..." /> Evrenin sırlarını çözmek mi, dünyayı değiştirmek mi? | İsmail Göçüm

Makaleler

Published on Mayıs 23rd, 2022

0

Evrenin sırlarını çözmek mi, dünyayı değiştirmek mi? | İsmail Göçüm


Felsefe Eleştirileri – Yorum-

“Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek lazım.” der, büyük filozof.

İnsanlar duyu organlarının algıları ile hareket ettikiklerinden doğal olarak duyarlı ve meraklı varlıklardır. Dolayısı ile doğası gereği insan; görmek, duymak, tatmak, bilmek ve öğrenmek ister. İlk çağ felsefesi böyle bir adımla başlar… Bu durum o gün nasıl estetik gerçekcilik ile özdeşleşmiş ise, bu gün de aynı gerçeklik; insanı insan yapan sosyal yapı alanında; toplumsal, sosyal ve bilimsel olarak yine insanın doğal yaşamında yerini bulmaktadır.

Geçenlerde “Haber Türk” adlı kanalda Fatih Altaylı’nın sunduğu “Teke Tek” proğramında Ege Üniversitesi Felsefe bölümü profesörü sayın Ahmet Arslan ve Pr. Dr. Sayın Celal Şengör konuk olarak yer aldılar.
Konu: benim de ilgi alanım; Bilim, Din, Felsefe…

3 saat boyunca felsefe içerikli konuşmaları ilgi ile izledim. Fakat; Ahmet Arslan’ın konuşmasının son sözleri, 3 saatlik proğramın üzerine bir bomba gibi düştü. Böylece, program felsefe adına darmadağın oldu: Şöyle ki; Ahmet Arslan, konuşmasını Karl Marx’a bağlayarak; “Filozofların dünyayı açıklamaları yetmez, asıl değiştirmeleri gerektiği” sözüne atıfta bulunarak bu konunun flozofların işi olmadığını; dolayısı ile;

“bu iş de başkalarının uğraşı alanı olsun.” gibi, absürt bir cümle ile proğramı şaibeli bir dille kapatmış oldu. Böylece konunun bütün yükünü izleyicilerin üstüne yıkarak, aradan felsefe adına hiç te uygun olmayan bir dille sıyrılıp çıktı.

Eğer mümkün olsaydı, Ahmet hocaya, felsefe adına şunları sormak ve söylemek isterdim: “siz acaba gerçek bir felsefeci misiniz? yoksa, her gücün huyuna giden bir düzendaş felsefe hocası mı? Araya “bir de Marx eleştirisi sıkıştırayım” derken, felsefenin gözünü çıkarmak niye?
Karl Marx, felsefeyi incelerken tarihsel diyalektiği hiç bir zaman gözardı etmemiştir. Aksine bir burjuva aydını olarak içinden geldiği toplumun çelişkilerine karşı bayrak kaldırarak, çağın karanlığınakarşı savaş açmıştır. İşte bu nedenle Marx’ist felsefenin bilimsel temeli tarihsel diyalektik metaryalizme dayanır. Dolayısı il Marx bir durumda değil, hemen her durumda, flozofların asıl maksadının “dünyayı değiştirmek” düşüncesi olması gerektiğini anlamlı bir dille, doğanın yapısının insanın sosyal yapısı ile uyumluluk taşıdığını bilimsel yasalar çerçevesinde açıklama gereği duymuştur.

