..." /> 'Kınama açıklamaları, Kürdistan'da süren direnişe arkadan saplanmış hançerdir'

Güncel

Published on Eylül 30th, 2022

0

‘Kınama açıklamaları, Kürdistan’da süren direnişe arkadan saplanmış hançerdir’


Marksist Teori yazarlarından Çiçek, Mersin eylemi sonrasında yapılan kınama açıklamalarının devletin kurduğu şiddet tekelini meşrulaştırdığını dile getirdi. Ezilenlerin şiddetinin meşru olduğunu belirten Çiçek, ezen ulustan demokratların ezilen ulusun özsavunma hakkını kabul etmesi gerektiğini dile getirdi. Çiçek, “Yaşamlarını ortaya koyarak eylem yapan devrimcileri mahkum edenlerin, gerillayı arkadan hançerlediğini bilmeleri gerek. Bu emekçi sol hareket açısından kabul edilemezdir” diye konuştu.

Mersin’in Mezitli ilçesinde bulunan Polis Evi’ne yönelik eylem, ezilenlerin şiddetinin meşruluğu üzerine yeni bir tartışma başlattı. 

Emekçi sol parti ve örgütlerin kimilerinden, faşist şeflik rejiminin kolluk kuvvetlerinin hedef alındığı eyleme yönelik “kınama” açıklamaları yapıldı. 

Marksist Teori Dergisi yazarlarından İbrahim Çiçek Özgür Tv’de katıldığı programda, emekçi sol güçlerin yaptığı açıklamaların, sadece devlet şiddetini meşru görmenin bir sonucu olduğunu belirtti. “Her türlü şiddete karşı olmanın” egemenlerin şiddet tekeline karşı çıkmamak anlamına geldiğini belirten Çiçek, ezilenlerin şiddetinin meşrutiyetini savunmak gerektiğini, emek ve özgürlükten yana olanların bilinçlerinin özgürleşmesine ihtiyaç olduğunu dile getirdi. 

İbrahim Çiçek’in Arzu Demir’in sorularına verdiği yanıtlar şöyle:  

‘ŞİDDETE ŞİDDETLE KARŞILIK VERME HAKKINI YOK SAYIYORLAR’

Mezitli’de polis evine dönük yapılan eylemin peşi sıra neden bu kadar “her türlü şiddeti kınıyoruz” açıklamaları geldi?

Her türlü şiddete karşı olmak, aslında bir kalkan, bir kamufle aracı. Bu açıklamayı yapanlar her türlü şiddete karşı değiller. Çünkü, devlet şiddetine karşı değiller. 

Devlet şiddeti genel ve sürekli olarak egemen sınıfın elinde, örneğin Türkiyeyi konuşacaksak Türk kapitalistlerinin elinde Türk işçi-emekçilerini baskı altında tutmanın bir aracıdır. Kürt halkını baskı altında tutmanın bir aracıdır. Erkek egemenliğini ayakta tutmanın bir aracıdır. Ve bu genel ve sürekli bir terördür. Yani terör tekelini elinde bulunduran devletin terörüdür. Onlar aslında buna karşı çıkmıyorlar. ‘Her türlü’ derken Mersin’deki eylemi kastediyorlar.Yani gerillayı, kent gerillasını kast ediyorlar. Yani Güney Kürdistan’daki gerillayı kastediyorlar. Yani ezilenlerin özsavunma hakkını, kendi kaderini tayin etme hakkını, kendisini yönetme hakkını, işgalciye karşı, inkarcı sömürgeciliğe karşı, devletin kullandığı şiddete şiddetle karşılık verme hakkını yok sayıyorlar. Onu mahkum etmeye çalışıyorlar. 

SÜLEYMAN SOYLU’NUN DİKİLİ AÇIKLAMASINI KINAMADILAR!
Daha bir hafta önce üç devrimciyi Dikili’de gözaltına aldılar. Süleyman Soylu bu devrimcilere “her türlü kötü muammelenin meşru olduğunu” söyledi. Yani devlet, her türlü şiddeti devrimcilere karşı kullanabilir ve meşrudur! Ben, İçişleri Bakanının yaptığı bu açıklamasını bu çevrelerin kınadığını görmedim. Kınayabilirler de kaldı ki. 

