Yazarlar

Published on Eylül 3rd, 2020

0

İktidar mı, iktidarın ortağı mı? – İsmail Cem Özkan


MHP, bütün tarihi boyunca merkezi devletin disiplini içerisinde hareket etmiş ve bir an olsun bağımsız davranmamış, her daim devletin hizmetinde olmuş, devlet ne görev vermişse onu yapmıştır…

Aşağıda okuyacağınız yazı sonuçta benim MHP üzerine tahlilimdir. Bugüne kadar MHP’ye hep karşı cepheden bakmış ve onun rolü üzerine, devlet parti ilişkisi üzerinden bakmadığımızı gördüm. Sonuçta karşı cephededir, o rolünü oynarken bizim anti faşist mücadelemiz devletin galibiyeti, bizim yenilgimiz ile sonuçlandı. Devletin kullandığı bir parti ya da kuruluş ilkesi olan “devlete sahip çıkan” bir partinin tarihi elbette çok önemlidir. Her ne kadar Alparslan Türkeş anılarında ve mahkeme savunmaları bir çok ip ucu vermiş olsa da elbette lider olarak kimse kendi açığını, hatalarını yazıya dökmez, o liderin eksik bıraktığı ama satır aralarında sürekli vurguladığı gerçeği başkaları bulmak ve değerlendirme yapması gereklidir.

Tarihten ders çıkarabilmek için tarihi olayları bilmek ve onları yorumlayacak ve gerçeğe en yakın olanı bulmak ile yükümlüyüz. Tarih ancak karşılaştırmalı olarak incelendiğinde yakına yakın bir söyleme ulaşabiliriz, çünkü bilgi ve veriler çok önemlidir, bizim gibi ülkelerde veriler ve bilgiler ya saklanmakta ya da siyasi iktidarın niyetine göre değiştirilmiş ya da yorumlanmış haldedir…

Olaylar yumağı içinde boğulmadan, daha anlaşılır ve daha kısa bir analiz için bir bilgi birikimi gerekmektedir. Faşizm ve bugün ki şekli ile “neu” hale gelmesi ilgim elbette bir öteki olarak, elbette bir yabancı/ göçmen olarak yaşamış olduğum Almanya’da başladı ve ülkemize geldiğimde ise geçmiş yaşantımdan empati kurarak bugün bizim ile birlikte yaşayan yabancı/göçmen gözü ile de ülkemiz gerçekliğine en altta ezilenin penceresinden de bakmayı kendime ödev olarak verdim ve bakıyorum.

MHP hep gözümüzün önünde, liderinin mizah yüklü bakış açısı mizahın konusu olabilir hatta mizahçıları devre dışı bırakan söylemleri de olabilir, fakat bu söylemlerin altında yatan gerçek nedir? Lider konumuna gelmiş, bir birikimi temsil edenlerin duruşları, söylemleri ve yaşamları ciddiye alınıp incelenmeye tabi olmalıdır, sonuçta günlük yaşantımızı belirleyen ortamın oluşmasında onların katkısı olduğunu unutmayalım…

Dünyada ırkçı, faşist partilerin hemen hemen hepsi nihai hedef olarak iktidar olmak yolunda önemli adımlar atmış, iktidar olanlar ise ülkede homojenlik yaratmak adına öteki kabul edilenlerin üzerine soykırıma kadar gidecek baskı araçları kurmuştur. Faşist partilerin birincil hedefi iktidar olmaktır. İktidar yolunda her türlü hile, yalan ve yöntem kullanılabilir. Faşist partilerin biri de savaşacak birimlerin olmasıdır, kara gömlekliler, SS gibi… Parti devletleşmiş dahi olsa özel güvenlik birimi her zaman varlığını korur…

Faşist partilerin tek lideri vardır ve liderin etrafında oluşan, sorgusuz, sualsiz ve tamamı ile varlığını liderin inisiyatifine bırakılmış kimliksiz, verilen emirleri yerine getiren bireylerden oluşur.

İdeal vatandaş, ideal liderin her zaman arkasındadır, lideri yenilmez, yanlış yapmaz, yalan söylemez, her aldığı karar özünde devletin ve partinin çıkarını koruyandır…  İktidara gelen her faşist parti devlet partisi olmak için her türlü yasal önlemi alır, kendisini devirecek seçimleri ya yok eder ya da sürekli kazanacağı bir seçim sistemi kurar.

