Söyleşiler

Published on Haziran 25th, 2020

0

HDP Eş Başkanı Sancar: Partimizi dışlamak Kürtleri dışlamak demektir, bunu tehlikeli buluyoruz

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Mithat Sancar, çok sayıda partili belediye başkanının görevden alınmasına ve milletvekilliklerinin düşürülmesine karşın, demokratik siyasette ısrar edeceklerini söyledi.

“Seçmenimiz, siyasete ısrar etmemizi istiyor” diyen Sancar, bir dönem parti içinde tartışılan “sine-i millet” konusunda ise “Parlamentodan çekilme, bizim için kapanmış bir tartışma” değerlendirmesi yaptı.

HDP’nin bütün ittifaklar açısından “kilit parti” olduğunu belirten Sancar, partisi ile yan yana görünmek istemeyenlerin, “iktidar politikalarına güç kattığı” görüşünde:

“HDP’yi dışlamak aslında Kürtleri dışlamak demektir ve bunu tehlikeli buluyoruz. Bunu iktidar zaten yapıyor.”

HDP Eş Başkanı Mithat Sancar, partisinin 15 Haziran’da başlatılıp, 20 Haziran’da Ankara’da sona eren “darbeye karşı demokrasi yürüyüşünden”, seçim Yasası, ittifak tartışmaları, HDP’nin kapatılması çağrılarına kadar, güncel siyasete ilişkin BBC Türkçe’nin sorularını yanıtladı:

3 ismin milletvekilliğinin düşürülmesinin ardından Hakkari ve Edirne’den Ankara’ya yaptığınız “darbeye karşı demokrasi yürüyüşünün”devamının da geleceğini söylediniz. Devamı nasıl gelecek?

Bizim bu yürüyüşümüz aslında 1 Haziran’da, Eş Başkanımız Pervin Buldan’la birlikte İstanbul’da açıkladığımız tutum belgesi ile bağlantılı bir programın parçasıydı.

Bu tutum belgesinin hazırlık aşaması 3 hafta sürmüştü. Yani biz 1 Haziran’a gelirken, çalışmalarımızın önemli bir kısmını yeni döneme yönelik yapmıştık.

Bu tutum belgesine bağlı bir demokratik mücadele programı da hazırlamıştık. O dönemde milletvekilliklerinin düşürülmesi henüz gündemde değildi.

Demokratik mücadele programımız 15 Haziran’da başlayacaktı, 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde bu programı bütünlüklü olarak tamamlayacaktık.

1 Haziran’dan 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne kadar sürecek 3 aylık bir demokratik mücadele programı hazırladık ve yürüyüşümüz de bu programın ilk etabıydı; dolayısıyla milletvekilliklerinin düşürülmesi üzerine ansızın karar verilerek planlanmış bir çalışma değildi.

Tutum belgemizle amacımız, iktidarın her gün yenileriyle karşılaştığımız antidemokratik uygulamalarına karşı genel bir demokrasi mücadelesi çağrısı yapmaktı.

Biz buna “demokrasi ittifakı” da diyoruz ve ilk etabına “darbeye karşı demokrasi yürüyüşü” adını verdik. Çünkü iktidar bir halk iradesini yok sayıyor, çoğulculuğu ortadan kaldırmaya çalışıyor; sistem içindeki denge-fren mekanizmalarını işlevsiz hale getiriyor. Bize göre toplumu nefessiz bırakacak pek çok şey yapıyor. Bu uygulamaların temelindeki zihniyetin darbeci olduğu düşüncesindeyiz.

Darbeler sadece askeri hiyerarşi içinde veya askeriyeden bir cuntanın girişimiyle tankla, topla, tüfekle yapılmaz. Eğer siz demokrasiyi askıya alan uygulamalar yapıyorsanız, yargıyı bütünüyle kontrolünüze geçirip onu muhaliflere karşı kullanıyorsanız, kayyım atamalarıyla halk iradesini yok sayıyorsanız, milletvekilliklerini düşürerek o iradeyi çiğniyorsanız, darbecilerle aynı zihniyeti paylaşıyorsunuz demektir.

Askeri darbeden farkını biraz daha göstermek için buna siyasi darbe diyoruz biz. 15 Haziran’da iki koldan başlattığımız yürüyüş de sesimizi ve çağrılarımızı Türkiye’nin bütününe yayma amacına yönelikti.

Pandemi şartlarında kitlesel buluşmaların doğru olmayacağını elbette biliyoruz.

