Makaleler

Published on Temmuz 6th, 2022

0

İdil direnişi… | Gül Güzel


Dilşad Bafé ile söyleşi ve derleme

Gül Güzel

 “İDİL ovasındaki her bir taşın dibinde, her bir sokağında, çiyaye Spi’deki her meşe ağacının kökünde, Newala Qoriye‘nin her bir vadisinde bir genç direnişçinin öyküsü kaldı”.

‘‘İlk kez,16 şubat 2016 tarihinde kent merkezleri tank ve toplarla vuruldu. O da yetmedi, Kobra helikopterleri ve F-16 savaş uçaklarıyla havadan da bombalandı‘’.

İDİL’in DESTANSI DİRENİŞİ ve alenen işlenen katliamlar…!

Baskı, inkar ve katliam üzerine inşa edilen Türk Ulus Devleti, tarihinin en kirli katliamlarından birini, 16 Şubat ile 31 Mart 2016 tarihleri  arasında, Kürt Halkının Özyönetim mücadelesi verdiği dönemde gerçekleştirdi. Bu kentlerden biri de BOTAN’ın küçük ve şirin kenti İDİL’di. Yurtsever İDİL halkı, direnenlerin zincir halkasına direnişiyle Kürt halkının direniş destanına yeni bir halka ekledi. İlk kez kent merkezleri tanklarla, toplarla, ağır savaş araçlarıyla CİZRE’de, SUR’da yerle bir edildi. Ancak bu sefer İDİL kentinde ilk defa sivil yerleşim alanları havadan Kobra helikopterleri ve F-16 savaş uçaklarıyla vuruluyor ve savaş giderek çok daha vahşi bir boyut kazanıyordu.  Bu saldırılara direnen insanlara karşı, ilk kez oldukça aleni bir şekilde katliam yapılarak, toplu halde insan yakmalara varan savaş ve insanlık suçları Cizre Botan’da  işlendi. Irkçı ve dinci bir ceberrut olan RTE’ın başında bulunduğu devletin canlı yayınlarda tüm dünyanın gözü önünde savaş suçu işleyerek kendisi açısından da son derece riskli olan böylesi bir katliam operasyonunu göze almasının nedeninin, özellikle direnişte en ön saflarda yer alan ve büyük bedel ödeyen gençlik açısından doğru anlaşılması hayati önemdedir…

Tarih 16 Şubat-31 Mart 2016.

Bu kez yer İDİL, BOTAN’da bir direniş kalesine dönüşüyor. Direnişte Çeko Agir, Rojger Umut, Bijar Mardin(Çiyager Hezex ) Serdem Gabar(Abdullah Ecevit), Rençber Amed, Warbin Herekol ve Jiyan Hélîn Koçer gibi dönemin dervişleri savaş alanına dönüşen İDİL sokaklarında, savaş uçakları ve Kobra helikopterlerine karşı verdikleri mücadele ile 21.yy.’ın direniş destanında abideleşiyorlardı. Artık bu kahraman Kürdistan gençleri karşısında  Recep Tayyip Erdoğan’ın tank ve topları etkisiz kalmış, IDIL’i ablukaya alan 20 bin‘i aşkın saray ordusu karadan hareket edemez duruma gelmişti. Psikolojisi bozulan saray ordusundaki soytarı çeteleri tank ve topların, zırhlı araçların üstünde kafalarına silah sıkıp, intihar ediyordu. Bu çöküşü ve yenilgiyi fark eden saray soytarısı, giderek vahşileşiyor ve Kürt düşmanlığı ayuka çıkıyordu. Yeni imha yöntemi ve tek çaresi direnişi kırmak için kara destekli havadan savaş uçakları ve Kobra helikopterlerini devreye koymuştu. Bunu önceden tahmin eden direnişçiler, direnişin 17. Gününde manevra yaparak, İDİL’de direnen gençlerin büyük bir gücüne telsiz ile anons yapıldıktan sonra, İDİL şehir merkezinden Idil ovasına ve meşe ağaçları gür olan  dağ ve vadilerine geri çekilmesi talimatı verildi. IDIL’i ablukaya alan saray ordusuna kırsaldan vurarak, İDİL şehir merkezinde kalan direnişçiler için de kırsala çekilmek üzere koridor açma sağlandı. Saray ordusu bu taktiği farkettiğinde şaşkına dönmüştü. Çünkü direniş artık sadece şehir merkezinde değil, İDİL ovası, İDİL cehennem deresi ve çiyaye Spi direniş kalesine dönüşüyordu. Bu tarihi yenilgiyi hazmedemeyen saray ordusu CİZRE’de, SUR ‘da oldugu gibi İdil’de de umduğunu bulamamış tarihi bir yenilgiyi yaşamıştı. Bu yenilgisini örtbas etmenin tek çaresi olarak savaş uçakları ve kobra helikopterleriyle İDİL sokaklarında ve evlerinde kalan sivil insanları ve çeşitli STK‘larında çalışan siyasetçileri imha etmek ve kırsal bölgelere çekilen direnişçilere kısmi darbe vurarak, yenilgisini örtme yoluna gitmişti. 27 Şubat gecesi Türk devletinin katliamcı yüzü burada da savaş uçaklarıyla yapılan hava saldırısında ortaya çıkıyordu. İdil sokaklarında Fatma Eraslan, Fidan Aslan, Hacı Karataş, Tajdin Gasyak, Sevilay Yıldız, Sozdar Şaman ve daha onlarca çocuk ve sivil siyasetçi hunharca katledildi.