EFRÎN VE SERÊKANİYÊ İŞGAL EDİLİRKEN BUNLAR NE YAPTI?
Ya da şöyle düşünelim. Efrin’de ne olmuştu. Efrin’de işgalci sömürgeci Türk devleti gitti işgal etti. Hadi o kadar geriye gitmeyelim. Daha sonra Serekaniye’ye Türkiye Cumhuriye Devleti saldırdı. Bu çevreler bu terör karşısında ne yaptılar. Ya da Medya Savunma Alanları’nda geçen Nisan ayından beri yok edici bir savaş yürütülüyor. Gerillayı yok etmek isteyen bir savaş belli ki. Kürt hareketinin kökünü kazımak istiyor. Kürt hareketini, Kürt halkını teslim almak istiyor. Bu çevreler şimdiye kadar Türk sömürgeciliğinin, Güney Kürdistan işgaline karşı, yani bu büyük devlet terörüne karşı, bu terör içerisinde kimyasal silahlar da kullanılıyor. Bu terör içersinde düşük dereceli nükleer silahlar da kullanılıyor. Ne yaptı bu çevreler. TİP ne yaptı? Sol Parti ne yaptı? EMEP ne yaptı? 

Hani şiddete karşıydılar. Her türlü şiddete karşıydılar. Ben bunların hiçbirinin Ankara’da, Dışişleri Bakanlığı önünde, İçişleri ya da Adalet bakanlığı önünde “Kimyasal silah niye kullanıyorsunuz?” diyerek gösteri yaptıklarını hatırlamıyorum. Protesto açıklaması da yapmadı bunlar. Ne zaman her türlü teröre karşılarmış, ezilenler silaha sarıldığı zaman mı?

Peki, kadınlar şiddete uğradığında, yok edilmek istendiğinde kendilerini savunmaları da terör değil mi? Kadınların özsavunmasına da mı karşılar? Peki, işçiler iş cinayetleriyle öldürüldüğü zaman patronlardan hesap sorarlarsa buna da mı karşılar? Neye karşılar? Hangi teröre karşılar. 

‘EZİLEN ULUSUN ÖZSAVUNMA HAKKINI KABUL ETMELERİ GEREKİR’

Şimdi Kürdistan halkı, 2015’ten beri büyük bir zulüm altında biliyoruz. 2015’ten beri çekmediği zulüm kalmadı. Bütün belediye başkanları görevden alındı ve yerine kayyumlar atandı. Bütün seçilmişlerin çok büyük bir bölümü tutuklandı. Bu terör değil mi? Bu teröre karşı ne yaptılar? 

Bakın siyasette sahteliğin yeri yoktur. Devrimcilik adına, sosyalistlik adına, solculuk adına eğer konuşuyorsanız biraz dürüst olmanız, biraz tutarlı olmanız gerekir. Bugün kent gerillasını mahkum edenler, yaşamlarını ortaya koyarak eylem yapan devrimci kadınları, erkekleri mahkum edenler, şu anda gerillayı arkadan hançerlediklerini bilmeleri gerekir. Bu siyaseten Güney Kürdistan’da süren direnişe arkadan saplanmış hançerdir. Bu Kürt yurtseverleri açısından da, Türkiye emekçi sol hareketi açısından da kabul edilemezdir. 

Türkiye emekçi sol hareketi içersine olup, sosyalist, devrimci bir söylem kullanan parti ve örgütlerin liderlerinin gerillayı mahkum etme hakları yoktur. Çünkü onlar ezen ulusun temsilcileridir. Ezen ulus adına, sosyalizmden, devrimcilikten dem vurmaktadırlar. Ezen ulusun emekçilerini temsil ettiklerini iddia etmektedirler. Ezilen ulusun kendini savunma, özsavunma hakkını kabul etmeleri gerekir. 

Nasıl ki Türk Cumhuriyeti devleti, Türk ulusu, askeriyle, polisiyle, ordusuyla kendini savunma hakkına sahipse, Kürt ulusu da sahiptir. Bunu savunmadan demokratlık olmaz. 

‘FAŞİST ŞEFLİK REJİMİ İRADE KIRMAK VE ISLAH ETMEK İSTİYOR’

HDP açısından da konuşmak gerek. Mithat Sancar, Deutsche Welle ile yaptığı röportajda çok net konuşuyor. Saldırıya ilişkin ‘provakatif’ diyor, ‘araştırılması gerekir’ diye bir ifadesi var. HDP MYK ne tartışıyor henüz bilmiyoruz. HDP Eş Başkanlarının açıklamalarına dair nasıl bir değerlendirme yapabilirsin?

