Makaleler

Published on Nisan 5th, 2021

0

Bir garip Orhan Pamuk! – Sinan Öztürk


Yazının başlığı ve “Orhan Pamuk rahatsızlığı”, “Orhan Pamuk kompleksi”, “Orhan Pamuk’ta beni rahatsız edenler”, “Edebiyat değişmez mi?” gibi ara başlıklar bile, Sinan Öztürk’ün değerlendirmesinin çok farklı bir içerikte olduğunun ipuçlarını veriyor…

Orhan Pamuk, sadece kitaplarıyla değil, ona karşı sevgisizlikle de uzun yıllardır gündemde. Bu yazıda Pamuk’un kitaplarına değil, ona karşı sürdürülen “sevgisizlik” kampanyasına değineceğim.

Son romanı “Veba Geceleri”yle tekrar gündeme gelen Nobel ödüllü tek yazarımız Pamuk ağzıyla kuş da tutsa Türkiye toplumunun oldukça büyük bir kesiminde adeta “Persona non grata”, yani “istenmeyen kişi” pozisyonunda. Onu istemeyenler siyasal yelpazeye bakacak olursak her kesime dağılmış durumda. Laikler, muhafazakarlar, milliyetçiler ve hatta sosyalist solun hatırı sayılır bir kesiminden oy alamayacak bir durumda Pamuk.

Nobel Ödülü’nü aldığını, beni telefonla arayan bir arkadaşımdan öğrenmiştim. Haberi duyduğumda çok sevinmiştim. Birçok açıdandı bu sevincim. Türkiyeli bir yazar ilk kez bu ödülü alıyordu. Bu ödül Türkçe edebiyat için çok önemli bir ödüldü. İkinci olarak Orhan Pamuk benim de çok değer verdiğim, beğendiğim bir yazardı. Bu sevincime gölge düşüren tek bir şey olmuştu: Neden Yaşar Kemal değil de Orhan Pamuk? Açıkçası benim gönlümde yatan ve bana göre o ödülü ilk önce hak eden Yaşar Kemal olmalıydı. Orhan Pamuk da elbette ilerleyen dönemlerde bu ödülü alması gereken bir romancıydı benim için. Üniversitedeki işimden ayrılırken üç Alman iş arkadaşıma hediye almıştım. Aldığım hediyelerin hepsi de Orhan Pamuk’un Almancaya çevrilmiş kitaplarıydı. Bu aynı zamanda benim gibi yurtdışında hele de ülkenin her şeyiyle küçümsendiği Almanya’da yaşayanlar için çok daha önemliydi. Alman dostlarıma işten ayrılırken Pamuk’un kitaplarını gururla vermiştim. Bu masum burukluğu ve içimden geçenleri bir tarafa bırakalım.         

Orhan Pamuk rahatsızlığı

Türkiye’de Orhan Pamuk’la ilgili sevgisizlik, onu beğenmeme, hatta onu önemli bir yazar olarak görmemenin kendimce gördüğüm nedenlerine değinmek istiyorum.

Herkesin çok bildiği cümlelerdir: “Orhan Pamuk’un kitaplarını okuyamıyorum!” “Bir iki kitabına başladım ama bitiremedim.” “ Adam Türkçeyi kullanamıyor, hatta bilmiyor!.” Bu serzenişler kitaplarıyla ilgili. Ve her ne hikmetse en çok da onun kitaplarını okumayanlarca eleştirildi.

Orhan Pamuk 80’lerle birlikte hayatımıza girdi ve bana göre çok da sağlam girdi. Roman algımızı oldukça etkiledi ve bana göre epey de yükseltti. Farklı konular, konuları ele alış biçimi, her romanına bir sarraf inceliğinde yaklaşması, romanlarında alışık olmadığımız derecede ansiklopedik yoğunluğun çok belirgin halde olması, “elit” sayılabilecek bir çevreden hayatımıza sızan yeni bir soluk olması nedeniyle var olan edebiyat algısı açısından neredeyse “yukardan” gelen bir sesti.

Hiç unutmam, otuz yıl evvel elimde “Cevdet Bey ve Oğulları” yla girdiğim sosyalist bir dernekte romanı elimde görenlerin bana takındıkları alaycı tutum hala aklımdadır. Orhan Pamuk da kimmiş? Devrim için, sosyalizm için ne yapmış? Nişantaşı edebiyatına ihtiyacımız yok! gibi benzer alaycı ve aşağılayıcı yaklaşımlarla karşılaşmıştım.

Orhan Pamuk rahatsızlığının bir başka nedeni de Ermeniler ve Kürtlerle ilgili söylediği sözlerdi. Bu konular resmi tarih açısından hep “bizim menfaatimize bizi koruyan!” konular olduğu için Pamuk’un söyledikleri ona yürütülen linç kampanyalarının bir başka boyutuna daha taşınmış oldu. O artık “oldukça öteki” biriydi. Bir “yabancı”ydı. Ülkesini arkadan “hançerlemişti!”. Artık kitaplarıyla değil, siyasal bakışıyla yargılanıyordu. 1994 yılında İstanbul’da bombalanan Özgür Gündem gazetesiyle dayanışma göstermek için İstiklal’de elinde gazeteyle görüyoruz Pamuk’u. Bu görüntüler de onun ötekileştirilmesi için çok geçerli nedenlerden.