Abdullah Ecevit ve arkadaşları ve zehirli gazlar…

Yine İDİL ovasına çekilen direnişçilerden Rençber Amed, Bijar Mardin(Çiyager Hezex), Jiyan Hélin Koçer ve 9 arkadaşı daha savaş uçaklarına karşı günlerce devam eden destansı bir direniş ile bedenleri parçalanıp, yakılarak katledildiler. Cehennem deresinde komutan Bedran ve Emgihan Gabar öncülüğünde devam eden direniş zirveye ulaşmış; burada da soytarı ordusu 9 direnişçiyi Kobra helikopterleri ve F-16 savaş uçakarıyla katletmişti. Diğer cephede 21.yy’ın dervişleri öncülüğünde (Çeko Agir, Rojger Umut, Warbin Herekol) ve onlarca direnişçi uçaklardan atılan zehirli gazlar sonucu 44 gün boyunca büyük bir direniş ve destansı bir mücadele ruhunu yaratarak şahadete ulaştılar. Bu şahadet haberini Abdullah Ecevit arkadaşın telsiz anonsundan duyduk. Bunu duyduğumuzda, Türk saray ordusunun gerçek katliamcı, soykırımcı yüzünün İDİL şehir sokaklarında ve İDİL ovasında’da ortaya çıktığını, direnişcilerden biri olan Abdullah Ecevit arkadaş, verdiği talimatla tv’lere bağlanarak kamuoyuyla paylaşan olmuştu. Günlerdir yaralı olan ve tedavisiz kalmış, yorgun düşmüş Abdullah arkadaşın şehirden çıkan gücü tek başına koordine ederken, şu sözcükleri tarihin altın sayfalarında yer edinecek değerdedir ‚‘‘Biz yoldaş Mamoşillo gibi direndik. 20 bin-i aşkın bir ordu‘yu büyük bir yenilgiye uğrattık. Psikolojik olarak da onları bitirdik. Bakınız saray ordusunun personelleri zırhlı araçların da tanklarının içinde birbir intihar ediyorlar. Eğer hareket yaptığımız planlamalara ve bu soytarılara dönük hazırladığımız suprizlere müsaade etmiş olunsaydı, bu ordu resmen direnişimiz karşısında geri çekilecekti. Ve bizler bu yenilgiyi sadece bir propaganda malzemesi olarak kullanmayacaktık. Bu yenilgiyi gerçek tarih sayfalarında yeni doğacak çocuklarımıza gerçek bir tarih olarak aktarılacaktık‘‘. Abdullah arkadaşın ifâde ettiği planlama ve süprizler CİZRE ablukası devam ederken Şerafettin Elçi havaalanına inen ve Cizre‘ye savaş personeli ve mühimmat taşıyan uçaklardan iki tanesini vurarak, indirmekti. Bunun için imkân ve koşulları da müsait ve mevcuttu. Ancak hareket İDİL’de direnen güçlere böyle bir eylemi yapmalarına müsaade etmemiş; onay vermemişti. Yine saray ordusunun karargâh olarak seçtiği ve konumlandığı İDİL‘in yatılı bölge okulunun içine önceden yerleştirilmiş bir takim patlayıcılarla bu savaş karargahını savaşın başladığı ilk haftada havaya uçurularak, IDIL’i harabeye çeviren işgalci PÖH ve JÖH personelinin büyük bir bölümü imha edilebilirdi. Bu planlamaya da onay verilmemiş olması, Serdem Gabar (Abdullah Ecevit) arkadaşın içinde bir ukte olarak kaldı. Abdullah arkadaş bunları ifade ederken,  gözlerimizin önünde İDİL sokaklarında kan kaybından şahadete ulaştı. Artık bu direnişin adı, bu destanın adı, İDİL sokaklarındaki adıyla ‚‘‘Serdem Gabar(Abdullah Ecevit)‘‘ oluyordu.