Tabi ki, bu kadar acele, bu kadar üstünkörü, bu kadar çarçabuk bir açıklama yapmak gerekmiyor. Şunun için gerekmiyor. Bir kere ortada bilmedikleri bir durum var, benim de bilmediğim bir durum var. Ama bunun için ortaya şüphe yaymaya gerek yok. 

Bakın İçişleri Bakanlığının ya da Tayyip’in ya da politik islamcı faşist rejimin Türkiye’de seçim ortamını sabote etmek için hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Yani HDP’yi kapatmak için neye ihtiyacı var? Seçimi iptal etmek için neye ihtiyacı var? Seçimi iptal etmek için Mersin’de ya da başka bir yerde eylem olmasına mı ihtiyacı var. İstanbul’da ki seçimi niye iptal etmişti? Soruyorum bir terör eylemi mi vardı? Ne alakası var bunların. 

Bakın şunu söylemek istiyorum. Faşist şeflik rejimi, Kürt ulusunun ve Kürt halkının, devrimcilerin ve PKK’nin iradelerini kırmak istiyor. Islah etmek istiyor. Neyle ıslah etmek istiyor. Nasıl, ABD, Türkiye ve Rusya, Rojava devrimini ıslah etmek, kabul edilebilir hale getirmek istiyorsa, Türkiye Cumhuriyeti devleti, inkarcı sömürgecilik de Kürt halkını ve devrimcileri ıslah etmek istiyor. Ne demek ıslah etmek? Ona her çeşit direnişle, her çeşit mücadeleyle karşı koymaktan vazgeçirmeye çalışıyor. Daha da önemlisi Kürt halkının, kendi ulusal varlık haklarını, şiddet kullanarak, zor kullanarak savunma hakkını yok etmek, buna da ikna etmek, ıslah etmek istiyor. Yani bu açıklamalar ıslah olmuş açıklamalar olur. 

Eğer devletin yapmak istediğini dikkate almazsak, 2015’te 1 Kasım seçimlerine giderken terörü kim yaptı? Ne oldu?

‘7 HAZİRAN’DA DEVLETİN KİMYASI BOZULDU’

Bu açıklamaların ortak noktası, 7 Haziran ve 1 Kasım arası döneme dair. O dönemde ne oldu? Yaşananların faili kimdi?

2015 Haziran seçimlerinde HDP yani, Türkiye’nin emekçi sol hareketi ile Kürdistan’ın direniş hareketi birleşti ve seçimlerde bir başarı kazandı. Ve devletin kimyası bozuldu. Saray rejiminin kimyası bozuldu. Sarayda, politik islamcı cunta vardı. Bu cunta seçimleri iptal etme, geçersiz kılma kararı aldı. Haziran seçimlerinin ardından hemen bunu pratikleştirmeye başladı. AKP’nin yardımıyla ve o zamanki diğer partilerin yardımıyla, HDP’nin de pasif, edilgen bekleyişiyle bunu yürürlüğe koydular.

O zaman ki terör neydi? 20 Temmuz hatta ondan önce HDP mitinglerine Amed’de yapılan saldırılar vardı. Arkasından ne oldu. 20 Temmuz’da sosyalist gençliğe saldırı oldu. Sonra ne oldu, 10 Ekim’de Ankara’da Gar katliamı oldu. Tüm bu katliamlar, politik islamcı faşist rejimin düzenlediği katliamlardı. Bunların hepsinde DAİŞ çeteleri kullanıldı. DAİŞ çeteleri zaten onların kontrolü altındaydı. 

‘7 HAZİRAN-1 KASIM ARASI DİYE ÖZYÖNETİM DİRENİŞLERİ Mİ KASTEDİYORLAR’
Şimdi her şey bu kadar açıkken, bütün Türkiye ve Kürdistan’ı terörize edenin sömürgeci devlet olduğu çok belliyken, şimdi 7 Haziran ve 1 Kasım seçimlerinde olduğu gibi bir terör ortamından bahsederek herhalde şunu kastetmek istiyorlar. Ne var orada bizim saymadığımız? 24 Temmuz’da Medya Savunma Alanları bombalanmaya başlandı. Temmuz- Ağustos gibi özyönetim direnişleri başlandı. Her halde özyönetim direnişlerini kastetmek istiyorlar. Özyönetim direnişleri yenildiyse, sahip çıkılmadığı için arkadan hançerlendiği için yenildi. Ve yarın gerilla eğer yenilecekse o da bugün arkadan hançerlendiği için yenilmiş olacak. 