Şehirler arası yollarda yaya yürüme şeklinde bir eylem programı da belirlemedik. Onun da farklı provokasyonlar için kullanılabileceğini elbette biz de görebiliyoruz. Amacımız bu tür kargaşalara yol açmak asla değil, tam tersine anayasal demokratik haklarımızı kullanmak, demokrasi mücadelemizi yaymak, genişletmekti. O nedenle iki temel ilke belirledik bu yürüyüş çerçevesinde, birisi siyasi kararlılık, diğeri demokratik olgunluktu.

“Amaç muhalefeti demokrasi mücadelesinde ortaklığa davet etmek”

Demokrasi ittifakı çağrısı yaptınız ama bu mekanizmayı yaşama geçirmek için ne gibi adımlar atacaksınız? Örneğin siyasi partilerle görüşmeler olacak mı?

Tabii, bu yürüyüşteki işlerden biri de buydu. Mesela ben, yürüyüşün Hakkari kolunda bulundum. Ama bir hafta öncesinde MYK üyelerimiz ile milletvekillerimizi bölgeye göndermiştik. Onlar söz konusu güzergâh boyunca çalışma yaptılar. Çeşitli kuruluşlarla görüşmeler gerçekleştirildi ve onların da önerilerini alıp, ortak bir mekanizma kurma imkanını değerlendirdik.

Mesela ben Van’da baroyla görüştüm, arkadaşlarımız da diğer kuruluşlara ziyaretler gerçekleştirdi. Aynı şey, Edirne’den başlayan yürüyüşün İstanbul ayağında da yapıldı, 2-3 gün boyunca bu görüşmeler sürdü.

Bileşenlerimizle, ittifak içinde olduğumuz partilerle ve ittifak yapmadığımız ya da bileşenimiz olmayan partilerle de görüştük.

Bunların büyük bölümü tahmin edersiniz ki sol, sosyalist partilerdi.

Ayrıca çok sayıda kuruluşla görüşmeler gerçekleşti ve bu konuda merkezi koordinasyonumuza raporlar iletildi. Bunlar üzerine çalışmalarımız devam ediyor.

Sonraki aşamalarda benzer görüşmeleri daha üst düzeyde de gerçekleştirmeyi planlıyoruz. Yani eş başkanlar düzeyi de dahil olmak üzere diğer kuruluşların başkanları ve yönetimleriyle görüşeceğiz.

Bu görüşmelere elbette Meclis’te grubu bulunan veya temsil edilen partileri de katacağız. Ama bu partilerden kastımız esas olarak muhalefet partileridir.

Bizim amacımız, muhalefeti, bir bütün olarak demokrasi zemininde bir mücadele ortaklığına davet etmektir. Bu aşamalar geçtikten sonra, sözünü ettiğim partilerle nasıl temas kurulacağı da ayrıca koordinasyonumuzda tartışılacak ve şartlara göre plan yapılacak.

Demokrasi ittifakı çağrısı, aynı zamanda bir seçim ittifakının ileriye dönük altyapısını oluşturabilir mi?

Biz bu çağrıyı sadece seçim odaklı yapmıyoruz. Demokrasi mücadelesi çok güncel ve çok yakıcı bir ihtiyaçtır. Çünkü her gün yeni hak ihlalleriyle ve demokrasiyi daha da gerileten uygulamalarla karşılaşıyoruz.

Mesela Meclis’e barolarla ilgili bir düzenleme geliyor; barolar bunu protesto etmek için yürüyüşe başladılar. Biz yarın öbür gün seçimlere gideceğimizde ortada bir demokrasi zeminin kalmaması yönünde bir endişe taşıyoruz.

Önce bu demokratik mücadele zeminini canlı tutmalıyız. Seçimler gündeme geldiğinde bu çalışmalar geniş bir demokrasi ittifakına da ciddi katkılar sunacaktır kanaatindeyiz. Ama kim kiminle, nasıl ittifak yapacak tartışması şu an için bizim gündemimizde yok açıkçası.

Hedefimiz temel noktalarda ortaklaşmış bir demokrasi birlikteliğidir ve programımız sözünü ettiğim birlikteliğe katkı sunarsa, bunu önemli bir kazanım olarak görürüz.

