Makaleler

Published on Ocak 30th, 2022

0

Karanlık Ocak’ın Rojava aydınlığı… – Doğan Özgüden


Tayyip alaşağı edilebilirse, yeni iktidarın öncelikli görevi 28-29 Ocak 1921 Katliamı’yla ilgili tüm gerçekleri meydana çıkartarak katillerini ve azmettiricilerini tarih önünde mahkum ettirmek, Kürt ulusuna karşı sadece Türkiye’de değil, komşu coğrafyalarda sürdürülen saldırılara son vermek, Rojava’yı tanımak olmalıdır.

Yılın ilk ayı olan Ocak’ı, bir yandan özel yaşamımdaki mutlu bir olayın yıldönümünü kutlamanın kıvancı, öte yandan ülkemizin son yüz yıllık geçmişine utanç damgası vurmuş olan bir dizi can kırımını anmanın acısı içinde kapatıyorum… 

Bugünkü 30 Ocak, genç yaşta muhalefet medyasında çalışmaya başlamış, sosyal ve siyasal mücadelelerde aktif yer almış iki gazetecinin yaşam ve mücadele birlikteliğini daim kılmak için tam 57 yıl önce, 1965’te, evlenmelerinin yıldönümü…

İnci’yle birlikte Türkiye’nin en eski gazetesi Akşam‘ı solun günlük sesi kılmak için mücadele verirken, gazetenin sabahki yazı kurulu toplantısını kapattıktan sonra Beyoğlu Evlendirme Dairesi’ne giderek hiçbir tören yapmadan sadece iki meslektaşımızın, İlhami Soysal ve Cengiz Tuncer‘in tanıklığında nikaha imza basmıştık.

57 yıldır süren bu birlikteliğin ilk 6 yılı Türkiye’de Akşam ve Ant, 51 yılı da sürgünde Demokratik Direniş, Demokrasi İçin Birlik, Info-Türk ve Güneş Atölyeleri‘nde sosyalizm, özgürlük ve barış hedeflerine odaklanmış mücadelelerle geçti. Ömrümüz vefa ettiği sürece de öyle olacak…

Ya Ocak ayının ülkemizin son yüz yıllık geçmişine kara damga vurmuş olan cankırımları, onların acıları?

28-29 Ocak 1921’de TKP lideri Mustafa Suphi ve yoldaşlarının Karadeniz’de alçakça katledilmeleriyle başlayıp 19 Ocak 2007’de Ermeni gazeteci dostumuz Hrant Dink‘in İstanbul’da, kendi kurduğu gazete Agos‘un önünde, 9 Ocak 2013’te de üç Kürt kadın devrimci, Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez‘in Paris’in göbeğinde Türk Devleti’nin birer tetikçisi tarafından kurşunlanarak katledilmelerine kadar uzanan bir kara dizi…

Onbeşler‘in 101 yıl önce katledilmesi, tıpkı Osmanlı döneminde yapılan 1915 Soykırımı gibi, cumhuriyetin tek parti döneminde de, çok parti döneminde de onyıllarca, sadece Türkçü ve İslamcı medya tarafından değil, Türkiye’deki sol örgütlenmeler tarafından yok sayıldı. 

Bu suskunluğu, üzerinden 46 yıl geçtikten sonra ilk kez, SBF Öğretim üyesi Mete Tuncay, “Türkiye’de Sol Akımlar” adı doçentlik tezinde Mustafa Suphi, eşi Maria, Ethem Nejat ve 13 arkadaşının katli üzerine üzerine belgeler açıklayarak bozdu. Biz de Ant Dergisi‘nin 12 Aralık 1967 tarihli sayısında bu açıklamaları “Yakın tarihin en korkunç siyasi cinayeti: Mustafa Suphi nasıl öldürüldü?” başlığı altında yansıttık. Ant‘ın Ocak 1971 sayısında da Tatar Bolşevik lideri Sultan Galiyev ile B. Ömerov ve R. Şakirbekov‘un Mustafa Suphi üzerine yazılarıyla konuyu tekrar gündeme getirdik.

