Makaleler

Published on Eylül 29th, 2022

0

Halkların Özgürlükçü Demokrasi İttifakı! | İ. Metin Ayçiçek


…HDP ve bütünüyle ittifak, konumunu zedelememek için CHP ve altılı masanın faşistleriyle bir fiili ittifak kurmak yerine, dışında kalarak, kendi taleplerini dayatmalıdır. Açıkçası şudur ki, hangi çizgide olurlarsa olsunlar var olan halleriyle birkaç sol parti ve HDP o topraklarda özgürlükçü-katılımcı-çoğulcu demokrasinin doğuya da ışık saçan yıldızı olacaktır…

Toplumlar çıldırır mı? Neden çıldırmasın ki? Son altmış yılı bir düşünün bakalım. 1960: Askeri darbe. 1971: Askeri Darbe. 1980: Askeri Darbe. Ve aralardaki darbe girişimleri… Hatırladınız mı, Talat Aydemir’i, Harp Okulluları falan…Ve sonrası, e-muhtıralı modern zaman darbeleri, Anayasa değişikliğiyle yapılan yönetimsel darbe yöntemleri, devlet biçimini değiştirerek gerçekleştirilen başkanlık sistemi darbesi ve sonuncudan bir öncesi15 Temmuz Tayyip Darbe gösterisi. Zamanımızın darbe girişimlerinin ana kuralı “kadayıfın altını kızarta kızarta bekleyip”, sonra “terör” adı verilen “muhalefeti” yok etmek için” darbeyi gerçekleştirerek “vatanı kurtarmak. Oysa Cumhuriyet tarihinde her zaman teröristin kendisi iktidardı. Türkeş, Evren iktidarı için demedi mi: “Bizim düşüncelerimiz iktidarda ama biz yargılanıyoruz!!!”

Kenan Evren Darbesi, Türkiye’de ahlaken iyi olan ne varsa bütününü yok ederek varlığını sürdürdü. Fazla değil, henüz üç yıl dolmadan, “Müslüman-darbeci” General devlet başkanının idaresinde bir ülke.

1983 Turgut Özal’lı yılların başlangıcı. “Benim memurum işini bilir” felsefesinin bürokrasinin rüşvetten maaş alma hakkını kazandığı çağın başlangıcı olmasa da, artık kural haline getirildiği yıllar oldu. Çünkü rüşvet kültürü sınıflı toplumlarda bütün iktidarların en önemli gelir kaynağıdır. Ve, artık “aydınların” tüketildiği yeni bir çağa giriş yapıldı. 1983 Genel seçiminde yüzde 45,14 oy alan Turgut Özal, ahlaki çöküşün dibe doğru hızla ilerlediği çağ oldu. Ünlü şair Fuzulî’nin Şikâ­yetnamesi’nde dillendirdiği çağa dönüş tamamlanmıştı artık: “Selam verdim rüşvet değildir diye almadılar.” [1]                            

****

Hayır! İşin kolayına kaçarak “tarih yeniden tekerrür etti” diye söylenemez. Çünkü biliriz ki, “tarih” hiçbir zaman tekerrür etmez. Zaman içerisinde, dik duran bir yayın üzerinde yürür gibi helezoni bir döngü ile ilerler.      

12 Eylül Darbesi sonrasında, ilk gerçekleştirilen eylem neydi hatırlayalım mı? Okullarda öğrenci derneklerinin yasaklanması; üniversitelerden demokrat öğretim üyelerinin kovulması, yani 12 Mart Darbesi’nin yarım bıraktığı işin tamamlanması. Gençliğin apolitize edilmesi devlet programı olarak uygulanmaya başladı. Ve gençliği apolitik yeni bir kültürün yaratılması çabası artık devletin birinci göreviydi.

3 Mayıs 1983′de yayın hayatına başlayan TAN gazetesi İslamcı Devlet Başkanı ve İslamcı Başbakanın iktidarında, potansiyel olarak zaten var olan ahlâk çöküntüsünü hızlandırarak açığa çıkardı. Gazete, Türkiye’nin göz bebeği olmuştu. Sadece asparagas haberler veren bu renkli pornografik bulvar gazetesi, o yıllarda peş peşe tiraj rekorları kırarak Türk medyasında yeni bir çağın doğuşunu ilan etti. “Yuuhh beee” diyerek ama açıktan okunan porno benzeri gazeteler… Türk okurunun zekâ düzeyinin bel altından yukarıya çıkmadığını kanıtlamıştı.