Dar bölge bölünmüşlüğe mecbur eder’

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin milletvekili transferinin önlenmesi, seçim, siyasi partiler kanunu değişikliği çağrısının ardından, iktidar kanadında bir seçim yasası çalışması açıklaması oldu. İttifaklara baraj getirilmesi, dar bölge, daraltılmış bölge seçenekler tartışılıyor. Siz bu tartışmaları ve hazırlıkları nasıl değerlendiriyorsunuz?

İktidar ortakları bir panik içindeler. Kamuoyu araştırmalarının ortak noktalarından bir tanesi, iktidar blokunun oy kaybettiğidir. Oy kaybeden bir iktidar güvenini de kaybeder.

Bize göre iktidar bloku şu anda bir özgüven bunalımı yaşamaktadır; o nedenle halktan alamayacağı desteği, teknik manevralarla telafi edebilmenin telaşına kapılmıştır.

Bu kadar hızla bir seçim kanunu ve siyasi partiler kanunu değişikliği tartışmasını başlatmalarının nedeni budur. Şu an ortada somut bir çalışma görünmüyor.

Türkiye’nin son 37 yıllık geçmişine, yani 12 Eylül’den sonraki ilk seçimlerden itibaren yaşadıklarımıza bakarsak, bu tür manevraların Turgut Özal başkanlığındaki ANAP döneminde sıkça yaşandığını görürüz.

O nedenle seçim kanununda değişikliği gündeme getiren iktidarlar, aslında kaybettiklerini görüyor ve bir bakıma bunu itiraf ediyorlar. Bu tartışmanın başlatılmasını biz iktidar bloğunun oy kaybı, oy kaybına bağlı olarak özgüven kaybı, buna bağlı olarak telaş ve panik hali şeklinde yorumluyoruz. Hiçbir iktidar, seçimlerin sonucunu sadece seçim kanunları ile oynayarak değiştiremez.

Böyle bir seçim kanunu değişikliği çok zor görünüyor. Şu açıdan: Hem AKP’yi tatmin edecek hem MHP’nin isteklerini karşılayacak bir seçim kanunu değişikliği zordur. Çünkü iki partinin bu konudaki menfaatleri ve hedefleri belli yerlerde çelişiyor.

Dar bölge geldiğinde muhtemelen MHP, İç Anadolu’da, iç Karadeniz’de, iç Ege’de birkaç ile sıkışacaktır. Yani bu değişiklikler MHP’nin çok dar bir alana hapsolması sonucu doğurabilir.

Bize etkilerine gelince şunu söyleyebilirim: Biz dar bölge sisteminin partileri belli bölgelere sıkıştırma sonucunu doğuracağını düşünüyoruz, evet. Öncelikle dar bölge barajının, ulusal bölge barajının kaç olacağını görmek lazım.

Fakat her parti en güçlü olduğu yerde milletvekili çıkaracağı için bu, Türkiye’yi siyasi açıdan çok bölünmüş, parçalanmış bir manzaraya mecbur edecektir. AKP, her yerden oy aldığı varsayımına dayanarak böyle bir sistemi kendisi için faydalı bulabilir ama böyle bir değişim, kurdukları bir tuzağa da dönüşebilir. Şimdi daha da ayrıntıya girmek doğru değil, fazla spekülatif olur. Daha somut öneriler gelince onlara bakmamız lazım.

‘Baraj kutuplaştırmanın kolaylaştırıcısı’

Size göre seçim kanununda acil yapılması gereken nedir?

İlk önce bu barajın kaldırılması gerekir, bundan acil bir şey olamaz. Çünkü bugüne kadar gelmiş geçmiş partilerin hepsi oy kaybettiğinde veya muhalefetteyken seçim barajından şikâyet etmişlerdir; iktidara geldiklerinde ise bu şikâyeti askıya almışlardır. Yüzde 10 barajının artık çoktan gündemden çıkması gerekiyor. Böyle bir barajın hala devam ediyor olması akıl alır gibi değil.

Sistem değişmesine karşın iktidar bunu değiştirmeyi tercih etmedi. Aksine, seçim barajını işlevsizleştirecek bir başka formül buldular, ittifakları mümkün kılan yasa değişikliği yaptılar. Yani şu anda yapılan her şey aslında sahtedir, yapaydır, zorlamadır.

Biz bu hükümet sistemine karşıyız. Daha önce de ilan ettiğimiz gibi yerel demokrasiyle güçlendirilmiş, kendi içinde de işleyen çoğulcu bir parlamenter sistem istiyoruz. Böyle bir sistem için de en elverişli seçim sisteminin barajsız nispi temsil olduğunu düşünüyoruz. Eğer baraj konusunda bizim dışımızdaki herkes ısrarcı olacaksa, bunun düşük bir baraj olması gerekir.