Düşünen, akabinde bir karara varan, sonrasında da eyleme geçen bir varlık olarak insanın her devrinimi şüphesiz bir ruha yaslanır. Ruh, soyut bir olgu olmasına rağmen doğar, beslenir, büyür, olgunlaşır ve yücelir. Büyük bir askeri güce ve barbarlık geleneğine sahip bir ordu karşısında İDİL ve özsavunma direnişi içerisinde yer alan diğer Kürt şehirlerinde direnen Kürt gençlerinin bedeninde eyleme dönüşen ruh, Kürdistan’da bir türlü kökü kazınamayan ve giderek büyüyen zafer ruhudur.

‘‘Bütün orantısız saldırılarına rağmen devlet, Kürt gençliğine boyun eğdirememiştir‘‘

8 Şubat 2016 tarihli gazetelere düşen manşetlerle ‚‘‘ Geçen haftadan beri askeri sevkiyat yapılan Şırnak’ın İdil ilçesinde olağanüstü güvenlik önlemleri alınıyor. Öğretmenlere “seminer için başka şehirlere” gitmeleri yönünde mesajlar gönderildi. HDP Şırnak milletvekili Leyla Birlik “Bir haftadır operasyonların başlayacağını yapılan sevkiyatlardan anlamıştık. Dün akşam fiili olarak kuşatmayı başlatmış bulunuyorlar. Büyük ihtimalle bugün ya da Salı günü operasyon başlamış olacak” demişti…

Devletin 20 bin özel eğitimli asker, polis ve her türlü ağır savaş aracı ile kuşattığı İDİL’de 16 Şubat 2016 tarihinde başlayan ve 44 gün süren sokağa çıkma yasakları boyunca bindirilmiş ölüm kıtaları her geçen gün vahşetin düzeyini daha da yükselterek, acı ve ölümün en korkunç biçimlerini Kürt halkına yaşattı. Çünkü üzerlerine gelen, onca askeri güce karşı boyun eğmeyen gençlerin direnişi karşısında çaresiz kalan devlet güçleri, yaşattıkları acının, tüm bir halkın asi çocuklarına ibret olmasını umuyorlardı. Ancak hiçbir şekilde o ruha diz çöktüremediler. İdil’deki özsavunma direnişinin her anında ve şehrin her karışında o ruh ve o ruhun ortaya çıkardığı kahramanlık hikayeleri çıktı karşımıza.

‘İdil’de sokakların artık bambaşka bir anlamı var. İDİL ovasının her taşının bir başka adı, çiyaye Spi’deki her meşe kökünün bir filizleniş biçimi var, Newala qoriyenin her bir vadisinde bir başka akışı kaldı yüreğimizde.

Her bir sokağın bir hikayecisi olsa ve sabahlara kadar sokakların hikayelerini anlatsa, sanırım o sokaklardaki gerçek ruhu, psikolojiyi dile getiremez. Böylesi bir durum sanırım bir ilktir. Zira hepsinin o kadar çok özel hikayeleri, unutulmaz kahramanlıkları var ki. Sokak denilince insanların zihninde canlanan imge ile, bu sokakların insanı; ya da en azından benim zihnimde uyandırdığı imge aynı değildir. Bu sözünü ettiğimiz sokakların kendi kalıbına sığmayan bambaşka bir ruhu vardı. Ne demek istediğimin anlaşılması açısından İDİL ’deki bir anımı aktarmak isterim.

