Makaleler

Published on Ekim 28th, 2020

0

Hedef doğru mu?! – İsmail Cem Özkan


Sınıf mücadelesi nihai hedefi gözden çıkarıp günlük olayların peşinden koşan hale geldiğinde yeni yenilgiler kaçınılmazdır. Bunu yaşayarak, ölerek öğrendik….

Sol hareketler 12 Eylül öncesi antifaşist mücadele ettiler ve 12 Eylül sabahı ile var olan yapıların birçoğu darmaduman oldu, çünkü sol, antifaşist mücadeleye uygun bir mücadele taktiği tutturulmuş ve yapılanmalarını ona göre kurgulamışlardı.

Elbette baştan itibaren kurgulanarak bir düzenleme söz konusu olmuşsa ki, benim okuduğum kaynaklara göre gelişen olaylara ve ihtiyaçlara göre bir yapılanma söz konusu ve çoğu zaman yapılan ittifaklar ve birleşmelere bakarak kafa karışıklıkları da mevcut olduğunu düşünüyorum. Ortada kurgu yok, gelişen ihtiyaca cevap veren yapılar söz konusuydu.  

12 Eylül öncesinde Sistem ile kavga ve nihai hedef güncel olayların içinde yok olmuş gibiydi. Bir yandan da olayların gelişimine bakarak doğal bir süreç, çünkü solu öyle bir ortamın içinde bıraktılar ki sol ister istemez faşist saldırlar karşısında savunma konumunda yer almak zorunda kaldı. Sokakta ki sıcak gelişmeler, sol yapıların karar verici konumunda olanların da acil sorunlara yanıt aramasına sebep olmuş ve güncelin içinde bir anlamda kısır döngü içinde kalmalarına sebep de olmuş olabilir. Teoride olan bir çok şeyin karşılığı sokakta olmayabilir, sokak ya da hayat değişimleri ile kendisini dayatır ve ona göre var olan siyasi, kültürel yapının da değişimine zorlar. Somut durumun somut tahlili, ona karşı gelen çözüm önerileri zaman zaman nihai hedefin göz ardı edilmesine sebep olabilir. Acil görevler diye başlık açılır ve o hiç sonlanmaz.

Sokaklarda ki gelişmeler bir anlamda cepheleşmeyi ve iç savaş koşullarının oluşulmasına neden oldu. Var olan yapılarda ayrılıklar solun egemenlik sorunu oluşmasına neden oldu, çünkü sol kendi mücadelesi ile oluşturmuş olduğu kurtarılmış alanda başka bir solun kök salmasına ve kazanılmış olan ne varsa onun paylaşımının taraftarı olmadı…  Zaten oturup tartışılacak, teorik sorunların konuşulduğu ortamlarda pek söz konusu değildi, dergilerde yapılan tartışmalar sokaktaki karşılığı kaba güç olarak kendisini ifade eder olmuştu. Sol, kendi egemenlik alanında başka sol bir gücün olgunlaşmasına izin vermedi…

Sol yapılar arası çatışmalar zaman içinde sanki sıradan bir antifaşist mücadele gibi algılandı…

Sokak, solu anti faşist mücadele ile oyalarken 12 Eylül’ün gelişini gören sol kadrolar, darbe sabahında hazırlıksız, kadrolarını yönlendirecek kadar lojistik destekten yoksun, darbe konusunda alınmış istihbaratın sadece darbe geldiği konusunda bilgisi alınmış ama darbenin içeriği konusunda bilgisiz halde yakaladı… Bu da solun kısa sürede merkezi yapılarının çözülmesini ortaya çıkardı…

Peki, bugün neden o günleri anımsadım?

Bugün yaşananlara bakıyorum, ortada antifaşist bir mücadele yok, çünkü öyle bir ortamın yaratılmasını istemeyenler 12 Eylül sonrası oluşturdukları ortam ile bunu imkansız hale getirip yerine başka şeyleri ikame etti…

Solun boşalttığı alanı dinci yapılar doldurdu.

Zamanın ruhunda yükselen güç dindi. Ülkemize başka bir rol biçilmişti, bu rolü ülkemizde uygulayacak darbecilerde bu işe bir anlamda gönüllüydüler.  Elinde Kuran ile meydanlara çıkıp ayetlerden alıntılar yaparak konuşmalarını sürdürürken bir anlamda kulaklara fısıldanıyordu, artık devri tarikatların devriydi, hazır olanlar bu zaman içinde yükselecekti.

