Makaleler

Published on Aralık 31st, 2021

0

Belki acılı, belki sancılı ama emin adımlarla; eskiye vurup, yeniyi inşa edeceğiz! | Hülya Onur


Doğru zayıf kalırsa, yanlış yaşam hakkını kolayca elde eder…

Zaman denilen döngü tüm hızıyla ilerliyor. Bu ilerlemenin bir ucu acılı, sancılı olurken, diğer yanı umuda daha çok yaklaşmanın azmiyle dolu bir şekilde iyiye,güzele,paylaşıma, özgünlüğe ve ama illa da özgürlüğe inatla ilerliyor. 

 “Tarih tekerrürden ibarettir.” statükoculuğunu dayatanlara inat, “Tarihten dersler çıkarılabilir ama tarihin tekerleği geri döndürülemez.” doğrusuna daha sıkı sarılarak yeniden ve yeniden yazılarak dünya halklarına o tarihi yazacak olanın kendileri olduğunu hatırlatıyor bize tarih. Nice tarihlere imza atmadı ki ezilenler. Adına dünya denilen evrenin her parçasında, nice tekerlekleri ileriye doğru sürerek ilerlemenin motor gücü oldu insanlık. Ama tüm toplumların motor gücü kadında kilitlenmiş, kadının gelişimine göre ilerlemiş ya da statükoyu koruyarak gerici bir konumda kalmıştır. Dolayısıyla insanlık tarihinin en önemli öznesi kadın olmuş,  erkeklerin tarihi kadına rağmen, kendileri için ve kendi istedikleri gibi yazmaları gelinen süreçte daha fazla ters yüz edilerek, kadın kendi mücadele tarihini kendi yazmaya başlamıştır. İnsanlık tarihi diyerek,kadının tarihsel devinim ve dönüşümlerdeki yeri ve önemi yadsınıp, emekleri üzerine konan erkeğe artık “dur” demeyi, hakkını aramayı, hakkı olanı almayı öğrenmiştir kadın. 

“İnsanlık ” genel bir belirleme olsa da burada ezilenleri, yaşamın gidişini daha güzele, yaşanılası bir dünyaya çevirmek isteyenleri kastettiğimiz açık. 

Özel mülkiyet ve kar hırsıyla yüzyıllardır emeği, bedeni,kimliği  sömürerek serpilenlerin insan ve insani değerler kavramı içinde olamayacağını biliyoruz. 

Çünkü tek başına insanı, canlılar arasındaki farklılığı vurgulayan varlık tanımlaması olarak dahi ele alsak, sömürgeci, asalak, barbar ve insanlığa işlediği zulümleriyle bildiğimiz zalimler,bu kavramı kirlenir duruma getiriyorlar. 

İşte uğurladığımız diğer mücadele dolu yıllar gibi 2021’i de, hangi coğrafya olursa olsun  bu zalimlere karşı insanlığın direniş yılı olarak uğurluyoruz. Yeni bir mücadele ve direniş yılına da merhaba diyoruz. 

Genel olarak giden yılın ne getirip ne götürdüğü değil tabiki  bu yazının amacı. Ama bir nokta var ki, değinmeden geçersek, özelde ve toplumda, kurumlarda ve bilumum örgütsel mekanizmalarda ne yazık ki hakim olan kadın emeğini görünmez kılmış oluruz. Ki,  bu yıllık değerlendirmelerde bolca yapılıyor, adeta kadının adı ya geçmiyor ya da şöyle bir dokunuluveriyor. 

Oysa 2021 yılına sadece ülkemizde değil  pandemi koşullarına rağmen tüm dünyada damga vuran kadınların yükselen birlikte mücadelesi olmuştur.

2021 kadınların, gerek ülkemizde  gerekse de tüm dünyada baskıya, zulme,tacize,tecavüze, katliamlara,savaşlarda acıya, militarizmin caniliğine, ırkçılığa yine çok fazla uğradığı bir yıl olsa da, direnişine hiç tereddüt etmeden devam ettiği, kadınların direnişini, birlikte mücadelesini daha da yükselttiği bir yıl da oldu. Sisteme ve sistemin başta aile denilen kadını cendere altında tutan kurum olmak üzere,her türlü yaptırımlarına karşı,değişik şekillerde üzerimizde hakim kılmaya çalıştığı erk’eğe rağmen… 

Kadınların öfke,direnç ve birlikte örgütlü mücadeleyle karşılık verdiği bir yıl oldu 2021…