Bu siyasi olarak bakıldığında ne ilkesel bir tutumdur ne genel bir söylemdir. Somut bugünkü koşullar altında, faşizme karşı silahlı direnişin mahkum edilmesidir. Silahlı mücadelenin mahkum edilmesidir. Sömürgeciliğin, Rojava devrimini tasfiye etme stratejisi ve pratik politikası karşısında; sömürgeciliğin Güney Kürdüstan’ı işgal etmek ve gerillayı yok etmek stratejisinin müttefiki durumundadır. 

‘SADECE EZİLENLERİN TERÖRÜNE KARŞILAR’
Bu açıklamayı yapanlarla İçişleri Bakanlığının ya da Tayyip’in görüş açısı arasındaki mesafe nedir? İçişleri Bakanlığı, “Nisan’da bitireceğiz”, “Ağustos’ta bitireceğiz”, “Kökünü kazıyacağız”, “PKK’nin kökünü getirdik, MLKP’nin de kökünü getirdik, bütün bunların kökünü getirdik” açıklamaları yaparken, sizde bu açıklamalara yedekleneceksiniz.

“Biz her çeşit teröre karşıyız” diyorlar. Siz sadece ezilenlerin terörüne karşısınız. Siz egemen sınıfların terörü karşısında boynunuz eğri duruyor, kabulleniyorsunuz. Onu meşru görüyorsunuz. SİHA’larla, sabotaj, suikast haberleri geliyor. Bunlar Rojava’da, Güney Kürdistan ve her yerde oluyor. Bu “her türlü teröre karşı olanlar” neden bunları kınamıyorlar. Bir tane kınadıkları örnek hatırlamıyorum ben. Sol Parti hangisini kınadı? TİP hangisini kınadı? Cizire’de Özerk Yönetim Adalet Komisyonu Eşbaşkanları katledildi. Bu konuyla ilgili bir açıklama yapsınlar ve devleti kınasınlar, içişleri bakanlığını kınasınlar. Savaş Bakanını kınasınlar, Erdoğanı kınasınlar. Her çeşit teröre karşı olduklarını ortaya koysunlar. Bir de Taksime gitsinler, Güney Kürdistan’a yapılan işgalci saldırıyla ilgili gösteri düzenlesinler ya da basın açıklaması yapsınlar orada. Davet ediyorum, her çeşit teröre karşı olduklarını görmek istiyorum ve selamlamak istiyorum. 

‘HER TÜRLÜ ŞİDDETİ MAHKUM EDEN GÖRÜŞ AÇISI DEVLETİN GÖRÜŞ AÇISIDIR’

Mersin eylemi ardından tartışma sürücek gibi görünüyor. Birazda şiddet kavramı nedir? Ezilenlerin şiddeti nedir? Konuşmak istiyoruz. Buradan devam edelim istersen. 

Toplumsal yaşam çelişkiler üzerine kurulu ve toplumda sayısız çelişki var. Bunların bir kısmı kapitalist toplum içinde yumuşatılabilir, çözülebilir çelişkiler. Bir kısmı bugün emperyalist küreselleşme koşulları altında ve genel olarak kapitalizm koşullarında çözülemeyen çelişkilerdir. Emek-sermaye çelişkisini düşünelim; kapitalist var olabilmek için işçiyi sömürmek, işçinin ürettiği değerin bir bölümünü artı değerin bir bölümünü gasp etmek zorunda. Ve işçilerin buna isyan etmesini, başkaldırmasını önlemek içinde bir silahlı kuvvete,  onu bastırabilecek bir güce ihtiyacı var. 

Örnekler üzerinden düşünelim. Toplumsal cinsiyet çelişkisi var ve toplumsal cinsiyet çelişkisi bugün emperyalist küreselleşme düzeniyle, kapitalist düzeniyle birleşmiş erkek egemenliğiyle iç içe geçmiştir. Kapitalist düzen kendi bekasını üretebilmek için bu çelişkilerden de yararlanıyor. Dolayısıyla burada da uzlaşmazlık var. Bu uzlaşmazlığın neticesi nedir? Günümüzde bütün burjuva devletlerin erkek egemenliğinin yanında durması, toplumsal cinsiyet çelişkisini yeniden üreten pozisyonda olmasıdır. 