Liberalizm dalgası, kazanılmış hakların zor ile ya da zaman içinde alınarak örgütlü işçi sınıfını örgütsüz ve sisteme sorun çıkaramayacak düzeye kadar geriletmekti…

Ülkenin şartlarına uygun dört eğilimi birleştiren partiler ortaya çıktı… İktidara kim gelirse kendi muhalefetini de kendisi oluşturuyordu, çünkü kendi oluşturduğu gündeme muhalefeti alet ederek, kendi gündemi üzerinden hedeflerine ulaşıyordu. Özal dönemi, anti Özal ve ANAP üzerine kurgulandı. Muhalefet, Özal’ın tüm uygulamalarına gözü kapalı “hayır” diyordu. Evet – hayır çekişmesi, dönemin en eğlenceli yarışma programı dahi olmuştu. Evet dedi ve kaybetti! Evet ve hayır denilmeyecek oyunlar ekranlarda çok seyirci topluyordu…

Özal sonrası bir geçiş süreci yaşadık…

Liberalizm sadece ekonomik anlamda hayatımızı etkilemiyor, siyasi olarak da etkiliyordu. Var olan Kürt Sorunu ve çevresinde Kürt realitesinin tanınması ile ister istemez geçmiş ile yüzleşmek ve yeniden tarih yazımını ortaya çıkardı, çünkü o güne kadar katı şekilde uygulanmış olan ulus devleti artık yerle bir oluyordu ve yerini dolduracak yeni bir sistem inşaat edilmesi gerekliydi…

Liberalizm yıkmıştı ama yerine yenisini koyamadı…

Sol toparlama sürecindeydi, üzerinden panzer geçmiş ve dövüşte yere düşmüştü…

Sınıflar ortadan kalkmamıştı, fakirlik daha da artmış, şehirler daha fazla kalabalıklaşmıştı. Fakat bir türlü sol toplanamıyordu. İktidar ortağı olmuştu ve bir anlamda onlarda liberal ekonomiyi ve düşünce biçimini benimsemişler ve radikal solun yerini sol söylemli liberalizm almıştı…

İki partili rejimde ister istemez “zararsız solun” olması gerekliydi… Koltuk kavgası, koltuk mücadelesi devlet ihalelerinde pay kapma yarışından ister istemez her kesimi kucaklıyordu. Cezaevinden çıkan bir çok şanslı solcu var olan belediyelerde ya danışman ya da ihale işleri takip eder konuma gelmişti… Liberalizm 12 Eylül öncesini nostaljik bir konuma indirgemiş, oradan elde edilen ilişkiler kendi çıkarı için kullanılan bir ağa dönüşmüştü.

AKP kuruluşu ve sonrası süreç 12 Eylül darbesini planlayanların, yapanların ve destek verenlerin tüm ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde kendisini gösterdi… ANAP gibi AKP’de kendi muhalefetini yarattı… Ve ne yazık ki bu AKP iktidara geliş süreci ve iktidar koltuğunda kalış sürecinde solun tercihleri önemli rol oynamıştır. Çünkü başörtüsü ile başlayan bir süreçte, evet –  hayır oyunun başka bir versiyonu oynanmıştı, tutucular ve özgürlükçüler adı verilen iki kutba dönmüştü, aslında orada da bir kavram karmaşası yaratılmıştı. Çünkü özgürlükçü olduğunu söyleyenler tutucuydu ve hedefleri yolunda her role bürünebileceklerini açıkça ilan etmişlerdi…

Kavramlar ile oynanıyordu, çoğu kavramın o güne kadar alışılagelmiş tanımları değiştiriliyordu.

