Kitap

Published on Şubat 23rd, 2022

0

Hayat teoriyle çelişiyor | Korkut Akın


Terk Etmedi Sevdan Beni, Kurtuluş Kendini Anlatıyor – 8: Tarihi İnsanlar Yazar

Bizim gibi “Emin Oktay tarihi” okuyanlar, iyi bilirler ki, tarih hiçbir zaman doğru(yu) yazmaz, yazanların sübjektif bakışının ürünüdür; ya hamasettir ya da başarılar destanı hepsi. En tam da bu nedenle, sözlü tarih çalışmaları çok önemlidir, çok şey gösterir ve eleştiri/özeleştiri gerektirir. Tabii, üzerine alan olursa. Eleştirilenler ve/veya özeleştiri yapması gerekenler de -her ne kadar önderlik yapmış olurlarsa olsunlar- “Emin Oktay tarihi” okudukları için kulaklarının üzerine yatacaklardır. “Kurtuluş Kendini Anlatıyor” sözlü tarih çalışması, bilebildiğim kadarıyla tamamlanıyor; bir “Kadınlar” çalışması var, bu yıl içinde yayımlanması beklenen, o kadar. Yani sıra yeniden baştakilere geliyor yanıtlamaları gerekenler nedeniyle. Bu (bir çağrı ise) sadece Kurtuluşçulara değil, siyaseten önderlik yaparak kitleleri peşinden sürükleyen örgütlülükleri yaratan ve yöneten herkes için geçerli…

Bir önemli noktaya dikkat çekmek istiyorum: Elliyi aşkın sol siyasi fraksiyon ve/veya örgütlenmenin hepsinin bir sözlü tarih çalışmasını yapması, buna da bağlı olarak hepimizin yakın dönem tarihini öğrenmemizi sağlaması gerekir. Bu sadece gereklilik değil zorunluluktur da…

Kurtuluş (kendini lağvettiğini ilan eden liderlere sahip bir yapılanma olmasına karşın), bu anlamda duyarlılık gösterip, bütün eleştirileri göğüsleyerek, hatalarını da vurgulayarak yaşananları-yaşanamayanları, örgütlenme-örgütlenememe, ileriyi görme-görememeyi hepimize açıyor. “Terk Etmedi Sevdan Beni”, Kurtuluş Kendini Anlatıyor dizisinin sekizinci kitabı. Bu kez fabrikalarda, mahallelerde, sendikalarda, mesleki ve demokratik kitle örgütlerinde mücadele verenlerden Gülali Yurdakul, Hasan Akın, Hilmi Köksal Alişanoğlu, Hüseyin Taka, İsmet Yalçınkaya, Osman Bozkurt, Şükrü Apaydın ve Ümit Arıkan’ın tanıklıklarını içeriyor. Ağırlıklı olarak da antifaşist değil siyasal mücadele anlatılıyor.

Küçük burjuva temsilcileri!

Okullarda ve mahallelerde giderek daha da sertleşen ve hemen her gün birçok insanın öldürüldüğü (faili meçhule gittiği) faşist saldırılar karşısında halkın da katkısıyla antifaşist mücadele sürdürülürken; güç birliği yapılması zorunluluğunu, bırakın merkezi iradeleri yerel birimler bile istiyordu. Tabii ki, yukarıdan(!) gelen emir ve/veya direktifler doğrultusunda, birbirlerini küçük burjuva temsilcisi olmakla niteleyen gruplar olmadı değil… Kim bilir, belki de 12 Eylül yenilgisinin temel sorumlusu o “yukarıdakiler”di. Hani liderlik önceden görmekti? Hani “freni boşalmış kamyon gibi yokuş aşağı gidiyor”duk? Bir şeyler yapılması gerekmiyor muydu? Neden olmadı, olamadı? Neden örgütlenme, kitaplarda olduğu gibi gerçekleş(e)medi?