Irkçı parti, ırk temeline dayalı homojen, sağlıklı bireylerin oluşturduğu üstün ırkın devletini yaratır ve geliştirir.

Ülkemiz darbeler ile günlük yaşantımız, tepkilerimiz, alışkanlıklarımız değişime uğradı ve önüne darbeyi destekleyen güçler tarafından yeni yol haritaları konuldu.

Darbeler ulus devleti mantığı içinde ırkçılığı desteklemiş, homojen toplum yaratmak için düzenlemeler yapmıştır. Faşizm, ulus devletinin yan üründür, emperyalizmin en üst aşamasıdır, çünkü sermaye birikimi yapan ulus devlet kendi savaş sanayisini geliştirip, başka ulusların sermayelerini yağmalamak ve kendisi için çalışan, üreten sömürge devletler yaratmaktır. Elbette bu düşünce yapısı ve hareket alanı devlet kurulduğu ilk günden beri var olan durumdur ve bu durum faşist ideolojisine bırakılmış mirastır.

Faşizm iktidara gelirken, kendi ırkına refah, daha rahat yaşamayı, başkalarının kölesi olmamayı, el kapılarında çalışan değil, elin kendi kapısında kölesi olması gerektiğini cümlelerin arasında vurgular.

Üstün ırk, kötü işlerde çalışmaz, üstün ırk; çalışkandır, zekidir. Diğerleri ise üstün olana hizmet etmek, kapı kulu olmak, onlar adına savaşmasıdır.

Ülkemizde 1960 darbesi NATO gözetiminde ve bilgisi dahilinde gerçekleşmiştir. NATO (18 Şubat 1952) üyesi olduktan sonra ülkemiz içinde NATO’ya özgü savunma araçları askeri anlamda yerleştirilmiş ve özel birimler kurulmuştur. Askeri birimlerin etkili olabilmesi için elbette siyasi ayağı da olmak zorundadır, askeri başarı siyasi yönden desteklenmediği sürece etkisi yok olur ve görünür dahi olmaz.

NATO ve Amerikan çıkarlarına uygun olmayan koşullar oluştuğunda “derin devlet” denetiminde özgür dünyanın toprak kaybetmemesi ve düşman blok olan demir perdenin öteki tarafında olan sisteme benzer bir işçi devleti oluşmaması için darbeler ulus devletin liberalleşme sürecinde meşru kılınmıştır. Bunlar devletin görünmeyen tarafını oluşturmaktadır. İktidarda kim olursa olsun bu derin örgütlenmeler finanse edilecek ve olası düşmana karşı cephe gerisinde gerilla yöntemleri kullanan son savunma birimdir. Gladio adı verilen bu organizasyon NATO üyesi ülkelerde vardır, elbette bizde de vardır… Bizde ki adı Kontrgerilla olarak adlandırılır.

Bu gizli yapının görünür ve bilinir olması öyle kolay olamamıştır. Abdi İpekçi cinayeti bu görünmeyenin görünür olmasını sağlamış ve kamuoyunda bu gizli örgütlenmenin tartışılır hale gelmesini sağlamıştır. Peki, bu görünmeyin görünür olmasını sağlayan döneme kadar NATO bilgisi dahilinde olan bu örgüt, yasal zeminde kendisini nasıl örgütledi?

1960 darbesi yapan kadronun içinde yer alan Alparslan Türkeş’in hayatı ve 12 Eylül Mahkemelerinde verdiği savunma bu konuda bir çok bilgiyi bize vermektedir. MHP devleti için mücadele eden, komünist tehlikeye karşı silahlı birlikleri kurandır. (silahlı eğitim kampları kurması geçmişin bir çok gazetesine haber olmuş, kendisini destekleyen işadamların fabrikaların bahçeleri gençlik örgütlenmesinin eğitim alanı olmuştur.) Devletin bekası için savaşan bir partinin uzaktan bakan biri için 12 Eylül mahkemelerinde yargılanması akıl karı değildir ama yargılanmıştır. Kendileri idam ipi gölgesinde savunmalarını yaparken, kendi düşünceleri iktidardadır…