‘‘Kürt Özgürlük Hareketinin ideolojisi ve felsefesi gençlere, düşünme ve analiz etme bilinci aşıladı‘‘

Dilşad Bafé ‘‘Büyük bir askeri güçle kuşatılan çiyaye Spi, cehennem deresi (Newala qoriye), yeni mahallenin Zap, Gabar ve Seyrantepe mahallelerinde bombardıman nedeniyle yaralanan ve yaşamlarını yitiren insanların mahalleden tahliye edilmesine izin verilmemesi üzerine, bir grup arkadaşla, gecenin karanlığını fırsat bilerek, sürünür pozisyonunda yukarı mahallede bulunan Newroz meydanı yakınında bulunan önceden hazırladığımız gizli yeraltındaki karargâha geçtik. İki gün burda dinlenip toparlandıktan sonra, Atakent Mahallesindeki arkadaşların saklandıkları ve su dolu havuza indik. Burdan yer altına açtığımız sığınağa girip orda da iki, üç gün dinlenip, şehirden öyle çıkmayı planlamıştık. Ancak havuza indiğimiz’de düşman güçlerinin burayı tespit ettiğini ve burada bulunan yaralı genç bir kadın  ile 5 cenazeyle karşılaştık. Yaralı genç kadını yanımıza aldıktan sonra dönmek üzereyken, 16-17 yaşlarındaki bir gençle yüz yüze geldik. O iklimin yarattığı üzgün ama sevecen bir ifadesiyle, “Bu mahalle kuşatılmış, buradan sağ çıkmamız imkansız gibi, ama yüzde bir çıkma şansımız var. Buradan çıkabilirsek, yeniden doğmuş olacağız‘‘ dedi bir genç. Genç öyle deyince, yüzünde bir gülümseme belirdi ve, ‘Heval bu vahşi düşmanın yıllardır halkımızın başına neler getirdiğini bilmiyor musunuz? Barbarlara karşı mücadele vermek kolay değil. Biz burada binlerce insanı da şehit verebiliriz. Ama mehmet Tunc‘lar gibi onlara boğun eğmeyeceğiz. Halkımız bunu biliyor ve bizde biliyoruz ki, bu halk sonuna kadar bizimleydi ve cenazemizi en görkemli bir şekilde sahiplenecek; hadi!‘‘deyip devamla, ‚‘iki tane battaniye alarak tutunun. Bu gece şehirden mutlaka çıkmalıyız. Yoksa şehit yoldaşların bu destansı direnişini halka anlatacak kimseyi bırakmazlar. 5 kişiyiz içimizden mutlaka biri sağ çıkmalı‘‘ dedi ve biz 5 arkadaş battaniyelere tutunur vaziyette sürünerek, Soran koçerlerinin mahallesine geçmeyi  başardık. Artık ölümden biraz daha uzaklaşmıştık. Ancak tam da şehirden nasıl çıkarız diye düşündüğümüz anda, yüksek  binalara konumlanan keskin nişancılar tarafından suikasta uğradık. Içimizde savaş ve sızma tecrübesi en gelişkin olan ve yıllarca savaş sahalarında kalmış Gabar‘dan, Şengal‘e, Kobane‘den Bagok’a kadar ayak basmadığı coğrafya bırakmayan Dengtav arkadaş şehit düştü. Kendisini o yerde bir battaniyeye sararak, ordan hızlıca ayrıldık. Artık İDİL kentinden çıkabilmemiz için önümüzde bir CİZRE-İDİL çevreyolu kalmış ve bu yolda sürekli zırhlı araçların devriye attığını da biliyoruz. Arkadaşlar, üstünden geçmemiz mümkün değildir dediler. Bense,  burada bir menfez var. Eğer onu bulabilirsek ve koçerler kapatmadıysa, ordan yolun altından öbür tarafına geçebiliriz’ dedim. Sürünerek menfezi aradık. Fazla sürmeden bizi tekrar hayatta tutacak menfezin önündeydik. Hızlıca menfezin içinden yolun öbür tarafına geçtik. Ve herbirimiz battaniyenin bir köşesinden tutarak, yaklaşık 7-8 km taşlık alanın içinden sürünerek, yola koyulduk. Sabaha karşı saat 3 ile 4 civarıydı; sabah olmadan çiyaye Spi‘ye ulaşmamız gerekiyordu. Fakat ölüm peşimizi bırakmamaya âdeta and içmişti. Bir süre sonra ölüm kuyusunda yaralı halde bulduğumuz ve beraber aldığımız 16-17 yaşındaki genç kadın yoldaşın bizimle olmadığını farkettik. Geriye bakındık. Yaklaşık 20 metre  gerimizde cansız kaldığını gördük. 20 metre geride kadın arkadaşın yanına gittiğimizde, şehit düştüğünü anladık. Şehidimizi taşlık alanın içinde uygun bir yere yerleştirip, sabah olmadan mutlaka çiyaye Spi‘ye geçmek durumundaydık. Hızlıca ölümden ulaştığımızı sanarken tam tersine ölümün kol gezdiğini, bizi farkederlerse; lime lime edecekleri Xirabe Ripin köyünün bağlarının içinde olduğumuzu anladık. Ama artık olmuştu.  Olabildiğince çabuk şekilde bu bağlardan uzaklaşmamız gerekiyordu. Tekrar sürünerek, bir saatte ancak 500-600 metre uzaklaşabildik. İri bir taşlık alanda akşama kadar saklandık. Artık gündüz gözüyle gideceğimiz istikatemeti bulunduğumuz yerden keşfetme imkanı yakalamıştık. Gece karanlık ve yağmurluydu. Hızla Gire élim Ziyaret‘ine yöneldik. Normalde yarım saatlik yolumuzu ancak 3 – 4 saatte Rézok ve Giré élim mevkisine ulaştığımızda, artık biraz daha güvendeydik. Yanımdaki arkadaşlar köye gideceklerini ve bana’da hızlı bir şekilde bu mıntıkadan uzaklaşarak, güvenli bir alana geçmemi söylediler. Arkadaşlarla vedalaşıp hızlıca ordan ayrıldım. Tekrardan birlikte  hayata tutundugum arkadaşlardan genç olanı yaralıydı. Diğer arkadaş da 5 yıllık bir savaşçıydı. İki gün önce İDİL üzerindeki sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı ve yaralı genç arkadaş şunu ifâde etti‚ ‘Biz ölümü  44 gündür yaşıyorduk. Ancak bugün ölüm çemberinin dışına çıkabildik. Yeniden Önder APO’nun ifâde ettiği gibi, ikinci bir doğuşu yaşıyoruz. Yağmurlu ve karanlık bir gecenin bu vaktinde tekrar hayatta olduğumuzu görüyorum. Bu mucizeyi ve Rojger arkadaşın hikâyesini mutlaka tarihe maledecegim’ dedi.