Yengi de vardır yenilgi de…

“Her mücadelede yengi de vardır yenilgi de ama yenilginin asil bir davranışla kabulü de saygıdeğerdir”. 1 Mayıs 1979 yasaklanmıştı bilindiği gibi, sırf gösteriş olsun diye, belki de birilerine “nasılmış” demek için küçük gruplarla sokağa çıkmak ve kimse görmeden, bir slogan bile haykıramadan polisin gözaltına alması yaşanmış bir gerçek. Kitapta yer alan bir arkadaşın, “Ortada devasa bir DİSK örgütlülüğü, işçi sınıfı örgütlenmesi var ama hiçbir sendika kıpırdamıyor. Biz kendimize yasadışı örgüt diyor, yasadışı bir örgütlülük hayata geçirmeye çalışıyoruz, işçi sınıfının uluslararası bayramı, uluslararası direnme gününde, işçi sınıfı kolunu kıpırdatmazken işçi olmayan bir grupla gidip eylem yapmak aklımıza çok uygun gelmedi. ‘Bir sürü insanın gereksiz yere fişlenmesine sebep olacak’ diyerek biz bu eyleme şiddetle itiraz ettik” sözünden çıkarılacak dersler var. Öncelikle (birkaç merkezde sokağa çıkma kararı alınmıştı, 1980’de de Boğaziçi Köprüsünde de benzer bir eylem girişimi olmuştu. 1979’da TİP lideri Behice Boran da partilileriyle çıkmıştı) DİSK ve DİSK yöneticilerinin hemen ardından da bu kararı alan Kurtuluş önderlerinin bir şeyler söylemesi gerekiyor. Tabii, kulağının üstüne yatan ve/veya eleştirileri kulak ardı eden diğer kitlesel örgütlülüklerin sorumluları da…

Herkesin yere yatırılıp çeşitli eziyetlerle gözaltına alınmasına rağmen eylemin amacına ulaşmadığı, sadece gruplar arasındaki konuşmalarda ‘bir şey ispat etme’den öteye gitmediği apaçık. Aynı arkadaş, “Bu eylemin sağduyulu, politik olarak isabetle bir eylem ve yaklaşım olduğunu hiç düşünmedim, hâlâ da düşünmüyorum” diyor.

Son söz yine liderlere düşüyor, ama hamaset yapmadan, gerçek bir değerlendirmeyle…

Bir arkadaşımız, bugünden bakarak kuşkusuz, “Kurtuluş hareketinde, 1977’den beri Merkez Komite seçilmedi, hiçbir komite seçilmedi. Örgüt içinde hiçbir demokratik mekanizma işlemedi” derken, kendisini doğal olarak hareketin başında görenlerden çok daha yetkin ve teorik olarak gelişkin arkadaşların önünün tıkandığını ifade ediyor. Kurtuluş’un örgüt haline gelemediğini açık bir dille söylüyor. Daha ne desinler! Bizler daha ne kadar bekleyelim? Yineliyorum, bütün sol siyasetler için geçerli bu.

Aradan 40 yıldan fazla zaman geçti…

Sözlü tarih çalışmalarının en temel özelliği, okurun kendi yolunu çizmesine fırsat vermesidir. Bir arkadaş, “O dönemde müthiş bir sahiplenme, sevgi saygı vardı. O günün yoldaşlık ilişkisini hâlâ ararım” derken, bir diğeri “Bizim kurduğumuz ilişkilerdeki emek alışverişi, bağlanma ve paylaşma duygusu, ailelerle yaşadığımızın çok üstüne çıkamamış, hatta ona yaklaşamamış bile” diyor, tutsaklığı döneminde ve sonrasında -mücadele için terk ettiği, yüz üstü bıraktığı- ailesinin dışında kimsenin olmadığından yakınarak. İnanıyorum ki her iki anlatıcının da asıl amacı, durumu aktarmak ve okurdan da öte, gelecekteki mücadele edeceklere yardımcı olmak, yol göstermek.