Toplum, neredeyse bütünüyle Tan Gazetesi’nin yayın alanına teslim edildi. Bütünü porno; ve unutamadığım o tek karelik karikatür, müthiş çözümlemişti İslamcı-Türkçü politikanın yarattığı o çürümüş toplumsal yapıyı: Bir meydanda, ellerinde TAN Gazetesini okuyan onlarca insan, ve hepsinden benzer küfürler yöneliyor gazeteye yönelik: “Alçaklar, utanma kalmadı… Yuh beee, şu resme bak, ama bu kadar açık-saçık resim de yayınlanmaz ki be birader günlük bir gazetede… Hayret, buna nasıl izin vermişler, her gün böylesi porno benzeri resim yayınlayabiliyor alçaklar… Çoluğumuz çocuğumuzun ahlakını bozacak asparagas haberlerle bu tür yayınlar, şu resme baksana, tamamen çıplak, yuh bee.”

Yeni çağ başladı: Dindar ve kindar gençlik üreten süreç yasallaştı.

Ve Kenan Evren’in Anayasası yapılan referandum sonrası yüzde 92 oyla kabul edildikten sonra, sevgili Aziz Nesin, yüzde 60 olarak açıkladığı hesaplarını tekrar gözden geçirip o ünlü saptamasını yapmıştı: “Türklerin yüzde 92’si aptaldır.”

*****

Evet, mizah, devlet baskısının acımasız olduğu toplumlarda, toplumu en iyi tanımlayan politik bilim alanıdır. Bu nedenle Aziz Nesin gibi isimler tam da böylesi zamanlarda, toplumun bütün değerleriyle çöküş yıllarında bir “aziz” olarak ortaya çıkarlar. Ve dinler tarihinde de öyle değil midir?

Belki de, sosyalizmi savunurken, tuzağından bir türlü kurtulamadığımız “halkçılık” sevdamızdan dolayı bir kısmımız biraz somurtmuştuk bu saptama üzerine. Çünkü büyük olasılıkla Leninizm’in İlkeleri gibi özet kitapları okuduk çokça, ama Marx ve Engels’in “Gotha ve Erfurt Programları’nın Eleştirisi” gibi kitapları fazla ayrıntı gibi kabul edip belki de okumadık. Oysa bu kitaplar Marksist düşüncenin açılımı için çok önemliydi. Okumamakla, “Halkçılık” anlayışının, doğrudan doğruya işçi sınıfı iktidarı (işçi sınıfının devleti) anlamına gelmediğini anlatan uzun eleştirisini öğrenemedik.  

Aziz Nesin haklı olarak bir gerçeğin altını çiziyordu: Bir diktatörlükten kurtulmak için başka bir diktatörlüğü davet eden bir anlayışı başka türlü tanımlamak mümkün müydü? Sanmıyorum.

****

Ve sonraki her yıl “vay canına, bu kadar da olmaz” diye hayıflandığımız her şeyin abonesi olduk. Toplum her gün biraz daha kirlenirken üzerinden asla geçemeyeceği “duble yollar” ya da kapısından içeri giremeyeceği devasa binalarla avuttu kendisini. Turgut Özal’ın “Hayali İhracatlar” dönemi, artık “hayal ihracatına” dönüştürüldü. Dezinformasyonla, medya sahtekarlığıyla idrak yeteneği iyice köreltilmiş olan Türk halkına göre Türkiye sınıf atlıyordu. Ne 14-15 Aralık kepazeliği, ne sahte darbe tiyatroları, ne diploma yolsuzluğu, ne saat başı değişen uluslararası diplomasi yüzsüzlüğü, yani Cumhuriyet tarihinin yaşadığı en büyük kepazeliği alkışlayan bir anlayış, bir ahlak, bir yaşam hedefi belirlenmişti.

1990-2000: TBMM araştırması sonuçlarına göre 17 bin 500 “faili meçhul” denilen devlet katliamı. Hesap soran olmadı. 2002-2022: Aile boyu bir soygun şebekesinin devletin başına çöreklenmesi ve bir toplumda “onur” olarak tanımlanan bütün kavramların kirletilmesi gecikmedi.