Marxist felsefe düşüncesinin esas temeli insan-doğa hedeflidir. Doğayı doğa olaylarını, evreni, evrenin gelişim yapısını insan odaklı, insan beyninin evrimsel süreci içinde, toplumların gelişim çizgisi ile birlikte ele almadığınızda felsefenin hiç bir anlamı kalmaz. Burada Marxist düşünce felsefesinin bilimsel maddi bir temelinin olduğu ve bu temelin de esasta insanın, doğanın yasalarına karşı çaresizkiğini değil, doğa yasalarını anlayarak, çözerek, insanın daha rahat ve huzurlu yaşamasını kolaylaştıracak ve insanlığın daha kaliteli bir ekonomik refahla yaşamasını sürdürecek temellere dayanır. Bu da, bu günkü koşullarda insanlığın toplumsal süreçte -doğal yasaların dışındaki- en temel çelişkisi; emek ve sermaye arasındaki çeişkidir. Bu nedenle Marx, Fridrich Engels’in yardımları ile “KAPİTAL”i kaleme almıştır. Bütü bu düşüncelerinin temelini Komünist Manifesto ile taçlandırmıştır. İşte bu yüzden Marxist felsefe, üretim araçlarını devletin otoriter yapısını elinde bulunduran -özel mülkiyet sahibi- burjuvazinin ve insanın özgür iradesi üzerinde tekel oluşturan kilisenin korkulu rüyası olmuştur. Burada felsefenin özgürleşmesini, burjuva idealizminin köleciliğinden kurtulmasını tarihsel diyalektik açıdan insanın özgürleşmesi ile mümkün olacağını savunur. Marxist felsefenin sosyolojik temelinin insan olduğu, dolayısı ile insanın devinim yasalarının içinden geçerek, yani devrimsel bir süreçten geçerek; toplumsal, ekonomik, sosyal açıdan ayakları yere basan bir değişim sentezine ulaşması gerektiğine dayanır.. Bu eksende Ahmet Arslan’ın -bir felsefeci olarak- Karl Marx’ın doğa, bilim, insan olgusunu bir bütün olarak ele aldığını göremeyecek kadar aptalca bir düşünceye sahip olduğuna -kesinlikle- inanmıyorum.

Diğer  yandan Ahmet Arslan’ın felsefe anlayışında; “Platonculuk ile Aristo’culuk arasında bir yerde duruyorum.” demekle neyi kastettıği de anlaşılabilmiş değildir. Platonculuk idealist felsefenin temelini, Aristoteles’in ise tam tersi günümüzde metaryalist felsefenin temel taşlarını oluştururken, birbirine zıt iki anlayışa sahip biri olmak nasıl bir felsefi düşünce yaklaşımı; yine anlaşılabilmiş değildir.

Bu nedenle Ahmet Arslan’a, Aristoteles’in öne sürdüğü; “köleliğin kullanım aracı” olduğu tezinin tespitini yeniden hatırlatmak gerekir. Günümüzde modern kapitalist toplumun tüketim toplumuna evrildiği koşullarda meta üretim sektöründe insanın “modern köle” olduğunu savunan Karl Marx tarihi diyalektik düşünerek; hem modern kapitalizmin hem de onun ideolojisi burjuva idealist felsefe anlayışının köküne nasıl dinamit koyduğunun hatırlatılması bile yeterlidir.

Yine buradan hareket ettiğinizde, Aristoteles’in vurguladığı; “kölelik ancak, manifaktörün kendi kendini ürettiği zaman biteceğini” söylemesi, bu tespitin doğruluğunun bu gün Karl Marx’ın “modern kölelik” sözünü -tabiri yerindeyse- iğne deliğinden geçirip bir bedene oturtması, yani komünist toplumun, “sınıfların ortadan kalkmasının, emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkinin sınıflı toplumun kendi kendisini yok etmesi ile mümkün olacağının hatırlatılması kadar doğal bir güzellik olamazdı.

İşte bu yüzden, Aristoteles’in MÖ: 2. y.yılda bunun farkına varması büyük bir dehalıktır. Dolayısı ile MS:18. Y.Yılla birlikte Feodalizmin tasfiyesi ile ortaya çıkan Modern kapitalizmin kendi mezar kazıcısı olan modern köleciliği ortaya çıkardığını tespit eden Karl Marx’ın felsefi dehası da, tarihi diyalektik açıdan hiç te tesadüfü değildir.

Karl Marx’la  devam edelim;

Marx’ın felsefi sisteminin temelinde sadece dünyayı anlamak, algılamak düşüncesi değil bunun da ötesine geçen dünyayı değiştirmek düşüncesi yer almaktadır.