‘UZLAŞMAZ ÇELİŞKİLERİN BİR SONUCU OLARAK ORTAYA ÇIKAN BİR ŞİDDET VAR’
Dünyaya baktığımız zaman, sayısız ülkede ulusal ya da inanç toplulukları baskı altında tutuluyorlar. Bizim ülkemizde örneğin, Kürt halkının kendi kaderini tayin etme hakkı yok. Kendi kendini yönetme hakkı yok. İnkarcı sömürgecilik var. Onun varlığını inkar ediyor. Alevi halkımız, inanç grubu asimile ediliyor. Ya da Hırıstiyan halklarımız sürekli baskı altındalar ve mağdur durumdalar, eziliyorlar ve sürekli korku içersinde yaşıyorlar ve özgür olamıyorlar. Hatta günümüzde Sünni inancının yaşam haklarına, tercihlerine sürekli biçimde müdahale oluyor. Kendi yaşam biçimlerini istedikleri gibi gerçekleştiremiyorlar. 

İşte bu uzlaşmaz çelişkilerin bir sonucu olarak ortaya çıkan bir şiddet var. Bu şiddet de egemen olan sınıfın devlet örgütlenmesi biçimini alıyor. Mesela ABD’nin devlet örgütlenmesi biçimini düşenelim. Bütün dünyayı kontrol altına almak istiyor. ABD’nin şiddet aygıtları hava, kara ve deniz gücü dünyanın her tarafında kurduğu askeri üslerle bütün dünyayı kontrol altına almak istiyor. ABD, hegamonyası altında bir dünya inşa etmek istiyor. Dünyanın en büyük terörist gücü. Çünkü bu kapitalist özel mülkiyet düzeninde kurulu emperyalist küreselleşme düzeninin jandarması, koruyucu bekçisi durumunda. 

Tek tek ülkeler ve o ülkelerdeki burjuva devletlerin her biri aynı zamanda şiddet tekelini elinde tutuyorlar. Bir an için bir devleti örneğin Türkiye’yi düşünün mesala, burayı da bir hapishanenin bir bölümü gibi düşünün. Türkiye Cumhuriyeti devleti burada jandarma gibi işçi sınıfını, yoksulları, emekçileri, kadınları, Kürt halkını, Lazları, Ermenileri, Gürcüleri, Çerkezleri, Arapları, Arnavutları hepsini Türk egemenliği altında kontrol altında tutuyor ve sistemini devam ettiriyor. Şimdi buradaki şiddet, kurumsal şiddet, devlet şiddeti en büyük şiddettir. Türkiye’de bundan daha büyük şiddet mekanizmasını düşünebiliyor musunuz? Bir gerilla grubu kursanız birkaç kişiden oluşuyor. Bir gerilla ordusu kursanız birkaç yüz kişiden oluşuyor. Ama burada yüzbinlerce kişiden, yüzlerce ve binlerce uçaktan, zırhlı araçtan oluşan terörden bahsediyoruz.

‘HDP’LİLERİN TUTUKLANMASI MUAZZAM BİR TERÖRDÜR’
Sadece ve yalnızca şu 5-6 yılda HDP’nin ne kadar tutuklama terörüne maruz kaldığını alsak ele. Yöneticilerinin, belediye başkanlarının, seçilmiş vekillerinin, ilçe yöneticilerinin değişmesi, tutuklanması, onbinlerce insan gözaltından geçmiş ve binlerce insan tutuklanmış. Bu muazzam bir terör.

İşte bu terör ekonomik, toplumsal, kapitalist, inkarcı ve sömürgeci düzeni ayakta tutan, bu devlet şiddet tekelini elinde tutan burjuva devletin marifetiyle ayakta duruyor. Ve bunun en önemli ilkesi şu; ‘şiddet kullanma hakkı sadece bana aittir. Benim dışımda kullanılacak her türlü şiddet gayri meşrudur.’ 

Dolayısıyla, her türlü şiddeti mahkum eden görüş açısı, devletin görüş açısıdır. Düzenin görüş açısıdır. İnkarcılığın görüş açısıdır. Onun bekasını sonsuz kılma görüş açısından gelmektedir. 