MHP Avrupa’daki sağ partilerin gittiği yoldan gitmez, ülkemize özgü bir anlayışa sahiptir, partiyi devletleştirmek yerine devleti korumak üzerine kendisini biçimlendirmiştir. Kuruluşundan bu yana MHP doğrudan tek başına iktidar olmayı hiçbir zaman hedeflememiştir, aksine devletin bekası için bir anlamda “gönüllü” bekçilik görevi yapmıştır. 12 Eylül mahkemelerinde ki iddianameler ve idama giden üyeleri ile bu “gönüllülük ilişkisi” bir anlamda kadroları arasında ayrışmanın da sebebi olmuştur. “Kullanılabilir üyeleri” devleti için yurtdışında operasyonlar yaparken, liderlik kadrosu Mamak cezaevinde savunma yazmak ile uğraşıyordu. (Susurluk kazası ve davası bu konuda bir çok ip ucunu ortaya çıkarmış ama gerçek anlamda bu süreç ile yüzleşilemedi.)

Var olan hükümetlere koalisyon ortağı olarak dahil olmuşlardır ama açıktan iktidar koltuğuna oturmamıştır. Peki neden? Neden böyle bir görevi ya da misyonu kendisine seçmiştir?

1960 darbesinin bir üründür MHP. Darbenin radyolardan okunmasını ileride MHP genel başkanı olacak olan Türkeş’e verilmiştir. Türkeş ise NATO üyesi olduktan sonra NATO’nun değişik tesislerinde eğitime katılmış ve nişanlar, madalyalar ile onura edilmiştir. Ana dili dışında konuştuğu çok iyi derecede diller mevcuttur. Kısaca çok iyi eğitim almış, devletine ve NATO’ya son derece bağlı, verilen görevi en iyi şekilde yerine getirecek şekilde eğitilmiştir. İdeal bir insan olarak yeni Türkiye’nin örnek askeridir. Alman idealizmden etkilenmiş, İttihat ve Terakki partisinden gelen mirasa sahip çıkmıştır.

Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi 1969 kongresinde Türkçü – Turancı Nihal Atsız ekibi ile karşı karşıya gelmiştir. Ermeni yazar Levon Panos Dabağyan bir röportajında o kongreyi anlatırken “Partinin ambleminin ne olacağı gündeme gelince, Atsızcı kanat ‘kurt’un amblem olarak seçilmesini önerdi, fakat ben ‘Biz Osmanlıyız! Bize üç hilal yakışır!’ diyerek bağırdım. Bu çağrım alkışlarla desteklendi ve partinin amblemi olarak üç hilal seçildi. Böylece üç hilal MHP, kurt ise Ülkü Ocakları amblemi oldu.” demiştir. Osmanlı mirası sahiplenmek demek Türkçü Turancı çizginin içine bir anlamda İslamcı düşüncenin de dahil olmasıdır. MHP, Türkeş ve ekibinin elinde yeniden biçimlenecek, bir anlamda yeniden yaratılacaktır. Türkeş kadrosunu kurarken devletin çıkarları önceliklidir… Irkçı vurgu biraz geriye iteklenmiş olsa da anti komünizm vurgusu içinde yani işçilerin birliğine karşı ırk birliğini savunmuştur. Ülkü ocakları yani ideal düşünce ocakları turandan çıkışın sembolü kurt olması tesadüfi değildir… Ergenekon Destanı aynı zamanda Alman Nazi hareketinin kurt destanı ile paralel hatta bir birinin aynı söylemi gibidir. Bu söylemin bir benzeri de İtalyan Faşist Partinin Roma şehri kuruluşu ile ilgili öyküsüne de çağrışım yapar, hatta çağrışımında ötesinde benzer mantık çizgisi mevcuttur.

Bu açıdan bakılınca MHP kuruluşu ve örgütlenme modeli ile Faşist Partilerin çizgisindendir, iktidara seçim ile gelip, ideal ülkeyi kurmak. Fakat, MHP pratik olarak bu ideal durumu siyasi hayatımızda pek uygulamamıştır.

MHP iktidara gelmekten daha çok devleti koruma ve kollama görevini (NATO örgütlenmesi olan Gladio’nun görev alanı) bir anlamda sivil ayağı olmayı tercih etmiştir.

