Makaleler

Published on Mayıs 21st, 2021

0

Hamal, baba ve oğul | İsmail Göçüm

Baba Kaypakkaya, 11 Mayıs 1973’te oğlundan bir mektup daha alır. Mektupta;

“Soruşturmam bitti, artık gelebilirsin, görüşebiliriz.” diye yazar.

Bir de savunmasında kullanılmak üzere bir belge istemektedir.

20 Mayıs 1973, baba, üçüncü kez Diyarbakır’dadır.

Dağkapı’dan Mardinkapı’ya doğru yürürken heyecanlıdır…

Gide gele, artık aşina olmuştur buradaki yüzlere.

Kaç kez gelmişse görüştürülmemişti oğlu ile.

Bu sefer görecektir artık İbrahim’ini.

Cebinde, oğlunun savunmasında kullanacağı belge, bir de, elinde bir türlü oğluna ulaştıramadığı çıkın vardır.

Buraya her geldiğinde hep aynı yüzlerle muhatap olur. Yine karşısında aynı asık yüzlü subay; belinde tabancasıyla kısa kollu bir yarbay, aynı Merzifonlu üsteğmen, hep aynı memurlar…

Yalnız bu kez hiçbiri laf atıp konuşmaz.

Babayı bir askeri Jip’e bindirirler. Jip hareket eder. Yol boyunca askeri Jip’i kullanan şoför hiç konuşmaz.

Jip Ergani çıkışına yönelir. Burası Sıkıyönetim Komutanlığı’dır.

Binanın önüne gelirler. Askeri Jip’i süren şöför frene basar, motor stop eder.

Hiç konuşmadan önünde durdukları kocaman binanın merdivenlerinden yukarı çıkarlar, ürkek bir ceylan gibi içeri süzüldükleri dar ve uzun koridorun beyaz duvarları, kapılardan giren çıkan rütbeli subaylar ve gıcırtıyla öten kapılar dışında hepsi bir suskunluk içindedir.

Baba, gri kapının önünde beklemesi için tembihlenir. Heyecanlıdır, görüşmek için gururla oğlunu bu gri kapının önünde bekler.

Sonunda kapı açılır. Kapı açıldığında yan yana üç kişiyi görünür. Birinin omzu yıldızlı kalabalıktır. Anlaşıldığına göre bir paşadır. Kaba bir tavırla;

“İbrahim’in babası sen misin?” der.

Baba, müjde bekleyen bir çocuk gibi heyecanlı, heyecanlı;

“Evet, benim.”der.

Omuzu kalabalık yıldızlı paşa;

“Oğlun öldü, intihar etti.”der.

Babanın başına kaynar sular dökülmüş gibi, vücudundan terler boşanır. Omuzlarına dünyanın bütün ağırlığı binmiş, yere çökmek üzereyken kendini toparlar. Vücudundaki terler, bu soğuk duvarların arasında birden bire buz keser.

Baba çaresiz ve şaşkındır, söylenen sözlere inanmaz ve öfkeyle der ki;

“Nasıl olur, daha bir hafta önce mektubunu aldım. Sağlığının iyiye gittiğini yazıyordu. O intihar etmez, onu siz öldürdünüz.”der

Duvar gibi soğuk, suratsız omuzu kalabalık yıldızlı paşa, birşey söylemeden sırtını dönüp çekip gider.

Yanındaki diğer iki subayla morgdan oğlunu almaya gider.

Morgda bulunan mahcup bir memur.

Baba, git tabut getir.” der.

Cebinde az buçuk parası vardır. Gider bir tabut yaptırır. Ceset bozulmasın diye ilaç ve kefen alıp yeniden morga gelir.

Yanındaki memur ile morga girerler. Morgda bedeni parçalara ayrılmış paramparça oğlu  gösterilir; kafası bedeninden ayrılmış, kasıkları parçalanmış, delikler açılmış, göğsü yarılmış… değme yürek dayanmaz. Hani  dayanılır gibi değildir.  

Yüreği yana yana, içten içe ağlaya ağlaya, oğlunun cesedini bir torbaya koyar ve sonsuza değin uyuması için tabuta yerleştirir.

Morgdan çıkar, bu kez bir hamal bulmak için tekrar yollara düşer. Bütün gün ordan oraya parçalanmışcasına koşsa da, baba yinede hiç olmadığı kadar soğukkanlı, diri ve güçlüdür.

Mayıs baharında, edraftaki ağaçlarda serçeler, cıvıl cıvıl, yavrularına yiyecek taşırken, baba yavrusunu tabuta koymuş, oğlunu taşıtmak için hamal aramaya çıkar…

Baba, Diyarbakır sokaklarından bir hamal tutar getirir…

Cenazeyi, otobüs garajına kadar götürmek için 5 liraya anlaşırlar.

Hamal sukunca yüklenir sandukayı. Yolda giderken sorar;

“Bu nedir, babo?”der

Baba:

“Oğlum” der.

Hamal, adamın şaka yaptığını sanır, inanamaz ve tekrar sorar:

Baba yine:

“Oğlum” der.

Bu diyolog sonrası hamal yutkunur ve babaya bakar.

Babanın gözleri dolu dolu olur ve konuşmasını şöyle sürdürür:

“Oğlum Çapa Yüksek Öğretmen Okulunda öğrenciydi, sosyalist solcuydu… onu burada işkencede öldürdüler, bu tabut onun cenazesidir.” diye karşılık verir.

Hamal susar…

Yolda hiç konuşmadan otobüs garajına gelirler.

Hamal yükünü indirirken;

“Başın sağolsun babam, benim görevim buraya kadar”der.

Baba, cebinden 5 lirayı çıkarıp hamala uzatır.

Hamal bir babaya, bir de tabuta bakar.

“Babo, koy cebine o parayı, benden yana helal olsun.”der.

Baba, hamal’a bakar, hamal’ın gözlerinden dökülen yaşları görünce, soğukkanlılığını koruyamaz.

Her ikisi de hıçkıra hıçkıra ağlar…

18 mayıs 1973, Çorumlu, sarışın, mavi gözlü İbrahim Kaypakkaya’nın Diyarbakır işkencelerinde katledildiği gündür.

Unutma, unutturma!


İsmail Göçüm – 21.05.2021

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