Bilinçaltında sıkışan gerçekliğin, zamanla bilince çıkması

Ölümün nefesini ensesinde hissederken, belki ilkokula bile gitme imkanı bulamamış o gence, özgürlük-emek-bedel diyalektiğini o veciz sözle söyleten erdem ve bilinç nasıl oluştu? Peki nedir bu sokakların hikayesi? Bu sokakların hikayesini anlamak için sanırım tarih ve doksanlı yıllar epey yardımcı olacaktır. O sokakları dolduran gençlerin çoğu 1990’dan sonra doğan ve  karanlık yılların travmalarını kendi ailelerinde yaşayan gençlerdi. Her ne kadar 1990’lı yıllardaki o trajediler yaşanırken, onlar o zaman bir anlam vermedilerse de, aslında bütün bu yaşananlar onların bilinçaltına yerleşmişti. Bilinçaltında sıkışan bu gerçeklik zamanla bilince çıkmaya başladı. Bunun bilince çıkmasında tabi ki çevresel faktörlerle birlikte, onlarda oluşan bilinçlenme ve dünyayı okuma, algılamaları da etkili oldu. Dış faktörlerin başında da tabi ki Kürt Özgürlük Hareketinin ideolojisi ve felsefesi o gençlerde düşünme ve analiz etmede büyük etkisi olmuştur.

İDİL- BOTAN’ı anlamak

İDİL- BOTAN, kürt yurseverliğinin en yoğun yaşandığı küçücük bir kent. Yaklaşık 1.000‘i aşkın siyasi tutuklusu bulunan, 2.000‘e yakın şehit veren ve yaklaşık bini aşkın gerilla savaşçısı olan, politik düzeyi güçlü bir kenttir. Piling, Yaser, Hakki, Réber ve Amed Doz gibi komutanların doğduğu bir şehir.