“5 K Harekâtı”

12 Eylül’de tepki gösterebilecek bütün unsurlar denetim altına alındı. Komünistler, Kızılbaşlar, Kürtler, Kurancılar, Kurtlar, 12 Eylülcülerin deyişiyle “güvence altına alındı”, asıl darbe hep olduğu gibi komünistlerle Kürtlere vuruldu ve ilginçtir her iki kesim de hâlâ toplumun bütün kesimlerini kapsayan gerçek örgütlülüklerini oluşturamadı aradan geçen bunca yıla karşın. Bir hususu daha belirtmeliyim, bir arkadaşın aktardıklarından; “12 Eylül’de birçok örgüt legal yapılardan başlanarak çözülmüştür.” Yasal veya yasa dışı (legal/illegal) yapılanmaların birbirinden ayrılmasının gerekliliğini bir kez daha vurgulamak gerekir.

12 Eylül, bir bakıma akla karanın ayrıştığı bir süreç. Ancak yanlış anlamaya fırsat vermeksizin yazmam gerekir: Siyasi yapılanmaların, kendisini yasadışı örgüt olarak görenlerin, devrim mücadelesi verenlerin sözle dillendirdiklerini fiili olarak hayata geçirememeleri işin püf noktasıdır. Doğal önder konumunda olanlar (’71 sürecinden gelen, deneyimli kadrolar), yeni insanlar yetiştiremediği gibi böyle bir çaba içerisinde de olmadı. (Hatta çok sonraları oluşturulan Özgürlük ve Dayanışma Partisi’nde bile…)

“Demokratik merkeziyetçilik” denilen -bugün artık bir şekilde geride bırakılan- yaklaşım, o zamanlar en iyi örgütlenme biçimi olarak ileri sürülüyordu. Doğal liderler, belki koşulların da etkisiyle bunu yukarıdan aşağıya yönlendiriyordu. Ama artık koşullar değişti. Düşüncelerin dile getirilmesi artık mümkün ve otokratik yönetim demokratik olarak kabul edilmiyor.

Kendisini değiştiremeyen toplumu dönüştürebilir mi?

Toplumun yapısı biliniyor. Ne kadar muhafazakâr ve hatta tutucu olduğu da… Bununla birlikte okuma yazma oranının düşük oluşu da önemli. Özellikle küçük atölyelerde çalışan, sadece ailesinin geçimini sağlamakla yükümlü olduğunu düşünen işçilerin kazanılmasının ne denli güç olduğu bir kez daha vurgulanıyor konuşmacılar tarafından. Siz taraf olarak mücadele ederken devlet, devlet yanlısı güçler ve sendika ağalarıyla da mücadele etmek zorundasınız. Ayrıntılarını sizlere bırakıyorum, okudukça sizler de merak edecek ve üzerinde düşüneceksiniz.

Bir de intiharlar yaşandı, sadece Kurtuluşçularda değil, diğer gruplarda da… Ancak herkes yok saymakta bu vahim sonucu. Dile getirenler varsa da yeterli olmadığını düşünüyorum. Doğal önder olduğunu kabul ettiğimiz hemen her grubun liderinden de bu konuda bir neden sonuç ilişkisi içinde açıklama yapmasını bekliyoruz.

Ret ve inkâr

Sözlü tarih çalışmaları, umulan kadar gelişmedi, gelişemedi. Kurtuluşçuların büyük bir özgüvenlilikle başlattığı bu çalışmayı, diğer gruplar da yapmalıydı. Otokratik liderliğin doğal olarak kendilerinin eleştirilmesine göz yummayacağı, izin vermeyeceği için; neyin ne olduğu, nasıl ve niye olduğu sadece kulaktan dolma bilgi olarak kalıyor.

1971 yenilgisinden bu yana dillendirilen, “ret ve inkâr” hayata geçirilemediği sürece birçok şey eksik kalacak, birçok konu, ileride yeniden deneyimlenecek. Sorulacak soru: Amerika’yı daha kaç kez keşfedeceğiz?

Terk Etmedi Sevdan Beni, Kurtuluş Kendini Anlatıyor 8
Sözlü Tarih Çalışması
Dipnot Yayınları, Şubat 2022, 364 s.


Korkut Akın – 23.02.2022

Tags: , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