Yüzde 10 barajı aynı zamanda kutuplaştırma yöntemlerinin bir bakıma kolaylaştırıcısı da oluyor. Biz çoğulcu bir sistem istiyoruz. Bu çoğulcu sistemde de nispi temsilin barajsız halinin en uygun seçenek olduğunu düşünüyoruz.

Son dönemde bir de ittifak tartışması yaşanıyor. Örneğin sizin, “Doğrudan muhatap alınmadığımız bir ittifakın içinde olmayız” açıklamanız oldu. Bunu biraz açar mısınız, sizin ittifak koşulunuz nedir?

Bizim parlamento seçimleri için parti olarak bir ittifaka ihtiyacımız yok. Çağrımız, genel demokrasi mücadelesi içindir. Seçimler elbette bunun bir parçasıdır, seçimlerde ittifak da yapılabilir. Fakat bizim kimseden “Bizi illa ittifaka alın” gibi bir talebimiz, bir beklentimiz yok.

Ciddi kamuoyu yoklamalarının gösterdiği bir gerçek var: Şimdi seçim olsa HDP barajı aştığı gibi parlamentoda kilit parti durumundadır.

Bizim dışımızda hangi ittifak yapılırsa yapılsın, bizim kilit parti olmamıza ilişkin gerçek değişmiyor. Sanki biz zordaymışız gibi, sanki biz birilerinden ittifaka alınma lütfu bekliyormuşuz gibi yansıtılan tartışmaların hiç bir değeri, hiçbir zemini yoktur.

HDP’nin derdi, 3-5 milletvekili fazla çıkarmak değildir. Şayet olsaydı, 31 Mart seçimleri stratejisini böyle belirmez, 3-5 belediye meclisi üyesi için pazarlık yapar, Batı’da bir iki ilçede belediye başkanlığı isterdik.

Bunlara hiç tevessül etmedik. Asıl mesele, demokrasi güçlerine alan açmak ve bu baskıcı despotik gidişatı durdurmaktır. Biz Türkiye’de demokrasi, barış, özgürlük istiyoruz ve buna katkı sunacak politikalar belirliyoruz.

HDP’yi dışlamak Kürtleri dışlamaktır’

Seçimin iki boyutu var. Eğer cumhurbaşkanlığı seçiminde muhalefet ortak aday tartışmasına girecekse, bizimle ittifak yapmak isteyen herkesle bunu, açık ve net bir biçimde yapmak istiyoruz.

Burada perde arkasında konuşacak bir şey yok. HDP ile yan yana görünmekten çekinenlerin Türkiye’de bir demokratik dönüşüm konusunda ciddi kuşkular yarattıklarını görmeleri gerekiyor.

HDP ile yan yana görünmemek ya da HDP’yi dışlamak, sadece bir partiyle yan yana görünmeme meselesi değildir. Partiler eğer bugünkü kutuplaşma, gerilim politikalarından rahatsızsa, HDP’yi dışlayan her yaklaşım, iktidarın bu politikalarına daha fazla güç vermiş oluyor.

HDP iki nedenle çok önemlidir: Birincisi, temsil ettiğimiz sosyolojidir; çünkü seçmenimizin çok büyük bölümü Kürtlerden oluşuyor.

Burada HDP’yi dışlamak aslında Kürtleri dışlamak demektir ve bunu tehlikeli buluyoruz. Bunu iktidar zaten yapıyor.

Muhalefet de benzer bir şeyi yaparsa iktidarla arasındaki temel farkın ne olduğunu anlatmakta zorlanır.

İkincisi, HDP oy gücü yüksek bir partidir. Bizim oylarımızla bir dönüşüm isteniyorsa, herkesin bu oy gücüne saygı duyması gerekir.

Diğer bütün tartışmalar yapaydır, iktidarın dayattığı manipülasyonlara alet olmaktır.

Biz Parlamento seçimlerinde çok iddialı bir partiyiz ve Türkiye’nin siyasi dengelerini belirleme hedefine sahibiz. Ayrıca cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de temsil ettiğimiz büyük çoğunluk olan Kürt halkı adına da iddialıyız.

Biz Türkiye yönetiminde pay sahibi olmak istiyoruz. Demokratik dönüşüm ancak böyle sağlanabilir.