Henüz uykusunu açamamış olan gemiciklerin sahibi olan hırsız oğul telefonda hırsız babasına soruyor: “Baba, öbür odadaki kasayı da boşaltacak mıyım?” Ve aynı ülkede başka on binlerce evde, çocuğuna ekmek götüremeyen anneler babalar, utançlarını ve öfkelerini kendi bedenleri dışında nereye kusacaklarını bilememenin şaşkınlığıyla, sorunlarını intiharlarla sergileyerek anlatmaya çalışıyorlardı. Nafile. Balık baştan kokunca, tuz kâr etmez. Kaldı ki, bu ülkede artık tuz da kokuyordu çürümüş balıklardan beter olarak. 

 ******  

Burası bir İslam ülkesi çok şükür. Ve başında Müslüman olduklarını ilan eden aile boyu kırk haramiler. Bir ülke tarihin en ihtişamlı günlerini, dinsel ve cinsel doyumu bir arada doya doya yaşayan bir ülke. Musa’nın kavminin altın buzağıya (günümüzde dolar dolu kasalara) tapınan sapıkların iktidarı kaybetme korkusuyla her gün biraz daha zalimleştikleri bir ülke tablosu.

Ve görüp de duyup da söylemeyen dilin şeytanlaşması. Çocuğuna ekmek götüremediği için kendini yakan babanın çığlığını duyup da elini uzatmayan şeytanlaştırılmış bir toplum. Çocuklara tecavüzü meslek edinmiş din hocalarının taşlanmadığı bir yeni dünya. Sodom ve Gomore! Kadın haklarını yasaklayan devlet, hukukçu profesörleriyle kadın pazarlamasında rol üstleniyor.

Kendi dillerince konuşuyorum. İnançlarının ne kadar sahte olduğunu, hatta servet uğruna inançlarının tam tersine dönüştüklerini görünce, bir insanın bu derece aşağılık bir konuma düşmesini yine de yüreğim kaldırmıyor.

Ve parmağındaki yüzüğünden fazlasının “hırsızlık” alameti olacağını iktidara gelirken itiraf eden bir Yüzüklerin Efendisi!

Onuru var mı yok mu, kaç para eder bilmiyorum ama bulunduğu makamın adı üzerinden bile para kazanmasını biliyor. İşte, resmi raporlara dayanan bir haber: “2021 Yılı Adalet İstatistikleri Raporu’na göre geçen yıl savcılar, “Cumhurbaşkanına hakaret” konulu 33 bin 973 soruşturma açtı. Erdoğan’ın seçildiği 2014’te yalnızca 184 olan soruşturma sayısı 7 yılın sonunda tam 185 kat arttı.”

Eh, 2022 de bitmek üzere. Varın gerisini siz düşünün.

  *****

Utanacaklarına yönelik hiçbir beklentim yok, ama yine de söyleyeceğim: Bu ülke Adnan Hoca adında bir uyuşturucu müptelası ve satıcısını, bir kadın pazarlayıcısını, yani gırtlağına kadar pisliğe boğulmuş bir sahtekâr imamı, “üstelik kendine ait olan “yasal” bir TV kanalından izlemekten mutluydu. Ne devlet kurumları, ne yasalar ne bir otoritenin ikazı, ne haram yiyen Diyanet İşleri Başkanlığı… TV’den canlı yayında bolca kullanılan Allah, Maşallah, sözcükleriyle donatılmış 3-5 kelimelik sohbetler, kıvrak danslar eşliğinde sergilenen şovlar… Pisliğin kokusu dayanılmaz boyutlara ulaşınca ancak müdahale edilen “evler”.  Sonra?

Altında çok büyük pislikler var Adnan’ın. Uyuşturucu ve pezevenklik değil sadece, milliyetçilik ve din istismarı da var. Ama ne hikmetse sıkça Müslüman olduğu söylenen ve IŞİD’e destek vererek Müslüman olduğunu kanıtlamaya çalışmış olan bu ülke, sapık Adnan Oktar’lı ,cahil Cüpbeli Ahmet’li dönemleri, soytarı megaloman Mısırlıoğlu gibi hastalıklı gericiyi, 80’li yılların TAN Gazetesine yönelik o iğrenç seks sapıklığı, şehvet düşkünlüğü ve paraya tapınmacılık gibi hastalıklarını sorgulamadan keyifle kucakladı.