Dolayısı ile Marx’ın; “Filozofların dünyayı tanıması yetmez, asıl görevleri dünyayı değiştirmek olmalıdır.” sözü, Aristoteles’in  o dönemde söyledikleri ile bire bir parellik arzetmektedir. İşte bu yüksek mertebede bir bakış açısına sahip olmak insanı gerçek bir Filozof yapar. Diğer yönlü filozoflar ise, Aristoteles’in sözünü ettiği, ancak içinde yaşadığı düzenin kölesi yapar…

Burada Marx’ın diyalektik tarihsel metaryalist felsefe anlayışının temeli insanı refahı üzerinde şekillendiğini yukarda sıklıkla ifade etmiştim. İdealist felsefenin özü her ne kadar sınıflar üstü bir uzlaşı kültürüne dayalı olarak orta sınıfın demokrasi anlayışı üzerinde şekilleneceği gerçeği üzerine kurulmuş olsa da, burada kapitalist idealizmin devlet kültürü; emek ve sermaye üzerinde yükelen iki sınıflı bir toplum olarak şekillenir.

Modern kölelik ve ideal yönetim (burjuvazi). Kapitalist modern çağın bu yapısını doğru analist eden bir filozof, aynı zamanda da bir burjuva aydını -ekonomist- olan Karl Marx, kapitalist modern çağın, modern kölelik ve burjuva diktatörlüğüne dayandığı tezini “Artı Değer”.teorisi ile taçlandırarak; ancak bu modern kölelik zincirinin kırılması, bu köleliği ortaya çıkaran burjuva diktatörlüğü koşullarının ortadan kaldırılması ile mümkün olacağını -net bir biçimde ortaya koyarken- dolayısı ile sınıf mücadelesinin önemini vurgulamıştır.

Marx’ın ekonomi alanındaki çalışmaları, günümüzde işçi sınıfının emek savaşımı, emek-sermaye çelişkisini ve bunları takip eden Leninist sosyalist ekonomi modeli. Sınıfsız tolum kuramı gibi kavramlar bütünüyle tarihs diyalektik materyalist felsefenin temel yapısı çerçevesinde oluştu.

1845 te Fridrich Engels ile birlikte temellendirdikleri Komünist Manifesto’da; “bütün ülkelerin işçileri birleşin” derken, asıl olarak insanın ve toplumların refahı, emeğin ve insanın özgürleşmesini öne çıkardılar. İşte burada Marks’ın, filozofların asıl görevinin; “dünyayı sadece açıklamak değil, değiştirmek” olduğunu açıkça ortaya koymaları, tam da felsefe taşlarının toplumsal, ekonomik ve pratik yaşam gerçekliği ile yerli yerine oturtulduğunu göstermiştir.

Burjuva idealist felsefe anlayışının iddiasının aksine; Tarihi Diyalektik Felsefe anlayışının dini hedef alan, doğrudan hiç bir ilgisinin olmadığı aşikardır. Asıl gerçek olan, burjuva idealizminin maddi köklerinin, feodalizmin ortadan kaldırılması ve din üzerinde yükselen kilise yönetiminin tasfiyesi ve dinsel törelerin kölelik zincirinin sarmal halkaları haline getirilerek burjuva kapitalist sömürü sisteminin emekçi sınıflar üzerindeki -mutlak kölelik- hakimiyetinin sürekliliğini sağlamak amaçlıdır. 

Dikkat edilirse; Komünist Manifesto’yu açıp okuduğunuzda dinin ve inanç kültürünün tasfiyesi üzerine -doğrudan- hiç bir açıklama bulunmamaktadır. Aksine bu yönlü bir soru Fridrich Engels’e yönlendirildiğinde; “Komünist Manifesto’da dini hedef alan doğrudan bir maddesinin söz konusu olmadığı” açıklamasını duymuşlardır.. asıl gerçeklik  bütün ezilen sınıf ve katmanların üretim sonrası ortaya çıkan gerçek refahtan eşit pay almaları üzerinde bir sınıf savaşı olduğuna vurgu yapılmış; din ve inanç kültürüne yönelik hiç bir söz geçmemiştir…

Bu konuda temel oluşturan Komünist Manifesto’ya bakalım:

“Komünist devrim(sosyalist devrim. ig), geleneksel mülkiyet ilişkilerinden en köklü kopuştur. Onun gelişme sürecinde geleneksel düşüncelerden de en radikal kopuşun yaşanmasında şaşılacak bir şey yoktur.