‘İktidardaki özgüven kaybı 31 Mart stratejimizin sonucu’

HDP ile yan yana görünmek istemeyen partiler derken kimi kastediyorsunuz? Yerel seçimlerde bazı yerlerde adaylarına destek verdiğiniz CHP’ye dönük bir kırgınlık söz konusu mu örneğin?

Herkesi kastediyoruz. Bizim CHP’den özel bir beklentimiz olmadı ki kırgın olalım. Yani biz CHP’ye o desteği verirken şartlar ileri sürmedik ki.

Biz şunu söyledik: Kazanabilecek muhalefet adaylarının önünü açarız, onlara aday çıkarmadan oy veririz. Ama kayıtsız şartsız bir destek sunmadık.

Mesela İYİ Parti, o dönemde bizim kazanabileceğimiz yerlerde Cumhur İttifakı’na destek verebileceğini söylediği için, Millet İttifakı içerisinde İYİ Parti’ye ayrılan şehirlerde aday çıkardık. Bize böyle yaklaşan bir partiye sınırsız bir hoşgörüyle alan açacak halimiz yok.

Bizim derdimiz demokrasiye alan açmaktır. Aksi biçimde davranmanın demokrasiye bir katkısı da olmazdı.

Iğdır’da, Kars’ta bize kaybettirmek için hareket ettiğini açıkça söyleyen ve bu konuda da politika geliştiren bir partinin adaylarının kazanmasına katkı sunmamız söz konusu olamaz.

31 Mart stratejimizin çok net bir ilkesi vardı: Demokrasi güçlerine alan açmak. Biz orada muhalefetin kazanmasının Türkiye’yi birdenbire değiştireceği gibi bir hayale de kapılmadık.

Ama stratejimizin bu iktidarı durduracağını biliyorduk ve durdurduk.

Bugün iktidar bloku, bu özgüven bunalımını, bu panik ve telaşı yaşıyorsa, 31 Mart stratejimizin hedefine ulaşmasından kaynaklanıyor. Ayrıca tabanımızın böyle bir politikaya gerçekten destek verip vermeyeceğini de görmek istedik ve tam destek aldık.

Bu da tabanımızın, seçmenimizin bize verdiği güven oyuydu. Biz 31 Mart’ı bu açıdan çok önemli bir demokratik hamle ve kazanım sayıyoruz; hem kendi stratejimiz açısından hem de yarattığı sonuçlar açısından.

‘İttifak tartışmaları erken hatta zararlı’

Ali Babacan’ın DEVA Partisi, ya da Gelecek Partisi gibi yeni siyasi aktörler de siyasette. İleriye dönük bir ittifak arayışı olabilir mi bu partilerle?

Biz bu tür somut ittifak senaryoları ile ilgili hiçbir tartışmaya girmiyoruz, bunu çok erken buluyoruz ve hatta bunun zararlı da olabileceğini düşünüyoruz.

Öncelikle herkes kendisini anlatmalı, politikalarını netleştirmelidir. Şimdi girişilecek bir ittifak tartışması, hayırlı, faydalı bir tartışma olmaz.

‘Parlamentodan çekilme kapanmış bir bir tartışma’

Belediye başkanlarınızın görevden alınması, milletvekilliklerinin düşürülmesi nedeniyle partinizde bir dönem “sine-i millet” tartışması yaşandı. Görevden almaların, milletvekilliklerinin düşürülmesinin seçmeninizde bir bıkkınlık, umutsuzluk yaratacağından endişe ediyor musunuz?

Birincisi, Parlamento’dan çekilme gündemimizde yok ve yeniden gündeme gelmeyecek. Bu bizim için kapanmış bir tartışmadır.

İkincisi, seçmenimizde iktidarın bu politikalarına karşı bir bıkkınlık değil, bir kızgınlık var. Bıkkınlığın aksine, kendi iradesine sahip çıkma kararlılığı var.

Zaten 7 Haziran’dan (2015) bu yana girdiğimiz seçimlerde aldığımız oylar da bunu ortaya koyuyor. Şu andaki ciddi kamuoyu yoklamalarının ortalamasını alırsanız, oyumuz yüzde 12’nin biraz üstünde görünüyor.

Bizim özel olarak yaptırdığımız bir araştırma yok ama bu oranı kamuoyuna yansıyan araştırmaları esas alarak söylüyorum. Seçmenimiz, bizim siyasette ısrar etmemizi istiyor. HDP, demokratik siyasette ısrarcıdır. Çünkü Türkiye’de başta Kürt sorunu olmak üzere, demokrasi sorunu ve diğer sorunların ancak demokratik siyaset zemininde çözülebileceğine tam ve kesin bir inanç taşıyoruz.