*******

Kesinlikle inanıyorum: Bu ülke artık gırtlağına kadar pisliğe terk edildi. Başta Cumhurbaşkanı ve ailesinin bütün fertleri olmak üzere, paradan başka bir Allah tanımayan iktidar mensupları, her tür pisliğe gırtlaklarına kadar batmışlar. Bir devlet, Anayasasının mimarı olmasını istediği bir Anayasa profesörünün, dünyanın belki de bir numaralı eroin tüccarına kadın tedariki görevini veriyorsa, gerisini anlatmaya gerek var mıdır? Müslüman ülkeyiz çok şükür!

Müslümanlık denince ramazanların ünlü sahne dansözü Nihat Hatipoğlu efendiyi de anmadan geçmeyelim. Dinin böylesine tiyatrolarla ticaret haline getirilmesi, Hatipoğlu gibi sahne soytarılarını üreterek dinin içerisine tüy dikilmesinin yolunu açtı. (Söylemesi ayıp değil ama, bir ateist olarak bu gelişme benim işime kesinlikle gelir. Ama ahlaki yıkımın bu derece ileri gitmesi beni de kaygılandırır, üzer.) 

Bunların bütünü aile boyu bir şebeke adeta. Tıpkı Tayyip ve ailesi gibi, ya da Soysuz ve ailesi, ya da Ağar ve ailesi gibi gibi gibi… Ve hiçbir yeteneği olmayan bir asker kaçağı, aile boyu bir hırsızlık şebekesinin küçük ustalarından bir sıpa, birkaç gemicik sahibi… Helal olsun, Müslüman ülkeyiz, çok şükür.

*******

Ve çocuklara yönelik cinsel tacizi kışkırtan veciz hadislerin üreticisi olan, Cüppeli bir sapık, savaş çığırtkanlığı yapıyor: 

“Yunanistan’ı da gördük. Bütün dünyanın gavurlarının topları bize çevrilmiş yani. Suriye’de büyük bir siyonistan, Kürdistan kurdurulmak üzere. Burada büyük tehlikeler, yeniden bir İstiklal Savaşı gibi, vatan müdafaası gibi durumlar icap edebilir.

Önümüzdeki günler çok hayır göstermiyor. İlerisi hayırdır ama çok vatan haini var. Çok din-devlet düşmanı var. Onun için bir temizlik de icap edebilir… Nakit çok önemli bir şeydir yani. İnsan kenarda köşede onun için ekmek alacak para koymalı. Kilerinde ambarında 1 senelik ihtiyacını, undur, şekerdir, kuru fasulyedir, nohuttur, yani erzak olarak muhafaza edilmesi… Fayda vardır.”

Başımıza taş ya da mermi yağması bile bu Cüppeli imamın insanlığa vereceği zararın onda birini bile yaratamaz. Adam, dört dörtlük bir sapık. Hutbelerinde sık sık belden aşağı konuları işlerken, beden diliyle sanki ereksiyon yaşayan bir cehennem kaçkını.

Sözün özeti: Ne din kaldı, ne siyaset, Ortada aile boyu şerefsizlik ve hıyanet!

*****

Cüppeli Ahmet dinin (!) örneği idi. Bilimin (!) örneği olarak da Ümit Özdağ denilen kabadayı bozuntusunu, çağdaş Türkiye gerçekliğinin yetenekli ürünü olarak tanımlayabiliriz. Adam, Nostradamus gibi kehanetlerde bulunarak sadece profluğunu kanıtlamıyor, beyninin kofluğunu da kanıtlıyor sanki.

“Kılıçdaroğlu kazanırsa HDP ile, desteğiyle kazanır. HDH desteğiyle kazanırsa 2024’te yerel seçimler olur. Yerel seçimlerde Güneydoğu Anadolu’da HDP büyük bir atılım yapar ve belediye başkanlıklarının büyük bir kısmını ele geçirir. Ve örgütle HDP arasındaki etkileşim yoğunlaşır. HDP desteğiyle geldiği için ve devam ettiği için bunlara Kılıçdaroğlu dokunmaz. Bir süre sonra Suriyelilerin yoğun yaşadığı yerde karışıklık çıkar. O zaman bu belediyeler birleşir ve çıkan karışıklığa karşı uluslararası destek ve PKK desteği isterler. Ve Türkiye iç savaşı başlar.” (Ümit Özdağ)

İşte, sokak kabadayıları gibi sağa sola posta atıp kavgaya çağıran, çağımız Türkiye’sinin bir profesörü. Bilim’den çoktan kopmuş, “ilim” tüccarı bir başka paranoyak.

