Makaleler

Published on Mart 14th, 2022

0

Kar fısıldadı… | İsmail Cem Özkan


Karın rengi gece karanlığında gökyüzünde kızıl oluyormuş… Yer beyaz, gök kızıl. Karanlıktı gece, sessizdi sokaklar. Geceden kalma araba lastik izleri sokaklarda bir yaşam olduğunu kanıtlar gibi…

Hafiften esen rüzgar, karın üzerinde etkisi tipi olarak kendisini gösteriyor.

Saklanmış, sinmiş sokakta yaşayan canlılar, kimse onları beyazın içinde göremez, sadece ayak izleri var…

Sokaklar boş, sessiz, teslim almıştı karın amansız soğuğu…

Soğuk, insanın içine işlediği an don olur…

Don…

O andan itibaren zaman durur, zaman hareket etmez… Zamanı teslim alır ve don içinde kalan tüm canlılar artık hep dondukları andaki zamanda kalır…

Karanlıktı gece diyeceğim ama gece kızıl.

Kızıl bir gökyüzü altında sessizlik oluşturur kar.

Karın sesi mi olurmuş dedim, eğildim verdim kulağımı sessizliğe, dikkat kesildim…

Bir ses var belli belirsiz…

Kar sanki insan ile tozutma aracılığı ile konuşur…

Hafif bir rüzgar, hafif bir tanecik göğe yükselir, gökten aşağıya düşen tanecik ile buluşur, hangisi göğe çıkar, hangisi gökten aşağıya iner?

Sessizlik hakim şehrin bu tarafında, teslim alınmış hayatları düşündüm… “Kimse gönüllü teslim olmaz” dedim sessizliği bozarak, “kimse gönüllü teslim olmaz! ”

Uzaktan gelen silahların bıraktığı acımtırak bir koku, binlerce kilometre öteye taşınan bir tat… Binlerce kilometreye kadar uzağa taşınan acı… Binlerce kilometreye kadar taşınan öfke, çaresizlik…

Savaş, karın içinde kızıla dönüşür…

Bir kurşun izi kalır bir de kan izi beyazın üzerinde, beyaza içten içe işler, işleyen sadece renk değildir, koku…

Karın tozutması içinde sesler karışır…

Sesleri taşır binlerce kilometre öteye, taşınan acıdır, son nefestir, çaresizliktir…

Savaşın rengi gökyüzüne kızıl olarak yansır…

Kızıl olan aslında kanın rengidir, düşüncelerim içinde, kulağıma bir ses gelir, karın taşıdığı… Kulağımı verdim kara, binlerce kilometre öteden gelen sesi işittim… Çaresizliği, yalnızlığı…

Ölüm yalnızdır, toplu oluyor orada ölüm, toplu geliyor sesleri, karışmış şekilde…

Kulağımı dayadım kara, üşüdüm, üşüyen sadece kulağım değil, kalbim!

Üşüdü acıdan, üşüdü çaresizlikten.. Üşüdü son nefeslerin bıraktığı sesten…

Balkonumdan manzara resmi çekmek istedim, elime aldım fotoğraf makinesini, karın bıraktığı ışık süzmesi içinde karanlık kızıldı, kızıl karanlıkta makineme baktım, gülümsedim.

Klick klick!

Sessizliği deklanşör sesi bozdu, acaba sessizliği mi?

Sesi dağıttı belki de üzerine yansıyan savaşın o kılcal damarlarımı çatlatan keskin kokusu ve son nefeslerin bıraktığı acının sesi… An durdu makinenin içinde, artık o an hiç yaşlanmayacak, tıpkı don içinde duran zaman gibi…

Zaman durdu, son nefes havada asılı kaldı, savaşın rengi gökyüzünde kızıdır…

“Neden savaşlar hep kışın olur” diye düşündüm, “neden savaşlar hep kışın olur ve kışta savaş çözülür?” Teslim olanda, ölende, vuran da vurulan da toprağa kavuşamadan kara karışır her şey?

Neden beyazın saf temiz haliniz bozarız? Neden hep bozan biz oluruz?

Kış uykusuna yatar derler ayılar için, kışın avlanmaz, beyazı kızıla boyamaz derler ayılar için ama gel gör ki pençe izi kalmış son nefeslerin üzerinde…

Ölümün haklılığı ya da haksızlığı olmaz, ölüm ölümdür. Öldürende, ölende aslında eşittir son anın bitiş noktasında, son nefeste kimse haklı öldü, haksız öldü demez. “Çok gençti, hep genç kalacak” diye yazar tarih kitabına, hep genç kalanların sayısı yaşayanlardan fazla olur…

Beyaz insanlığı trajedisini içinde taşır…

Toz zerreciği donmuş halde taşır yeryüzüne…

İnanmıyorsanız bana, kulağınızı verin kara, sesini dinleyin…

Belki bir çölden taşır kum taneciğini, belki dağların doruklarından, belki tusinami ile oluşmuş dalgalardan, muson yağmurlarından… Siz kulağınızı verin bir karın sesine, dünyanın neresinde yaşanan acıyı taşmıştır…

Taşınan hep acıdır, sevinçler yaşandığı yerde kalıyor…

Tarih hep acıları taşır…

Rüzgar acıları taşır…

Kulağınızı verin hak vereceksiniz bana…


İsmail Cem Özkan – 14.03.2022

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