HDP’yi var eden de bu inanç ve bu görev tanımıdır. O nedenle iktidarın bize bu şekilde saldırmasının inancımızı kırma gibi bir hedefi olduğunu düşünüyoruz. Bizim Meclis’ten çekilmemiz, siyasetin dışına çıkmamız, demokratik siyaset alanını boşaltmamız, muhtemelen iktidarın da istediği bir şeydir. Bunu kesinlikle yapmayacağız, çok açık ve net.

‘İhtimalleri masaya koyup, hazırlıklarımızı yapıyoruz’

Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek HDP’nin kapatılması çağrısı yaptı. Kapatılma endişeniz var mı?

Doğrusu Vatan Partisi’nin yaptığı çağrıyı ciddiye almamızı kimse beklemesin bizden. Vatan Partisi bizim muhatabımız olamaz. Bizim muhatabımız Türkiye toplumudur.

Girdiği bütün seçimlerden binde iki oy alan bir partinin çıkıp da 6 milyon seçmeni olan bir partinin kapatılması için kampanya yürütmesi herhangi bir ciddi demokratik ülkede sanırım sadece mizah dergilerini ilgilendirirdi.

Ama bizde siyasi ortam maalesef o kadar kaotik, entelektüel ve akademik düzey o kadar çok tahrip edildi ki, şimdi bunları kendilerine meşgale ediniyorlar. Parti kapatmanın bu ülkeye neye mal olduğunu ve bu yöntemi harekete geçiren iktidarların nasıl bir siyasi fatura ödediklerini de hatırlatalım.

Biz işimize bakıyoruz, kendi yolumuzda yürüyoruz. Bu tartışma bizim dışımızdadır. İktidar bütün yargı organlarını kontrol ediyor; böyle bir politika gerçekleştirirse kendi tercihleridir ama biz halkımızla ve teşkilatlarımızla birlikte çalışmalarımızı sürdürüyoruz. Bu ihtimallerin hepsini de masamıza koyup, hazırlıklarımızı yapıyoruz.

İktidarın barolarla ilgili yasa değişikliği gündemde. Siz bu değişikliğin gündeme geliş şekli ve muhalefet partilerinin de görüşüne sunduğu çoklu baro önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ankara Barosu’nun Diyanet’le ilgili açıklaması sadece bahanedir. Hatırlarsanız, adli yıl açılışı Saray’da yapılınca baroların bazıları buna tepki göstermişlerdi. O zaman da Cumhurbaşkanı ve AKP sözcüleri barolardan ne kadar rahatsız olduklarını açıkça dile getirmişti.

Bu iktidar 18 yıldır birçok yeri kontrol altına aldı ama hala kontrol edemediği yerler var. Bunların başında HDP geliyor.

Fakat bununla birlikte güçlü geleneklere sahip meslek kuruluşları da iktidarın kontrol etmeyi başaramadığı alanlarladır: Türk Tabipleri Birliği, TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği), barolar gibi. Bu kuruluşlar çok güçlü bir demokratik muhalefet birikimini de temsil ediyorlar. İktidarlara boyun eğmeme, biat etmeme gibi geleneklere sahipler, yerleşmiş düzenleriyle hukuk dahilinde faaliyetlerini yürütüyorlar.

Bu kuruluşların seçim sistemlerinde antidemokratik olarak nitelendirilebilecek bir unsur da yok. Amaç burayı demokratik muhalefet gücü olmaktan çıkarmak ve kendi kontrolüne almak. İktidar amaçladığı bu politikalarla darbeci anlayışını sürdürüyor; yani çoğulculuğu ve demokratik mücadele dinamiklerini denetimi altına alıyor.

Barolar tam da buna direniyorlar, çok da doğru yapıyorlar. Ankara girişinde bekletilmeleri de açık bir anayasa ihlalidir. Anayasa’nın 34. maddesi çok açıktır, iktidar Anayasa’yı yok saymıştır. Hukuk tanımayan bir anlayışa karşı savunma mesleğinin temsilcileri en meşru demokratik haklarını kullanarak tepki gösteriyorlar. Doğru yapıyorlar, haklılar. Biz de onları sonuna kadar destekliyoruz.

(BBC)


Tags: , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