Kuşkusuz burada, ilkesel ve prensip olarak en önemli olan şey şudur: Bu şiddet karşısında egemen olan sınıfın varlığı ve sömürgeci varlığını devam ettiren şiddet karşısında, bu şiddeti kırmak üzere işçilerin, emekçilerin, ezilen ulusların, ezilen cinslerin kendini savunma hakkını kabul edecek misiniz, etmeyecek misiniz? Ezilenlerin şiddeti meşru mudur, değil midir? Bunu söylüyoruz. Burada temel ilkesel sorun, her türlü şiddete karşı olanların, ezilenlerin zor kullanma hakkını reddetme olduğunu görüyoruz, gerçek bu. Öbürü örtü. Her türlü deyince bunun üzerini örtmüş oluyor. Çünkü devletin öldürme tekeline, şiddet kullanma tekeline karşı değiller bunlar. 

‘KÜRTLERE ÖZGÜRLÜK TANINMIŞ DA ONA RAĞMEN Mİ DAĞA ÇIKMIŞLAR?

Bu tablo içerisinde HDP içindeki ve dışında kalan devrimci kuvvetlerin ne yapması gerekiyor? 

Tabi bizim HDP’nin içişlerine söyleyeceğimiz çok fazla bir şey olamaz. Ben kişi olarak HDK’nın bütün kuruluş süreçlerinde oldum. Büyük emekler verdiğimi de söylemek isterim. HDP’nin süreçlerinde olmadım. Dolayısıyla HDP’nin iç durumuna dair bir şey söyleyemeyiz. 

Ama ezenler ile ezilenler arasındaki mücadele esasında her yerde var. Yani şunu söylemek istiyorum. Emekçi sol hareket içersinde de var, devrimci hareket içinde de bir şekilde var. Bir şekilde bu mücadelenin yansıması HDP içinde de var. Şimdi HDP içinde bu mücadelenin nasıl devam edeceğini bilmiyorum. Ama mutlaka itiraz edenler olacaktır. Mutlaka tartışanlar olacaktır. Mutlaka napıyoruz, nereye gidiyoruz diyen insanlar olacaktır. Mutlaka haklı ve meşru olanı savunan insanlar olacaktır diye düşünüyorum. Mutlaka HDP kendi kurullarında tartışılacaktır. 

Ama HDP’nin bir korkuyu yenmesi lazım. HDP sürekli “terörle irtibatlı bir parti” olarak gösterildiği için, aslında burada söz konusu olan Kürt özgürlük mücadelesidir, gerilla mücadelesidir. HDP’nin gerilla mücadelesiyle irtibatlı olup olmaması çok önemli bir sorun değil. Burada esas önemli olan konu: HDP’nin Kürt halkının ya da bir başka halkın özsavunmasını kabul etmesidir. Böyle söylemelidir. Böyle tutum almalıdır. 

Yani siz eğer Kürdün seçilmiş belediye başkanlarını içeri tıkarsanız; siz eğer Türk emekçileri ve Kürt emekçilerinin birlikte kurduğu HDP’nin yöneticilerini, onların eş başkanlarını, onların seçilmiş vekillerini tutuklarsanız onlara her gece düşman muammelesi yapmaya devam ederseniz, bu ülkede mutlaka buna karşı çıkan, isyan eden, tavır alanlar olacaktır. Bu çok normaldir. Sanki HDP’ye demokrasi tanınmış, Kürtlere özgürlük tanınmış, kendi kaderini tayin etme hakkı tanınmış da, ona rağmen mi Kürtler dağa çıkmışlar. 

Ya da bu ülkede devrimciler ajitasyon-propaganda-örgütlenme özgürlüğüne sahipler de bir demokrasi var da buna rağmen mi silahlı mücadele biçimlerine  bürünüyorlar.

‘HESAP VERMESİ GEREKEN TÜRK SÖMÜRGECİLİĞİDİR’
Bakın gerçeklere çok iyi bakmak gerekir. HDP’nin çok iyi bakması gerekir. Doğruyu, gerçeği, hakikati söylemesi lazım. Hakikat şudur; eğer Türkiye’de bugün silahlı mücadele varsa, savaş devam ediyorsa bir taraftan ulusal kurtuluşçu bir savaş bir yandanda sömürgeci işgal savaşı devam ediyorsa, bunun sorumlusu sömürgeci, inkarcı Türk devletidir. Başka ikinci bir suçlusu ve sorumlu yoktur. Esasen hesap vermesi gereken Türk sömürgeciliğidir. Bu konunun sağa sola çekilebilir bir yanı yoktur. 

