Yazarlar

Published on Temmuz 20th, 2020

0

Faşizm, liderlik ve suikast – Hüseyin Şenol


20 Temmuz 1944’teki Hitler’e suikast ve darbe girişiminin, Erdoğan ve Türkiye örneği üzerinden bize hatırlattıkları...

Tam 76 yıl oldu, Hitler’e suikast girişimin üzerinden geçeli. 20 Temmuz 1944’te Almanya’da Adolf Hitler’e yönelik yapılan suikast ve darbe girişiminin kahramanı Stauffenberg’tir. Claus Schenk Graf von Stauffenberg’in bombayı yerleştirdiği Hitler’in karargahlarından biri olan Wolfsschanze’deki (Kurdun ini) eylemi ve darbeyi organize eden “girişim” içerisinde ordu, bürokrasi ve devletin diğer birçok katmanından kişiler de yer alıyordu.

Aslında tekelci kapitalizmin “diğerleriydi” bunlar…

Tarihte, devletin kontrolündeki faşist hareket, parti ve liderin de dizginlenemediği, yani dizginlerinden boşaldığı dönemler de olmuştur ve olmaktadır.

            Bir faşistin ölmemesine, diğer bir faşist vesile oluyordu, bu tarihte. Karargaha yarım saat önce gelmesi Hitler’i olası ölümden de kurtarmıştı. Hitler’in durum değerlendirmesi toplantısını yarım saat öne almasının nedeni, o gün öğleden sonra faşistdaşı Benito Mussolini’yi karşılama hazırlıklarıydı.

Ölümlerin ve yıkımların özellikle bu tarihten sonra daha da yoğunlaştığı düşünülürse, gerçekleşmesi halinde suikast ve devamında darbenin ortaya çıkaracağı “değişimi” öngörmek hiç de zor olmasa gerek. Bu değişimin yaratacağı durumda, halklara ne düşerdi o da başka mesele.

Şurası kesin; Hitler faşizmi gibi, diğer faşist diktatörlükler de bir çılgının marifeti olarak görülemez ve görülmemeli, ama faşizmde liderliğin önemi de yadsınmamalıdır. Faşist Erdoğan da “faşist bir lider” olarak, faşizmin olası devlet olarak kurumsallaşmasında, tekelci kapitalizmin devleti faşist diktatörlükle yönetmesinde, tek olmasa da önemli bir etken ve hatta büyük oranda belirleyici olacaktır. Tabii şunu da görmek gerekiyor; aynı zamanda, ölen faşist lider de faşist diktatörlüğün devamı veya sonlandırılması için de tarihi bir momenttir; hem ortam hem de tekelci burjuvazi için de yeniden karar verilmesi ve belki de “bu beladan” kurtulmak açısından.

15 Temmuz Darbesi

            Egemenlerin kendi iç çelişkilerinin sonucudur aslında 20 Temmuz 1944 Suikast ve Darbe Girişimi. Bir örneğini de daha yakın geçmişte, dört yıl önce 15 Temmuz 2016’da kendi ülkemizde bir kez daha gördük. Erdoğan Darbesi de bunun benzeridir. Bu darbe, diğer önemli çok sayıdaki nedenle birlikte, “asıl” olarak Erdoğan’ın ortağı Fethullah Gülen Hareketi’ne darbesiydi.

Takip edenler bilir; bugün kısa olarak geçtiğim konu üzerine, yani faşizm üzerine sürekli yazıyorum detaylı olarak. Bu konudaki görüşümü, diğer ülke ve kişilerle birlikte, ağırlıklı olarak “Türkiye’de faşizm” ve “Almanya’da faşizm” başlıkları üzerinden örnekleyerek yazıyorum. “Hitler’e suikast ve darbe girişimi” aslında Türkiye’de bulunduğumuz ortamı anlatması açısından önemli bir durum. Bu yazdıklarımdan, kesinlikle AKP’nin Faşist Lideri Tayyip Erdoğan’ın ve ortağı faşist Devlet Bahçeli’nin bir “darbeyle” devrilmelerini istediğim anlamı çıkarılmamalı. Ama onları gönderecek bir halk ayaklanması neden olmasın?

Devlet hala faşistleş(tirile)medi

            Devlet olarak kurumsallaşmasa da, Türkiye’de faşizmin lider(ler)i hazır. Erdoğan hala favori bir “lider”, ama içişleri bakanı Süleyman Soylu ile faşist İYİ Parti’nin lideri Meral Akşener de “faşist devlete” lider olurlar veya oldurulurlar. Vasıfları buna yeter de artar bile.

Lider, diğer alanlar gibi faşizm için çok önemlidir ama, faşizmin ana damarı, iktidarda kalabilmesinin en önemli alanlarından biri de toplumsal onaydır. Türkiye bu durumdan çok uzakta. İyi ki de böyle.

            Yine Şili’de 11 Eylül 1973 Askeri Darbesi, Türkiye’de 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi birer ara rajim devlet biçimleriydi. Faşist diktatörlüğe geçip geçmeyecekleri, birçok etkenle birlikte, özellikle de muhalefetin neyi nasıl yapacağı, yapabileceği ile de çok alakalıydı. Hem Şili’de hem de Türkiye’de bu geçici devlet biçimi olan Askeri Diktatörlüklerin sonrası, yine egemenlerin isteği doğrultusunda gelişti ve faşist diktatörlüğe gerek duyulmadı.

Türkiye’de oligarşik devlet, 12 Eylül’de kurulan Askeri Diktatörlük sonrası faşizan uygulamalarını sürdürmekle birlikte, devleti faşistleştirmeye, yani faşist diktatörlüğe geçmeyi gerekli görmedi. Nedeni mi? Bakın o zamanki hallerimize!

Bana göre de 11 Eylül Darbesi’nin mimarı Augusto Pinochet ve 12 Eylül Darbesi’nin mimarı Kenan Evren birer faşisttiler, ama tek başına onların faşist olması, devletin de otomatikman faşist olması anlamına gelmez. Faşizan uygulamalar farklı, devletin faşistleşmesi ise farklı şeylerdir. Faşizan uygulamalar ile devlet biçimi olarak faşist diktatörlüğü birbirine karıştırmamak gerekiyor.

            20 Temmuz 1944’teki Hitler’e suikast ve darbe girişiminin, Erdoğan ve Türkiye örneği üzerinden bize hatırlattıklarına kısa bir değinmeydi bu. Hitler’e suikast ve darbe girişimi çok daha detaylı okunması gereken bir konu. Anti-faşistler için faşizme karşı mücadelenin nasıl yürütüleceği de önemli olmalıdır.

Faşizm açısından da önemli bir yol ayrımı olan “Faşist liderin” ölümü, öldürülmesi veya darbeyle devrilmesi konusunda daha detaylı yazmaya ve tartışmaya devam…


Hüseyin Şenol – 20.07.2020

Tags: , , , , , , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