1974’te sürgünde Mustafa Suphi‘nin kendi yazılarını içeren ve 28-29 Ocak Katliamı’nı anlatan iki kitap yayınlamamız ve onların Türkiye’de kızkardeşim Çiğdem’in Güncel yayınevi tarafından basılmasından bu yana Onbeşler‘in katledilmesi üzerine çok değerli araştırmalar yayınlandı ve yayınlanmaya da devam ediyor.*

İstanbul’da Hrant Dink‘in, ardından Paris’te Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Şaylemez‘in katledilmesi ülkemizde islamo-faşist baskılara rağmen şovenizme ve ırkçı şartlandırmalara karşı örgütlenme ve yayınların güçlendiği bir dönemde olduğu için, kamuoyunda hemen tepki gördü, yıldönümlerinde kitlesel etkinliklerle anıldı. 

Ancak Ocak ayında canlarına kıyılan devrimciler, sadece Karadeniz, İstanbul ve Paris katliamlarının kurbanları değil…

27 Ocak 1971: Türkiye İşçi Partisi (TİP) Amasya İl Başkanı Şerafettin Atalay evinin önünde vurularak öldürüldü, aradan 51 yıl geçmesine rağmen faili tesbit edilemedi.

5 Ocak 1980: Devrimci öğretmen dostumuz, Öğretmenler Sendikası (GEW) ve Berlin Türkiyeliler Merkezi üyesi Celalettin Kesim, Berlin’in Kotbusser Tor meydanında bildiri dağıtırken Türk Federasyon ve Milli Görüş üyelerinden oluşan bir saldırgan grup tarafından katledildi.

28 Ocak 1983: Ermeni soykırımı kurbanı bir ailenin çocuğu olan Asala militanı Levon Ekmekçiyan, Esenboğa Havalimanı’nda Başbakan Bülent Ulusu’ya yönelik ve 9 kişinin can kaybıyla sonuçlanan bir eylemden dolayı Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’nde idam edildi.

29 Ocak 1983: THKP/C militanları Ramazan Yukarıgöz, Ömer Yazgan, Erdoğan Yazgan ve Mehmet Kamburİzmit Kapalı Cezaevi’nde toplu olarak idam edildiler.

24 Ocak 1984: Kürt halkının seçkin evladı, Doğu Devrimci Kültür Ocakları’nın kurucularından Necmettin Büyükkaya Diyarbakır zindanında katledildi. 

28 Ocak 2002: Türkiye’de sol yayıncılığın öncü isimlerinden sevgili dostumuz Ayşe Nur Zarakolu tam 20 yıl önce amansız bir hastalığın kurbanı olarak yaşama veda etti. Mücadeleli yaşamında devletin sürekli baskı ve tehdidi altında olan, toplatılan ‘Pontos Kültürü’ adlı kitabı nedeniyle ölüm döşeğindeyken bile ifade vermeye çağrılan Ayşe’nin ardından Yaşar Kemal, “Onu kanser değil, bu devlet öldürdü” dedi.

Devletin can kırımı sadece bu anımsattıklarımla da sınırlı değil…

Muhalifleri ya tek tek ya da toplu halde kurşunlayarak, linç ederek ya da hapishane avlusunda asarak yok etme cürümlerinin yanı sıra Türk Devleti’nin 30 yıldan beri gerek Türkiye Kürdistanı‘nda, gerekse komşu ya da uzak coğrafyalarda İHA’lar, SİHA’lar da dahil en modern imha silahlarını kullanarak yürüttüğü kitlesel kırım operasyonları da var…

Üstelik bunların sorumluluğuna sadece siyasal iktidar değil, HDP hariç, TBMM’de grubu bulunan muhalif partiler de ortak…

Tayyip’in Meclis’e gönderdiği Irak, Suriye, Libya ve Kafkasya‘da fütuhat operasyonu tezkerelerinin hepsine “Mahşerin Dört Atlısı” gibi davranan AKP, MHP, CHP ve İYİP “Gazi Meclis” adına alkışlarla kabul oyu vermişlerdir.