*****

Bir seçim yolculuğu başlamışken, Tayyip ağlarını örüyor tekrar, Türkiye’nin geleceği üzerine. 7 Haziran 2015 sürecinde ve sonrasında uygulamaya sokulan devlet operasyonları yeniden sahnede. İktidarı kaybettiğinde başına gelecekleri gayet iyi bilen aile boyu bu hırsız şebekesi ve müttefikleri, seçimi kaybetmenin kendileri için felaket olacağını bilmektedir. Ve bu geleceği engellemek için, seçimlere giderken, her türden provokasyona gireceğinden kimse şüphe duymamalıdır. Kazanamayacağını anladığı durumda seçimleri yaptırmayıp olağanüstü hâl ilanı ile zaman kazanmak isteyebilir. Ya da Ankara Gar Katliamı ve benzerleri gibi katliamları yeniden gündeme sokabilir. Bölgesel bir savaş açarak ya da kendi askerlerine yönelik ciddi bir katliam gerçekleştirip PKK üzerine atarak provokasyon HDP’yi kapatıp devre dışı bırakarak önlemler alabilir. Yani zebaninin bu ülke halkına ve çevre komşularına kötülük yapmak için her yolu deneyeceğini biliyoruz.

Hemen söyleyeyim: Mersin’de polis evine saldıranların PKK’li olması mümkün değildir. Çünkü en az 40 yılın zengin deneyim birikimini taşıyan PKK hiçbir zaman böyle bir eyleme yönelmemiştir, yönelmez de. Ama Türk Devleti’nin her türlü kanlı provokasyonda yer aldığını tarihsel kanıtlarıyla biliyoruz.

Cüppeli soytarısını da Ümit Özdağ adındaki onursuz adamı yine de ciddiye almak gerekir. Mersin Polisevi’ne saldırıyı da bunlara ekleyerek düşünelim.

7 Haziran sürecinde, henüz seçim öncesi birkaç bombalama ve provokasyon… Örneğin bir taksi içinde oturan 5 Kürt gencinin polis tarafından kurşunlanarak katledilmesi. Akabinde 2 polisin faili meçhul ile Polisevi’nde uyurlarken katledilmesi ve olayın PKK üzerinde kalmasına destek olacak provokasyonlar. Suruç Katliamı, Gar Katliamı… Say gitsin daha.

Evet, bir seçim olabilir. Ama seçim böylesi çatışmalara da gebe gibi. Çünkü Tayyip ve aile boyu hırsızlar çetesi seçimi kaybettiklerinde her şeyi kaybedeceklerini gayet iyi bilmektedirler.

Sorumluluk nedeniyle açık söylemek zorundayız: Bu seçimlerde çok kan da dökülebilir. Bunu istemek alçaklıktır ama zaten iktidar bu vasfı hakkıyla üzerinde taşıyor. Bunu yapabilirler. Seçim güvenliği sadece iktidar ya da sistem partilerine bırakılmamalıdır. Demokrasi güçlerinin bütünü, o topraklarda demokrasiyi ortadan kaldırmayı hedefleyen aile boyu hırsızlar şebekesine karşı her türlü savunma aracıyla seçim güvenliğini koruma altına almalıdırlar.

*****

Eleştiri nalına da mıhına da vurmalı ki anlamlı olsun.

Ciddi çatışmalara gebe bir sürece giriyoruz. Önümüzdeki seçimler eğer gerçekleşirse, sadece Cumhurbaşkanı seçiminde değil ama yeni bir hükümetin kurulabilmesi çalışmalarında da HDP ve solun bir kısmının ittifakından oluşan üçüncü cephenin rolünün çok önemli olacağı şimdiden bellidir.

Anadolu-Mezopotamya halklarının sürgündeki demokrasi ve özgürlük savunucuları için HDP’li İttifak’ın Seçim Programında, ülke dışında yaşamak zorunda bırakılan sürgünlerin geleceğine yönelik herhangi bir öneri görmemek, ülke dışında bir hayal kırıklığı yaratmıştır.

Ülkedeki politik aktivistlerin, hangi nedenlerle olursa olsun ülke dışına çıkmış ya da çıkarılmış olan ve ülke dışında çalışmalara katılan müttefiklerinin gelecekteki konumlarının ne olacağına yönelik önerilerini programa alarak yansıtması önemliydi.

