hedefinin altını çiziyor görünse de, gerçekte bütünün değil, kendi içinde de farklılık gösterebilecek güçlerin altını çizebilmektedir sadece. Ve bizim, soyutlanma düzeyi hayli büyük olan bu tür ciddi tartışmalara somut bir seçim olayında gereksinimimiz olmayacaktır.

Bu kez bağrımıza taş basmak zorunda değiliz. Bu sömürgeci devlet sisteminin ve zulüm iktidarlarının kurucu beyni, sağın sağını da yanına alarak tekçi devletin yeniden inşasına soyunmuştur. Bu, bildik her sömürgeci devletin, son nefesini vermeden yöneldiği bir tuzaktır elbette. Bu iktidar hırsının tipik dışavurumudur. Artık (Aynen Ecevit’in son hali gibi) “koltuk değneklerine dayanmadan yürümeyi ve düşünmeyi başaramayan sahte muhalefetin, Kürt özgürlük hareketi ve ittifaklarının, yani Kürt halkının özgücünün bunca bedel ödeyerek gerçekleştirdiği müthiş kazanımları silip atabilecek ittifak arayışları tuzağına düşmemelidir.

Evet, katıksız bir HDP’liyim. Ama biliyorum ki, mücadele gücümü Kürt halkının yarattığı mucizevi mücadelenin kazanımlarıyla sürdürdüm. Bu kazanımları yaratan gücü reddederek Ayhan Bilge ihanetine ortak olmak, ülkesiyle birlikte bir halkın özgürlük kazanımı değil, olsa olsa, hani belki sömürgeciliğin onayıyla hücre cezası yerine ev hapsine razı olmak anlamına gelecektir. Bu bir kazanım değil, tersine kazanımların silinip atılacağı yeni bir asimilasyona evet demektir. Gırtlağına kadar kendi yarattığı pisliğe batmış olan sömürgeciliğe yeniden kan verecek politikalar, özgürlük yürüyüşü olamaz.

Evet, katıksız bir HDP’liyim, ama o dağları kanlarıyla sulayarak yaşatmış olan ve özgürlük isteyen bütün halkların rüyalarını da yeşerten Kürt halkının rüyalarını terk etmek istemiyorum. Hayır, savaş yanlısı değilim, bütün savaşların yaratıcısının iktidar hırsı olduğunu da biliyorum. Ama biliyorum ki halklar bütünüyle özgürleşmeden, egemenlerin iktidar duygularını geriletmek mümkün değildir. Hücrelerine kadar duyarlı gerçek bir özgürlük talebi, yıllardır faşizmin sürdürücüsü olan Kötü Partilerin sistem dayatmalarıyla değil, Kürt halkının siyasal iradesini kayıtsız şartsız tanımakla olacaktır.

Bence, bu seçimin galibi, önce ya da sonra ama sonuç olarak, ancak HDP’yi yanına alabilen parti ya da partiler ittifakı olacaktır. Bu nedenle, Cumhur ve Millet ittifaklarının içine girmeden, sadece kendi özgün taleplerimizle, kendi adımıza taraf olmak gerekir. Unutmayalım: 7 Haziran seçimlerinde HDP bir koalisyon içinde yer almadan da “Muhalefeti” destekleyeceğini ilan etmişti. AKP ve CHP arasında yapılan görüşmelerin 45 gün sonrasında “bu süre içerisinde AKP hükümeti Hükümetin kuruluşuna yönelik yönelik bize bir öneri getirmedi, bizi oyaladı” diyen yüzsüz bir “muhalefete”, peki, sen neden ‘biz niye görüşüyoruz gardaş’ diye sormadın?” diyerek hesap sorulmadığı için; ya da belki de yerini devlet zoruyla Kayyum hırsızlarına terk etmek zorunda bırakılan ilk Belediye Başkanımızın yanında bir direnişi gerçekleştiremediğimiz için öteki uygulamalara yol vermiş olduk.

Sanırım sonuçlar Cumhur grubunu da Millet grubunu da tek başına iktidara getiremeyecektir. Bu nedenle adaylar çevrelerindeki güçleri bu hedefe kilitleyecektir. Birinci tura tek başına seçime giren HDP, oylarına bakarak destek sunacağı oyun partnerini belli şartlara bağlayarak adımını güçlendirebilir.

Söz konusu şartların içinde Kılıçdaroğlu’nun kendi inancını da açıkça savunabileceği bir inanç özgürlüğünün güvencesi de yer almalıdır.

Hadi bakalım, el mi yaman, bey mi yaman, görelim!   


İ. Metin Ayçiçek – 22.09.2022

Tags: , , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