MHP, oluşan kriz koşullarında darbelere ortam hazırlayan atmosferin oluşumuna katkı yapmıştır. Sanki görünmeyen bir el MHP’ye sözde komünizm ile mücadele adı altında iç savaş koşullarını yaratan katliamlara imzasını atmasına olanak tanımıştır. MHP saldırganlığına tipik örnek Maraş Katliamı bunun en açık görünenidir, aynı şekilde bir çok cinayetin tetikçisi MHP çatısı içinde bulunmuştur, hatta bir çok mahkum olmuş tetikçi isim isim olayları ve rollerini medyaya konu olacak şekilde anlatmıştır. 

12 Eylül öncesinde devlet adına Süleyman Demirel “bana kimse sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” diyerek MHP’nin arkasında durmuş ve bu sayede koltuğunu darbelere kadar korumuştur. 12 Mart darbesi sürecinde mecliste Deniz Gezmişlerin idamı için can-ı gönülden ellerini kaldırmışlar, kısa süreli zafer kazanmanın sarhoşluğu içinde dahi olmuşlardır. Onların beklemediği bir süreç 12 Eylül’e giden yıllarda ortaya çıkacaktır. O süreçte MHP üzerine düşen görevi devleti için yapacaktır, fakat beklemediği bir sonuç ile karşılaşacaktır. Sağcısını solcusunu “karıştır kaynaştır”  denilerek zindanda çatışan taraflar karanlık süreçte, aynı kaderi paylaşacaktır. Devlet kendisi için çalışanı da, kendisi için çalışan ile çatışanı da aynı hücreye atacaktır. Sol, devlet ile çatışmamış, anti faşist bir mücadele vermiştir. Darbe yapanlar bunun bilincinde davranmış ve darbe halk tarafından desteklenmesi için MHP ile devrimci yapıların üyelerini kaynaştırmayı zindanda uygun görmüştür.

MHP İslami söylemleri yüzünden dönemin Milli Selamet Partisi ile silahlı çatışmayı göze almış ve kendi seçmeni olarak gördüğü İslami kesim ile ilişki kurmayı önemsemiştir. MHP bir anlamda hem ırkçı hem de ümmetçidir. Ümmetçi tarafı ile ırkçılığının üstünü yerine göre örtmüş, yeri gelmiş Turancı söylemlerini artırmıştır. MHP’nin klasik Faşist partilerden farklı yönü vardır, onlar gibi iktidar koltuğuna oturmak değil, devletini korumak ve var olanı yaşatmak misyonu ile hareket etmiştir. Kürt seçmenine ise daha ağırlıkla ümmetçi çizgi ile yaklaşmış, onların dini duygularını aşiretler arası çelişkilerden yararlanarak devletin olanaklarından olabildiğince faydalanmalarını sağlamıştır. Kısaca NATO yer altı örgütlenmesi olan Gladio’nun amacına uygun bir politik çizgi izlemiştir. Kendisi direkt olarak Gladionun yan örgütlenmesi olmasa da (Bu konuda ne mahkeme açılmıştır, ne de sorgudan geçilmiştir. Elde delil olmadan itham etmek istemedim, bir çok imalelerin olması direkt organik bağın olduğu anlamına gelmez)  Muhsin Yazıcıoğlu ayrılığında yapılan vurgu gibi “bugün samimi insanların yanı sıra, istismarcılar ve karanlık ilişkilerine ülkücü sıfatını malzeme edenler türedi. Bu durumun en önemli sebebi, harekete dahil olacak kişileri süzecek, ya da mensupları, ülkücü hareketin idealleri doğrultusunda test edecek sağlıklı bir fikri mekanizmanın olmayışıdır. “

MHP, bütün tarihi boyunca merkezi devletin disiplini içerisinde hareket etmiş ve bir an olsun bağımsız davranmamış, her daim devletin hizmetinde olmuş, devlet ne görev vermişse onu yapmıştır.