Ama burjuvaların komünizme olan itirazlarını bir yana bırakalım artık.

Yukarıda gördüğümüz gibi, işçi devriminde atılacak ilk adım, proletaryayı hakim sınıf durumuna yükseltmek, demokrasi savaşını kazanmaktır.

Proletarya, siyasal hakimiyetini, bütün sermayeyi burjuvazinin elinden adım adım söküp almak, bütün üretim araçlarını devletin, yani hakim sınıf olarak örgütlenmiş proletaryanın elinde toplamak ve üretici güçler kitlesini elden geldiğince hızlı bir biçimde artırmak için kullanacaktır. (sosyalist devrim süreci. ig)

Bu, elbette başlangıçta mülkiyet haklarına ve burjuva üretim ilişkilerine despotça müdahaleler aracılığıyla, dolayısıyla ekonomik bakımdan yetersiz ve zayıf gibi görünen ama hareketin süreci içinde kendini aşan ve bütün üretim biçimini dönüştürmek için gerekli ve kaçınılmaz önlemlerle gerçekleştirilebilir.(sosyalist devrim sürecinde devletin rolü. ig)

Bu önlemler doğal olarak her ülkede farklı olacaktır. (demokratik devrimin görevlerini üstlenen sosyalist devrim. ig)

Ama gene de, aşağıdaki önlemler, en ileri ülkelerde çok genel olarak uygulanabilecektir. (Sosyalist Devrim Sürecinde devletin rolü. ig)

1. Toprak mülkiyetinin kamulaştırılması ve toprak rantının devlet harcamaları için kullanılması.

2. Ağır bir müterakki vergi konulması.

3. Miras hakkının kaldırılması.

4. Ülkeden ayrılıp başka ülkelere göç edenlerin ve asilerin mülküne el konulması.

5. Devlet sermayesi ile işletilen ve tam bir tekel uygulayan bir ulusal banka aracılığıyla, kredilerin devlet elinde merkezileştirilmesi.

6. Ulaşımın devlet elinde merkezileştirilmesi.

7. Ulusal fabrikaların ve üretim araçlarının çoğaltılması, kolektif bir plan uyarınca toprakların ekime açılması ve ıslah edilmesi.

8. Herkes için eşit çalışma yükümlülüğü. Özellikle tarım alanında sanayi ordularının kurulması.

9. Tarım ile sanayi işletmesinin birleştirilmesi, kent ile köy arasındaki karşıtlığın giderek ortadan kaldırılması.

10. Bütün çocuklar için devlet okullarında parasız eğitim. Bugünkü biçimiyle çocukların fabrikada çalışmasına son verilmesi. Eğitimin maddi üretimle birleştirilmesi vb.”

Yukarıda’da Komünist Manifesto asıl metninden aktarıldığı gibi, burjuva sınıfının yokuluş süreci, kendi yarattığı işçi sınıfının iktidarından olacaktır.  Dolayısı ile din üzerinden kitleler arasında kafa karışıklığı yaratmak, iktidarı kaybetme korkusu içinde olan burjuva diktatörlüğünün Ali Cengiz oyunundan başka birşey değildir.

Din, idealist felsefenin bir yan ürünüdür. Bundan dolayı devletin insan üzerinde hegemonya kurmasında bir egemenlik aygıtı oluşurur.. Bu açıdan, din sorunu Marksist felsefenin, sosyalist ideolojinin bir sorunu değil, aksine idealist felsefenin, kapitalizmin bir kamburudur. Dolayısıyla; dinin özgürleşmesi, idealist felsefenin kendini tasfiye etmesi ile mümkündür. Yine bu özgürleşme, kapitalizmin dolayısı ile devletin kendi kendisini tasfiyesine dayalıdır…


İsmail Göçüm – 23.05.2022

Tags:


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