O süreç içinde solun küçük bir bölümü belki de büyük bir bölümü sadece AKP ve Erdoğan karşıtı tutum içinde kendisini tanımlamaya başlamıştı…

Antifaşist mücadele yerini sanki Erdoğan karşıtlığı almış gibi…

Bir bölüm sol bugün var olan kaosun ve krizin nedeni sadece Erdoğan ve onun beceriksiz ve bilimden uzak, sadece duygusal olarak İslam hayaline bağlamakta… Bu bize sunulan ve muhalefet olarak kim varsa üzerine ödev gibi yüklenilmiş bir bakış açısı gibi…

Günlük olaylar, günlük yapılan hukuk dışı uygulamalar, keyfi hukuk kararları ile oluşan bir kaos ve krizin içinde muhalefet olmak var olan iktidar ile mücadele etmek gibi bir bilgi pompalanıyor…

Burada sanki senaryo aynı ama bazı kelimeler değiştirerek tarihin tekerrür halini ortaya koymuşlar gibi…

Sol ve işçi sınıfı ekonomik mücadele ediyor, siyasi mücadelenin yerini geçmişin değerlerine sarılmak şeklinde ve onun ile AKP karşıtlığı oluşturuluyor gibi bir durum söz konusu… Bundan da en çok kimler yararlanıyor sorusu aklımın bir köşesinde duruyor…

12 Eylül öyle sıradan bir tarih değildir, ulus devletinin yıkılışı ve yerini liberalizm görüntüsü altında küreselleşme ve yeni kapitalist düzenin oluşturulması süreci. Kısaca tarihin kırılma noktalarından biri bizim özgün tarihimiz içinde ama dünyada buna paralel olarak kırılma bizden önce başlamış ve halen devam eden bir süreç…

Henüz kırılma devam ettiği bir zaman diliminde sol neden siyasi hedefler yönünde yapılandırmak yerine basit olanı seçiyor?

Var olan ve gözle görünen yel değirmenleri… Antifaşist mücadele yerini lider ve partisi karşıtlı almış gibi…

Yel değirmeni orada duruyor, küresel rüzgar ile zaman zaman dönüyor, çoğu zaman kendisini öğütürken ve hiç bir zaman gerçekleşmeyecek olan ümmet dünyası için kendi ütopyaları içinde debelenirken sol bu var olan iktidar ile savaşmayı ya da mücadele etmeyi takıntı olarak kendisine seçmiş durumda?

Ulusal bayramları bazı komünistler Türk bayrağı eşliğinde kutlama eğiliminde. Sanki işçi sınıfı iktidarda, işçi sınıfının bayrağı ve o bayrak altında mücadele ediyorlar… Şenlikler düzenliyorlar…

Bundan ben hiç bir şey anlamadım…

Karadeniz’de öldürülen komünistlerin mirası mı kaldı? Katiline tapınma ya da biat etme gibi bir durum mu yaşanıyor? İşkencelerden geçirilmiş, acılar çektirilmiş, sürgünler yaşanmış, devletin derelerinde kaybolan öldürülenler sanki bu ülkenin tarihinde hiç olmamış gibi bir tavır içindeler?

Sol hala yel değirmenleri ile mi mücadele ediyor?

Sancho Panza çoktan yanımızdan gitti, tek başımıza kaldık, yel değirmeni rüzgar oldukça dönmeye devam ediyor…

Bugün AKP karşıtlığı CHP ile ortak iş yapmaya kadar gelmiş durumda. AKP aslında CHP demektir, çünkü onu iktidar koltuğunda tutan CHP’nin tercihleri ve AKP’nin istediği söylemleridir. Şöyle bir düşünelim, Erdoğan gitse, yerine Kılıçdaroğlu ya da başkası gelse ne değişecek işçi sınıfı adına? Biraz daha mı özgür olacağız, daha mı az sömürüleceğiz, daha fazla mı demokrasi gelecek?

Sınıf temelli bakar hayata sol.

Sınıf çıkarları açısından bakılınca, onun iktidarı için mücadele etmek yerine, bir burjuva partisi yerini başka burjuva partisi alsın diye ittifak içinde olmanın bir anlamı var mı? Elbette ortada küçük nüanslar olacak ama yaşam kalitemizin yükselmesi hayat standartlarımızın artması için mücadele ediyoruz, bir çok şeyi riske atıyoruz, çünkü kaybedeceğimiz çok şey var…

Sınıf mücadelesi nihai hedefi gözden çıkarıp günlük olayların peşinden koşan hale geldiğinde yeni yenilgiler kaçınılmazdır…

Bunu yaşayarak, ölerek öğrendik.


İsmail Cem Özkan – 28.10.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