Provokasyon falan da yoktur. Öyle devletin provokasyona da ihtiyacı yoktur. Hiç kimse fedaice hayatını da ortaya koymaz. Bunların hepsi subjektif şeyler. Muhaliflerin düşüncesini baskı altına alma, tutsak etmesidir. Devletin baskısı altında düşünülmektedir. Bu düşünüş şekli ıslah olmaktır. 

Dolayısıyla bu düşünüş şeklinin dışına çıkmak lazım. Emek ve özgürlükten bahsediyorsak, emek ve özgürlük için mücadele edenlerin beyinlerinin özgür olması, düşüncelerinin özgür olması gerekir. Şimdi bunların isimlerini tek tek vermek istemiyorum. Adı geçen partilerin ve kişilerin bu eylemleri mahkum etmesi, neye hangi gerekçeye dayanıyor. Şimdi diyorsunuz ki bunlar Türkiye’de şöyle şöyle bir iklim yaratmak istiyor. İçişleri Bakanının, Erdoğan’ın işine yarar diyorsunuz. Tamam da siz neden korkuyorsunuz? Eylemi yapanlar, sorumluları belli, her şeyi belli. Siz niye korkuyorsunuz? Sizin partiniz yapmadı ki. Sorumluluk sahibi değilsiniz ki? Bunun muhatabı değilsiniz ki? Neden devletin karşısına çıkıp bunları çatır çatır söyleyemiyor sunuz? Yapan belli, sorumlusu belli, meşruiyet zemini belli. Ama siz büyük bir korku içindesiniz ve korkunuza teslim oluyorsunuz? Devlet oradan daha çıtını çıkarmadan siz eylemleri mahkum ediyorsunuz. Bu ne işgüzarlık, bu ne acelecilik? Ne oldu? Bu ne panik, bu ne telaş? 

‘FAŞİZMİN OLUŞTURDUĞU BU BATAKLIĞIN MUTLAKA DAĞITILMASI LAZIM’
O zaman size şunu hatırlatmak isterim. 2015 7 Haziran seçimlerinde bu kadar oy aldınız, bu kadar vekil çıkardınız da ne oldu? Niye bu kadar önemli bu parlamento? Nedir bu parlamenterizm, nedir bu yasallık? Nedir içine battığınız bu bataklık? Bu bataklıkta herkes boğulur. Türkiye, Kuzey Kürdistan ileri götürülecekse, yeni bir Türkiye olacaksa bu bataklık içinde debelenerek olmaz. Faşizmin oluşturduğu bu bataklık; emekçi sol hareketi de içine çeken, devrimci hareketi de içine çeken bu bataklığın mutlaka dağıtılması lazım. 

Bu bataklık ancak acı çekilerek dağıtılabilir. Başka şekilde dağıtılamaz. Bu bataklığın dağıtılmasına devlet izin vermez. Bu çürümüşlükten devlet besleniyor zaten. Ama biz bu çürümüşlüğe aklımızla, fikrimizle teslim olursak -ki ben böyle bir teslim olmayı, böyle bir bilincin, sosyalist bilincin, devrimci bilincin, ilerici bilincin tam olarak devletin, faşist politik islamcı baskısı altına girdiğini onun çizdiği çerçeve içerisinde düşünebilir, konuşabilir hale geldiği olarak yorumlarım- öncelikle beyinlerin özgürleşmesi ve bu çerçevenin kırılması gerekir diyorum. 

Son olarak şunu da söyleyelim. Zaten ‘her türlü teröre karşı olmak demek’ tam olarak devletin istediği kıvama gelmek, düşünce sistematiğini, egemen düşüncenin, egemen hukukun egemen yapının cenderesi içinde koymak demektir. Önce bu cenderenin kırılması gerekir. Doğru düşünceleri ileri sürebilmek için , emekçileri, işçilerin, yoksulların, Kürtlerin buradan çıkışı için önce kendisine solcu, sosyalist, devrimci, ilerici gören kuvvetlerin  düşüncelerinin  özgürleşmesi lazım.

Mücadele eden herkese kolay gelsin. Mücadelenin en zor yanı bu kısmı. Emekçilerle, işçilerle, ezilenlerle, devrimcilerle, sosyalistlerle aynı safta olduğunu söyleyip de devletin egemen düşüncenin argümanlarına politik tavır almaları ama mutlaka bunları da yenilgiye uğrayacaktır. Mutlaka haklı olanlar, meşru olanlar kazanacaktır. Tarihin yazdığı o çünkü. (ETHA)

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