Orhan Pamuk kompleksi

Pamuk’un millyetçiler ve muhafazakarlarca sevilmemesini bir yere kadar anlayabiliyorum. Bunun dışında kalanlarında onu sevmesi gerekmiyor, ancak ona karşı sürdürülen kampanyalarda eleştirilmesinin nedenlerinden en önemlisi olarak “Orhan Pamuk kompleksi!” görüyorum. Ülkemizdeki çok sayıda edebiyatçının, romancının bile Orhan Pamuk kompleksi olduğunu düşünüyorum. Oysa kaçı onun yerinde olmayı istemezdi? O adeta başka bir mahalleden edebiyata girip, oradaki yargıları, algıları değiştirmişti. Durum böyle olunca da elbette sevilmeyecekti. Sevilmemesinin elbette kendileri açısından çok nedenleri olacaktı. Sen kalk dışardan mahalleye gel, romanlarınla edebiyat dünyasını salla, birçok taşın yerini değiştir, çok sayıda uluslararası ödül al, kitapların çok sayıda dile çevrilsin, hele bir de git Nobel’i al, sonra Amerika’da edebiyat dersleri ver, üzerine çok konuşulan bir yazar ol, elbette çok sevilmeyi bekleyemezsin!

Orhan Pamuk’ta beni rahatsız edenler

Bir yazarın Nobel alması, kitaplarının çok sayıda yabancı dile çevrilmesi onun çok iyi bir yazar olduğunu gösterir mi? Bu soruya “evet” diyemem elbette. Futboldaki endüstriyelleşmenin hayatın birçok diğer alanlarına da sızmadığını düşünemem. Belki de bu nedenlerden dolayı Orhan Pamuk’un “Masumiyet Müzesi” okumadığım tek kitabıdır. Okumama nedenim şuydu: Kitap daha piyasaya çıkmadan epey bir süre önce gölgesiyle vitrinleri  doldurmuştu. Çıkmamış kitap üzerine yazılar, reklamlar, bu kitabı okumalısınız gibi dayatmalar neticesinde bir tavır olarak o kitabını okumamıştım. Ayrıca İstanbul’daki büyük panolarda günlerce kitabının reklamının yapılması beni Pamuk’la ilgili en çok geri tutan nedenlerden olmuştur. Neyse ki kitaplarını genelde çıkış sıralamalarına göre okuduğumdan yazdıkları hakkında epey bilgi sahibi olmuştum. Burada şöyle bir yaklaşım gündeme gelebilir: Yazarlar da kendi eserlerinin tanıtımı için klasik reklam ve pazarlama yöntemlerini kullanabilirler. En azından kendi ülkemizde buna alışık olmadığımızdan daha doğmamış kitapların toplumsal bilinçaltına sokulma çabası gibi pazarlama (yönlendirme) çalışmaları gözüme çok battı ve rahatsız etti. Benzer yönlendirme yöntemleri özellikle Elif Şafak için de yaplımıştı. Güneri Civaoğlu’nun o dönemlerdeki bir yazısına göre (kendisi de katılmış bu görüşmelere) Şafak’ın “Baba ve Piç” kitabının sadece kapağı üzerine daha çıkmadan evvel on-on beş hatırı sayılır gazeteci eleştirmen vs.nin bir araya gelip günlerce düşünmesi ve tartışmasından sonra karar verilmiş olması da beni oldukça rahatsız etmişti.

Edebiyat değişmez mi?

Elbette isteyen ürününü istediği gibi sergiler. Bu kimseyi bağlamaz. Ancak söz konusu edebiyat olunca, belki de alıştığımız için bu tür tanıtım kampanyalarından rahatsız oldum. Edebiyat eski edebiyat değil, öyle de kalamazdı. Okur da eski okur değil. Rus klasiklerinin yazıldığı dönemlerde yaşamıyoruz artık. Değişen dünya, edebiyatı da okuru da değiştirdi. Bu açıdan bakıldığında edebiyatın da bir “endüstriyelleşme” alanına girdiği söylenebilir. Rekabet duygusu yaygınlaştı. “Büyük!” yayınevleri kitaplarını okurlara daha kolay ulaştırabilirken, bunların dışında kalanlar zorlanıyor. Edebiyatın içine de “ticaret”in girmesi, yayınevlerinin “okunabilecek ya da okunması gereken” değil “satılabilecek” kitaplara yoğunlaşması yazanları da buna yönlendiriyor. Edebiyatın kalitesi düştükçe okurunda kalitesi düşüyor. Beni her ne kadar bu zincirleme reaksiyon rahatsız etse de, piyasa, edebiyatı da kendi kuralları içinde yönlendiriyor.

Tüm bunlara rağmen, Orhan Pamuk da piyasanın kuralları arasına “sıkıştırılmış!” olsa da bence o piyasadan da daha büyük bir yazardır. Ona sadece piyasanın ürünü olarak bakmak büyük haksızlıktır. Kitapları ortadadır. Ve onun kitapları üzerine konuşmak en çok onu okumuş olanların hakkı olmalıdır diye düşünüyorum.


Sinan Öztürk – 05.04.2021

Tags: ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