İşte bu dörtlünün 2008 yılından beri onay verdiği ve sonuna dek desteklediği Güney Kürdistan’a yönelik operasyonlar:

21-29 Şubat 2008: Güneş Harekâtı 

24-25 Temmuz 2015: Şehit Yalçın Operasyonu

24 Ağustos 2016-29 Mart 2017: Fırat Kalkanı Harekâtı

25 Nisan 2017: Nisan 2017 Suriye ve Irak hava harekâtı

20 Ocak-24 Mart 2018: Zeytin Dalı Harekâtı

19 Mart 2018’den günümüze: Dicle Kalkanı 

15 Ağustos 2018: Sinjar’a hava harekâtı 

28 Mayıs 2019’dan günümüze: Pençe Harekâtı 

7 Ekim 2019’dan günümüze: Barış Pınarı Harekâtı 

15 Haziran 2020’den günümüze: Pençe-Kartal Operasyonu 

Bu tabloda da belirtildiği gibi, üç yıldan beri Irak Kürdistanı’na yönelik Dicle Kalkanı, Pençe ve Pençe-Kartal operasyonlarıyla iki yıl önce Suriye Kürdistanı’na yönelik başlatılan Barış Pınarı operasyonları sivilleri de hedef alıp sürekli kan dökerek devam ediyor.

Unutulmasın, son on yılda tüm dünyaya, Paris ve Brüksel katliamlarında olduğu gibi özellikle Avrupa’ya dehşet ve ölüm saçan islamcı terörist DAEŞ’in Suriye’deki hakimiyetine son veren, Kürt ulusunun Arap, Ermeni, Asuri ve Türkmen müttefikleriyle birlikte kurduğu Suriye Demokratik Güçleri (SDG) olmuştur.

Türk Devleti’nin de el altından desteğiyle 2013 yılında Musul, Şengal, Rakka ve Ayn İsa’yı ele geçiren DAEŞ, 2014’te Kobane‘ye de saldırmış, ancak SDG’nin dört aylık destansı direnişiyle önce Kobane‘den, ardından da Girê Spi, Tabka, Reqa ve en son 2019 yılında Dêrazor’dan çıkartılarak coğrafi hakimiyetine son verilmişti.

Tayyip iktidarı, Kürt gerillasının ve müttefiklerinin bu başarısını hazmedemediği için 20 Ocak 2018’de, MHP, CHP ve İYİP’nin de desteğiyle Afrin‘i işgal operasyonunu başlattı. Bunu Serêkaniyê ve Girê Spi saldırıları izledi.

Türkiye’de ekonomik krizin derinleşmesi ve baskı rejimine karşı muhalefetin büyümesi karşısında Tayyip son çarelerinden biri olarak geçtiğimiz yaz aylarında da Kuzey Doğu Suriye topraklarını yeniden tehdit etmeye başladı. Bunu Türk ordusuna ait İHA ve SİHA’ların Kamışlı-Ali Fero yolunda bir aracı, Tel Temir Askeri Meclisi‘ni, DAEŞ’e karşı mücadelede yaralanıp sakat kalanların yaşadığı Kamışlı‘daki bir merkezi vurması izledi.

Bu saldırılar 2022 yılı girişinde de sürdürülürken, bundan cesaret alan DAEŞ 20 Ocak’ta Haseke‘nin Xiwêran mahallesinde 4 binden fazla tutuklunun bulunduğu Sinaa Cezaevi‘ne saldırdı.

ANF Ajansı’nın verdiği bilgilere göre, Mart 2019’da Dêrazor‘un Baxoz nahiyesinde DAEŞ’in askeri varlığının sona ermesinden sonra yaklaşık 11 bin çete üyesi SDG tarafından tutuklanmıştı. DAEŞ’lilerin aileleri ve çocuklarından oluşan 70 bin kişi ise Kuzey-Doğu Suriye’deki kamplarda tutuluyordu.

Ayrıca DAEŞ ‘in Eşbal-i Xilafe (Hilafetin aslan yavruları) diye isimlendirdiği ve askeri mantıkla eğittiği 18 yaş altı yaklaşık 700 çocuk da Haseke‘nin Xiwêran bölgesindeki bir  rehabilitasyon merkezinde bulunuyordu.