Artık 44. Gününden sonra sokağa çıkma yasağı kaldırılmıştı ve HDP, STK‘ler ve kalabalık halk kitleleri IDIL’deki vahşeti gözlemleme ve raporlaştırmak adına ziyaret etmek için gelmişlerdi. Geride harabe bir kent ve 72 kahraman kürt gencinin bu destansı direnişinin izleri ve İDİL sokaklarındaki anıları kalmıştı… 

Hendek ve barikatların başında ortaya çıkan direnişin ruhunun oluşumuna neden olan diğer  temel etkenlerden biri de tabi ki o gençlerin ailelerinden aldıkları yurtseverlik kültürüydü. Zira Kürdistan coğrafyasının ortalarında yer alan İDİL, tarihte hep Kürt yurtseverliğinin en etkili merkezlerinden biri olmuştur. Kürt Özgürlük Hareketinin ortaya çıkmasıyla da bu gerçek daha da kendini belli etti.  Mevcut yapısı nedeniyle, bedel ödedikçe de sürekli büyüyen bir kavrayış gücü ve politik kimliğe sahip oldu. Bu özelliğiyle İdil’in sömürgeci, katliamcı ve hileci politikalara karşı refleksi hep güçlü olmuştur.

Diyalog ve müzakere süreci

Devlet ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında 2013 yılından itibaren daha görünür bir şekilde devam eden diyalog ve müzakere süreci, TC hükümetinin oyalayıcı ve hileci politikaları nedeniyle bir türlü ilerlemiyordu. Devlet somut herhangi bir adım atmıyor, Kürtlerin en doğal hakkı olan Anadil‘de eğitim hakkı bile bir karşılık bulamuyordu. Bizzat Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın yol haritasını belirleyerek, yürütmeye çalıştığı ve devam etmesi için büyük çabalar sarf ettiği müzakere ve diyalog sürecinin sürüncemede bırakılması, verilen sözlerin yerine getirilmemesi, Dolmabahçe Mutabakatının uygulamaya konulmaması gibi negatif gelişmeler, Kürt toplumunda ve Kürt gençliğinde tepkilere neden oldu. Öte yandan Kobâne zaferinin yarattığı motivasyonun etkisiyle, 7 Haziran 2015 tarihinde, Türkiye’de yapılan genel seçimlerde ortaya çıkan tablo, egemenlik sistemi için büyük bir hüsran anlamına geliyordu. Çünkü programını büyük oranda Önder Abdullah Öcalan’ın siyasal önermelerinden oluşturan HDP, tüm engelleme ve sabotajlara rağmen büyük bir başarı elde etmiş, bunun sonucunda da AKP artık tek başına iktidar kuramayacak kadar gerilemişti.

Hükümet yenilgisini, Kürt halkını soykırımdan geçirerek, ortaya koydu!

Çatışmaların olmadığı, insanların ölmediği bir dönemde kaybeden AKP ve onun temsil ettiği TC Ulus Devleti, 24 Temmuz 2015 tarihinden itibaren Kürt halkına karşı savaş kararı aldı. Bu tarihten sonraki günlerde, Kürdistan coğrafyası tekrar savaş uçaklarıyla bombalanmaya başlandı. Tekrar siyasi soykırım operasyonlarıyla kısa bir süre zarfında sayıları binleri bulan yurtsever siyasetçi gözaltına alındı. Kürt halkının binbir emekle ortaya çıkardığı Demokratik yaşam kurumları, yöneticileriyle birlikte devletin hedefi haline geldi. Eş zamanlı olarak Erdoğan, ülkede Kürt ve demokrasi sorunun olmadığını belirterek, Dolmabahçe Mutabakatını da inkar etmeye başladı.

Yani yenilmiş bir hükümdar, en güçlü olduğu bir dönemi yaşayan bir halka teslim olmayı dayatıyordu.

Buna karşılık Kürdistan halkı, gençliğin öncülüğünde güçlü bir refleks ile özyönetim ilanlarıyla karşılık verilerek, Hendek ve Barikatları kuran ruh, panzer ve tanklara taş ve molotoflarla kafa tutan ruhu oluşturdu.

Toplumun en dinamik tabakası olan gençlik, artık devletin niyetinin çözüm sürecini sürdürmek olmadığını anladı. Bu tarihten sonra hendek ve barikatlar bir savunma hattına dönüşmeye başladı. Katliam, tutuklama ve yıkma amacıyla mahallelerine gelecek devlet güçlerine izin verilmeyecekti. O sokaklardaki hendek ve barikatları kuran ruh, panzerlere, tanklara taşlarla, molotoflarla kafa tutan ruhtu. Idil’in sokaklarında, caddelerinde panzerlerle alay edercesine kafa tutan o çocuklar, artık birer genç olarak ellerine silah alıp kendilerini ve sokaklarını o panzerlerden, tanklardan korumaya karar vermişlerdi. Onlar, o sokaklarda fedai bir ruh ile gece-gündüz bekliyorlardı. Kendilerini yeni bir geleceğin inşacısı ve kurucusu olarak görüyorlardı. Bu azim ve istek ile o barikatların arkasında duruyorlardı. İradeleri gerçekten güçlü ve bunu her kes görüyordu. Devlet de bunu gördü ve bu iradeli duruş karşısında sarsıldı. İradesi ve inancı dışında  silahı olmayan gençlerin üzerine ordular sürerek, fetih ilan etti.