Ne var ki bu konuda HDP’li İttifak’ın Seçim Programı’nda ciddi bir belirleme görememek, göç topraklarında yaşamak zorunda bırakılan halklar, devrimci-demokrat bireyler ve hangi içerikte olursa olsun ülke dışında yaşamak zorunda bırakılanlara yönelik perspektifi belirgin olarak yer almalı idi.

Geçmişte ÖDP zamanında benzeri bir eksiklik yaşamıştık. Ve bu partiye bu eksiklik bildirildiğinde hemen özeleştirisi yapılmış ve bununla birlikte, yapıcı bir öneri iletilmişti; Avrupa ÖDP Yönetici Organı’ndan Yurtdışı Talepleri istenmiş ve işlenmişti.

Geçmişte Avrupa Barış ve Demokrasi Meclisi’nin (ABDEM) Avrupa’da faaliyet sürdüren birtakım Ermeniler, Rum-Pontuslular, Kürtler, Süryani-Asuri-Keldani’ler, Lazlar ve Çerkezler, Ezidiler vb. halklar ve inanç gruplarının istemleri sürgün kurumlarıyla ilişkilenerek, onlardan da destek alarak Yurtdışı talepleri ortak belirlenmiş ve iletilmişti. 

Biliyoruz ki, demokratik işleyiş içerisinde Avrupa’da yaşayan demokratik grup ya da örgütsel yapıların Türkiye’de yapılacak seçimlerden beklentilerini öğrenip, çözümlere ilişkin formülasyonlar geliştirmek demokrasi ve özgürlük savunucusu HDP’nin ve ittifakı oluşturan sol-sosyalist partilerin temel ilkelerinden biridir. Bir seçim arifesinde böylesi eksikliklerin olabileceğini kabul etmek zor olmasa da, bunun çok hızlı olarak fark edilerek giderilmemesini kabul etmek mümkün değildir.

HDP ve ittifakı oluşturan sol-sosyalist partiler bu eksikliği en kısa zamanda gidermelidir. Zira belki de sürecin yoğunluğu nedeniyle ortaya çıkan bu eksiklik, söz konusu alanda başından beri TBMM’de en fazla soru önergesi veren; halklar ve inançlar bağlamında en geniş yelpazeyi partiye katılımcı olarak kabul eden siyasal bir partinin sırf bu eksikliğinden dolayı yanlış yorumlanmasına da neden olabilecek öneme sahiptir.

Ve biliyoruz ki, HDP bu seçimlerde geleceğin siyasal kuruluşunu belirleyen temel güç olacaktır. Zira onun en belirgin özelliği çok renkliliğin savunucusu olmasındandır. Açıktır ki bu ilke onu diğer partilerin bütününden ayıran rengidir. Yanlış bir adım, onu geleceğin umudu yapmaktan uzaklaştıracak bir olumsuz etkiye de dönüşebilir. Çünkü biliyoruz ki, toplumların en sıkıntılı anlarında çözüm umutlarını etkileyebilecek en ufak bir kuşku, geleceği bütünüyle kaybetme korkusuyla şiddetli tepkilere neden olabilir. Çünkü böylesi bir algı, son umutların tükendiği andır.

Bir seçimde ittifaklar elbette önemlidir. Ama faşist İyi Parti’nin Halkların partisi olan HDP ve ittifakları olan sol-sosyalist partilerden uzak durma hassasiyeti onun açısından haklıdır ve bu hassasiyetin kendisi bağlamında HDP ittifakı için de doğru bir tavır olması gerekir. Biliyoruz ki hiçbir faşist parti demokrasinin kalıcı dostu olamaz. Bu nedenle, HDP ve bütünüyle ittifak, konumunu zedelememek için CHP ve altılı masanın faşistleriyle bir fiili ittifak kurmak yerine, dışında kalarak, kendi taleplerini dayatmalıdır. Açıkçası şudur ki, hangi çizgide olurlarsa olsunlar var olan halleriyle birkaç sol parti ve HDP o topraklarda özgürlükçü-katılımcı-çoğulcu demokrasinin doğuya da ışık saçan yıldızı olacaktır.

Kalbimize tekrar tekrar taş basma ihtiyacı duymadan, gelinen noktanın bir zaferin müjdecisi olduğunu görmek gerekir.


[1] Mehmet Tanju Akad. Osmanlı Devletinde Suistimal. Tarih Dergisi. Ocak 2018. https://tarihdergi.com/osmanli-devletinde-suistimal/


İ. Metin Ayçiçek – 29.09.2022

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