54 farklı ülkenin uyruğu olan DAEŞ’lilerin yargılanması veya vatandaşı olduğu ülkeler tarafından teslim alınmaları için Rojava Özerk Yönetimi ile SDG tarafından yapılan çağrılar yanıtsız bırakıldı. 

Türk devletinin Şengal, Til Temir, Eyn Îsa ve Kobane‘ye yönelik eş zamanlı saldırıları ile aynı döneme rastlayan DAEŞ’in son Haseke saldırısı, tutuklu teröristleri kurtararak hem bölge haklarına hem de dünyaya yaymak amacıyla gerçekleştirildi. 

SDG yetkililerinden alınan bilgiye göre, DAEŞ ‘in amacı sadece tutuklu çeteleri kurtarmak değildi. Asıl hedef Haseke‘deki çeteleri kurtardıktan sonra Serêkaniyê, Girê Spî ve Irak’tan gelen çetelerle birlikte Haseke‘den Reqa ve Dêrazor‘a kadar alan hakimiyeti sağlamaktı.

Kuzey-Doğu Suriye ve bölge için “pimi çekilmiş bomba” denilen Sinaa Cezaevi‘ne başta Türk devleti ve onun güdümündeki Suriye Milli Ordusu (SMO) adlı çeteler ise “hazır savaşçı havuzu” olarak bakıyordu.

Türkiye’nin arkadan vurmalarına, ABD, AB ve Rusya gibi süper güçlerin kıllarını kıpırdatmamasına rağmen, SDG savaşçıları 26 Ocak’ta DAEŞ başkaldırısını bir kez daha ezerek hem bölge halklarının güvenliğini sağladılar, hem de Kürt ulusunun Ortadoğu coğrafyasında nasıl bir güvence olduğunu tüm dünyaya gösterdiler.

Rojava Özerk Yönetimi, 26 Ocak’ta yaptığı açıklamada şöyle diyor:

“Saldırılarını Özerk Yönetim’in kurulduğu gün olan 20 Ocak’ta gerçekleştirdiler. Bu da saldırının bölge halkının iradesine karşı olduğunu teyit etmektedir. Ama saldırı bu toprakların çocukları sayesinde yenildi. Halkımızı bu büyük başarılardan dolayı bir kez daha kutluyoruz. DAEŞ vahşeti, 2015 yılında Kobane‘de büyük bir yenilgi almıştı. Bugün Türk devletinin DAEŞ kılığında yürüttüğü strateji bu defa Haseke‘de yenildi.”

Kürt ulusu, sadece Orta Doğu coğrafyasında değil, 60’lı yıllardan beri önce TİP saflarında, darbeler sonrasında da kendi siyasal partilerinde örgütlenerek, devletin kullandığı tüm baskı yöntemlerine ve zulme rağmen, Türkiye coğrafyasının da en güvenilir, demokrasi ve özgürlük mücadelesinin en özverili gücü olduğunu tartışma götürmez şekilde kanıtlamış bulunuyor.

Geçen gün sosyal medyadaki bir yazımda vurgulamıştım… 2023 ya da daha erken bir tarihte yapılacak genel seçimlerde bir iktidar değişikliği olursa, yeni iktidarın ele alacağı öncelikli konulardan biri 28-29 Ocak 1921 Katliamı‘yla ilgili tüm gerçekleri meydana çıkartarak katillerini ve azmettiricilerini tarih önünde mahkum ettirmek, Kürt ulusuna karşı hem Türkiye’de, hem de komşu coğrafyalarda sürdürülen saldırılara derhal son vermek, Rojava Özerk Yönetimi‘ni hiçbir rezerv koymadan bir dost devlet olarak tanımaktır.

__________________

* Onbeşler üzerine illegaldeki TKP’nin yurt dışında basılan ve Türkiye’ye girişi yasaklı olan aylık dergisi Yeni Çağ’ın Ocak 1965 sayısında iki yazı yayınlanmış olduğunu, yıllarca sonra Erden Akbulut dostumuzun TÜSTAV arşivinden gönderdiği bir pdf ile yeni öğrendim. 


Doğan Özgüden – Artı Gerçek – 30.01.2022

Tags: ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