Devlet, gençlerin iradesini kıramayınca, tarihin en vahşi katliamını uyguladı!

Büyük bir barbarlık birikimine sahip devlet, gençlerin iradesini kıramayınca, 16 Şubat-31 Mart 2016 tarihleri arasında tarihin en vahşi katliam biçimlerinden birini uygulamaya başladı. O tarihe kadar elinde silah ile barikat başlarında direnen gençlerin neredeyse tümü toprağa düşmüştü. Ama şehirde, elinde silah olmadığı halde faşizme karşı büyük bir irade ile direnen daha çok genç vardı. Bu gençlerin önemli bir kısmı IDIL’li ve önemli bir kısmı İDİL  halkına karşı girişilecek olası bir  insanlık suçuna karşı canlı kalkan olmak için çeşitli Kürdistan kentlerinden  gelmiş yurtsever gençlerdi. Ama Devlet onca barbarlığa rağmen o barikatlarda direnen insanlara boyun eğdiremedi.

Kürdistan kentlerinde zulüm sistemine karşı özsavunma mücadelesi içerisinde yer alan yüzlerce genç, günlerce süren kahramanca direnişten sonra toprağa düştü. Devletin psikolojik savaş birimleri ve politik kavrayışı güçlü olmayan, salt duyguları ile hareket eden kimi çevreler, devletin direniş mekanlarını orada direnen insanlarla birlikte yok etmesi gerçeğine bakarak, yenilenin direnişçiler olduğunu söylüyordu. Oysa ki gerçek olan şey tam tersiydi. Idil’den tv‘lere bağlanan genç bir vatandaş şunları tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyordu.”Biz CİZRE’den ve cizre direnişinden yeterince dersler çıkardık. Bodrumlara inip toplu ölümlerin yaşanmasına müsaade etmeyeceğiz. Sokaklardayiz ve direniyoruz. Öleceksek, sokaklarda direnerek öleceğiz. Ama toplu katliamlara müsaade etmeyeceğiz. Devlet bizi öldürmek istiyor. O zaman biz de sokaklarımızda direnerek, ölümü onurluca göğüsleyeceğiz. Tek tek dolaşıyoruz. Devlet ancak bizi tek tek öldürebilir “demişti.

Zorbalık düzeni en kırılgan, en korunaksız, en zayıf zamanlarını yaşamaktadır!

Bir direniş geleneğini ortaya çıkaran bu ruh, egemenlerin korkulu rüyası oldu. Devlet kentleri yerle bir edebildi. Halkın evini başına yıkabildi. Ancak bunu yapınca, siyasal olarak yenildi. O zaman iktidarın ortağı olan klikleri darbe mizanseniyle öldüresiye birbirine düşüren siyasal kriz, bugün ulus devleti yıkıma götürecek korkunç bir ekonomik krize dönüştürmüş durumda. TC Ulus devleti, halkın direnişini boğmak için faşizmin en koyu biçimine başvurdu. Faşizm, toplumsal bir sistem değildir. Krizleri biriktirerek büyüten bir yıkım sistemidir. Zorbalık uygulamalarıyla toplum boğulmaya çalışılsa da, zorbalık düzeni en kırılgan, en korunaksız, en zayıf zamanlarını yaşamaktadır. İşte tam da böylesi bir süreçte Çeko Agir, Rojger Umut, Warbin Herekol, Serdem Gabar (Abdullah Ecevit),Rençber Amed, Jiyan Hélîn Koçer gibi dönemin dervişleri savaş alanında abideleşerek, yeni bir ruh ortaya çıkardılar.

Halkımızın onuru ve değerlerini yüce bir ruhla savunurken toprağa düşen gençlerimizi ve Çeko Agir, Abdullah Ecevit ve yoldaşlarını saygı ve minnetle anıyoruz.


Kadının Kaleminden: Gül Güzel – 06.07.2022

Tags: , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