Devlet Bahçeli bugün AKP’nin hükümeti içindedir ama aynı zamanda dışında gibi durmaya özen göstermektedir. Karadeniz bölgesinde gezdiğim süreç içinde yaptığım gözlemim, AKP’nin İslamcı vurgusunun yerine ülke birliğini savunan, ırkçı söylemden özellikle uzak kaçıp ama genel bir Türk tanımı vurgusunu yapan bir söylem ile AKP’den ayrılanların ya da AKP politikasından rahatsız olanları kendi etrafında çıkar ilişkisi içinde almış gibi gözükmektedir… Henüz AKP’den çıkmış siyasi partiler Karadeniz bölgesinde varlıkları hissedilmiyor, MHP daha görünür halde her yerde ve alanda örgütlenmeye gitmiş… Devlet Bahçeli politikası yeni sisteme sahip çıkmak, başkanlık sistemi içinde seçilmiş başkan Erdoğan’a destek verirken aslında devlete sahip çıktığı vurgusunu kendi tabanına fısıldamaktadır. Yukarıda uzun uzun yazdığım gibi genel MHP politikası, 12 Eylül’den ders çıkarılmış şekilde devam etmektedir. Bahçeli genç taraflarını sokaklardan uzak tutarken, devletin olanaklarından yararlanan bir yeni küçük işletmeci ve iş adamı çevresi de oluşturmaktadır. 

Paradigma ideolojinin yerini almış gibi duruyor…

Bugün MHP yönetimine verilen yeni sistemi savunmak fikri, her türlü duruşu ve söylemlerin tersi olan söylemleri de içine alan, paradigmaya uygun söylemler geliştiren Bahçeli ve ekibi halen partinin başında tartışılmaz liderdir. MHP kadrosu da başkanlarına eskisi gibi gözü kapalı değil ama eleştirel ama çıkar birliğinden kaynaklanan bir anlayış ile bağlıdır… Partiden ihraç edilenlerin ideolojik olarak partiden kopmadıkları gerçeği göz ardı edilmemesi gereklidir, onlar partiden politikaları yüzünden değil, ittifak ilişkisine zarar verdikleri için partiden uzaklaştırılmışlardır…

Son söz olarak bugün faşizm denilince ilk önce akla MHP gelmiyor, var olan siyasi partinin İslamcı faşizm diye adlandırılarak MHP ile arasında ki fark ortaya konuyor, fakat AKP bugün ki somut durumu, ikinci dünya savaşı sonrası oluşan faşist partilerin tarihi ile görüntüsel olarak paralellik arz etmektedir. Parti başkanı her şeyi belirleyen, yakınında olanları birer sekreter konuna dönüştürmüştür. Her cümle “cumhurbaşkanın bilgisi dahilide” diye başlayan açıklamalar, devletin tüm bilgileri tek bir elde toparlanması, muhalefet ve parti içinde olanlara bilgilerin paylaşılmaması, partinin ve liderinin izin verdiği kadar bilginin sızdırıldığı ya da açıklandığı gerçeği ile karşı karşıyayız. AKP, bugün MHP kadar tahlil edilmesi gereken bir partidir. Fakat AKP, MHP’den farklı olarak önce devlet değil, önce hedefi olan İslam birliği ve İslam devleti anlayışlına uygun olarak siyasi tercihlerini zamanı geldiğinde adım atmasıdır… MHP, önce devlet derken, AKP önce parti ve başkan demekte ve başkanın oportünist bir tutumda, paradigmasına uygun değişen ve bir tutarlılığı olmayacak şekilde politik gündem yaratarak amacına uygun ortam yaratmak ve yaratılan gündemin içinde adım atacağı ortamlar oluşturmasıdır.

AKP – MHP birlikteliği bugün tezatmış gibi gelebilir, fakat MHP’nin kuruluşundan bu yana devlet öncelikli tutumu, daha önce iktidar ortağı olduğu süreçte Ecevit hükümetini seçime götüren Bahçeli’nin tavrı arasında büyük bir uçurum yoktur. Değişim Ecevit’in yenilgisi ile birlikte AKP’nin doğuşuna imkan tanıyan ortamın yaratılması MHP’nin oynadığı rol tarihin dehlizlerinde yerini korumaktadır… MHP meclis dışında kalmayı göze alarak seçime gitmiş ve iktidarda ki tüm partiler meclis dışında kalması ile DSP ve ANAP siyaset sahnesinde küçük bir figür olarak kalması ile sonuçlandı…

Bugün, Bahçeli 57. hükümetteki gibi bir tavır alıp erken seçime gitme olasılığı var mıdır? Meclis dışında kalmayı göze alabilir mi?

Gelecekte MHP devleti korumak için iktidar olmayı değil, iktidar ortağı olmayı sürdürecek mi? Devletin değişmesi MHP için büyük sorun teşkil etmiyor, önemli olan var olan devletin korunmasıdır.


İsmail Cem Özkan – 03.09.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