İçinden geçtiğimiz bu zorlu  süreçte, yine şiddet,yine tecavüz,savaş,işgalle, yani sınıf düşmanlarımızın çok yönlü saldırılarıyla karşı karşıya kaldık. O kadar çok canımız yandı, o kadar çok güzel insan değişik şiddet türleriyle yaşam hakları ellerinden alındı ki… 

İsimlerin üzerine her dokunduğumuzda aynı acı, aynı öfke, aynı isyanı yaşadık. Katledilme şekilleri, nedenleri ve failleri belli olmasına rağmen çoğunun elini kolunu sallayarak toplumun içine salındığını, ‘iyi’ hallerden, ‘tahrik’ nedeniyle, erkek yargı tarafından nasıl salıverildiklerine tanık oldukça daha bir isyankarlaştık. Zulmü erkek suretiyle ejderha olarak üzerimize salan bu lanet olası sistem, başta tecavüz olmak üzere,her türlü şiddetini her fırsatta iğrençce yaşatarak sesimizi kısmaya, hak ve özgürlüklerimizi kısıtlamaya,yarattığı ‘erk’eklik egosu, kültürü, siyaseti ve ideolojisiyle kadını adeta eritmeye çalıştı 2021’de de.

Beyni bacak arasında çalışan ve dolaşan bir ‘erk’ek prototipi yaratarak, kadını her zamankinden daha çok cinsel obje olarak göstererek ırkçı, faşist, şovenist, cinsiyetçi,militarist söylem, yasa, karar ve uygulamalarıyla, adeta biz kadınları soluk alamayacak hale getirmek istedi. Bir korku dünyası yaratmaya ve bu korku dünyasını da kadının bedeni üzerinden kurmaya çalıştı. Kıyafetine, nereye-kiminle- ne zaman gideceğine, kaç çocuk doğuracağına, doğurup-doğurmayacağına, dolayısıyla rahmini kullanıp-kullanmamasına, okumasına, kürtajına, sevgisine, aşkına, birlikteliğine, inancına, etnik kimliğine, cinsel kimlik ve yönelimine kadar karar verme hakkını kendinde gören sistem sahipleri, şiddetlerini daha da üst boyuta çıkarmak için yarış halinde oldular.

‘Ev kadının dünyası, dünya erkeğin evi’ söylemini, İslami kuralları uygulayarak her geçen gün hayata geçirmeye çalışan zihniyet, annesinin dizinden tahrik olan erillerini yaratırken, 9 yaşındaki çocuklarla evlenilebileceğini söyleyebilecek kadar ileriye gitme cüreti gösterdiler.

Doğru zayıf kalırsa, yanlış yaşam hakkını kolayca elde eder. 

Ve bu yanlış özellikle toplumda ikinci cins olarak görülen, ezilenlerin de ezileni konumunda olan kadını daha fazla vurur, vuruyor da. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Kendi tanıdığımız, yaşadığımız, bildiğimiz coğrafyada yaşatılanlar, dünya  sömürücü sınıfının bir paronaması gibidir adeta.

Sadece bir ay içinde 7 politik tutsağın cansız bedeni çıktı zindanlardan. Garibe Gezer dirençli bir devrimci kadın olduğu için cinsel şiddete uğradı, işkence gördü ve bilinçli bir şekilde katledildi. 

HDP bürosunda Deniz Poyraz’ı katleden caninin devlet tarafından Suriye/Menbiç’te eğitilip, kullanıldığı bilinmesine rağmen kovuşturmaya dahi gerek duyulmaması bir tarafa, mahkeme salonunda gayet rahat tavır sergilemesi,hiç bir pişmanlık duymaması yine faşizmin erk’ek adaletinin katillere sunduğu ‘lütuf ‘ lafından sadece  birisiydi.

Aysel Tuğluk yaşadıklarından ötürü hafızasını yitirmeyle karşı karşıya bırakıldı. 

İçeride uygulanan kötü muamele, keyfi uygulama ,hak gaspları ,sağlık haklarına erişimsizliğin doğurduğu sonuçlar yüzünden onlarca politik tutsak ağır hasta,kimi yaşamını yitirdi ve zindanlarda kalamayacak durumda olmalarına rağmen zindanlarda tutulmaya devam edildiler.

Açlık, sefalet, hayat pahalılığı her geçen gün artarak katlandı.

Kadına yönelik, şiddet, taciz,tecavüz, katledilmelerde artış devam ederken, erk’ek adalet erkekleri korumaya devam etti.

Dolayısıyla tüm bu aleyhte olan durumlar özellikle toplumun dinamosu, öznesi olan biz kadınlara bir kez daha neler yapmamız gerektiği noktasında, ciddi görevlerimiz olduğunu gösterdi.

Tek bir çocuğumuza, bir tek kadınımıza ve hangi coğrafyada olursa olsun uygulanan şiddet, yaşam haklarının ellerinden alınması bizim yüreğimizde kor oldu ve biz bu kor’u örgütlü isyana dönüştürmesini de önemli ölçüde  başardık diyebiliriz.

Toplumun çizdiği sınırlar ve sistemin istediği kadın tiplemesine karşı duruş sergilemeyi ve bunu örgütlü ve birlikte başarmaya çalıştık. Erkek-devlet sistematiğinin bize yönelik şiddetini artarak büyütmesinin önüne olanca gücümüzle çıkmaya çalıştık . 

Kadına yönelik şiddet ve kadın kırımları ne yazık ki bu sistem devam ettiği müddetçe var olacak. Bunun bilincindeydik diğer yıllarda olduğu gibi. Ve bu sistemin kadını olmayı reddetmeyi de  devam ettirdik. İçte, dışta, erkeğe ve sisteme karşı kadın bilinci ve duruşunu,iradesini,üretimden gelen örgütlü gücümüzle her gün daha büyüterek, söyleyecek sözümüz, değiştirecek gücümüzün olduğunu gösterdik. Ödediğimiz bedellerin, tecavüze uğrayıp- katledilen bedenlerimizin hesabını daha bilinçli ve kadın yüreğinden kadın yüreğine akarak sormayı ,yaralarımızı birlikte sağaltmayı da öğrendik. 

Katledildik 2021’de de…Hem de çok.. 

Daha fazla katledilmemek için, kendi davamızı kendimiz ve daha fazla sahiplenmemiz gerektiğini öğrendik. Ne yazık ki, kadın kırımlarına karşı gösterdiğimiz tepki, duyduğumuz politik öfke yeterli olamadı ,isyan olup taşamadık belki ama yine de kadınlar sel olup,sokaklara akabildik..

Diğer yandan, yanımızda, içimizde, çevremizde olan erk’ler tarafından uygulanan, belli oranda var olan kadına yönelik değişik şiddet türlerine karşı içimize, içimizdeki erk’e karşı mücadelemizin de kaçınılmaz olduğunun bilinciyle de hareket etmeyi, karma kurumlarda var olan erkek şovenizmine karşı mücadeleyi de mücadelemizin bir parçası olarak gördük. Karma kurum ve örgütlerdeki erk’ek şovenizmine karşı mücadelede tutarlı bir bakış açısı ve sosyal pratik sergilenmediği sürece, dışımızda aradığımız ya da zannettiğimiz şiddetin, içte bizi kemirmeye devam edeceğinin bilinciyle hareket etmeye özen gösterdik.

Dolayısıyla;

Siyasi ve politik olarak cinsiyetçi yaklaşım ve tutumlara karşı cins bilinci eksenli ideolojik mücadele vermenin yanı sıra, kadına,çocuklara ve LBGTİ+ ‘lara yönelik her türlü şiddete karşı öz savunma hakkını da cesaretle savunma ve kullanma hakkımızın olduğunun bilinciyle yol aldık. Hala bir çok kurumun kafasının karışık olduğu, dışında gelişenlere kolayca tavır alan ama içte yaşanan kadına yönelik değişik şiddet türlerinde ,kadının beyanına, yaşadığı şiddete değil ,erkeğin söylemlerine  karalama, yalan ve iftiralarına ‘değer ve önem ‘ veren ama söylemde bolca kadın haklarından dem vuran kurumlara rağmen “kadının beyanı esastır”  ilkesine uygun mücadele hattımızı örmeye çalıştık. 

Toplumda yaygınlaştırılmış ve kanıksatılmış olduğu şekliyle, ‘Çeken çektiğiyle, ölen öldüğü ile kalır’ yanlışı bizim doğrumuz olamazdı. Her şiddetin bir ödentisi olmak zorunda, hesabı kesilmek ve kadınların kızıl sopası erk’in cinsiyetçi, kadını kendine ait mal gibi gören ve istediği gibi kullanacağı aidiyatı kendinde bulan, bu sistemin kendine bahşettiği erk’eklik güvencelerine inatla sarılan ve arasına mesafe koyma derdi olmayan, hele de “hak verilmez alınır” doğrusunu kadının üzerinde kendi egemenliğini devam ettirme ‘hakkı’ gibi kullananlara karşı söyleyecek sözümüz yanında, uygulayacak pratiğimizin de olduğunu önemli oranda gösterdik de.

Kapitalist-emperyalist düzenek ve feodal gerici çarkın, adına adalet denilen mekanizmalarının, ne kadar kadının lehine olduğunu biliyoruz. Erk’ek yargının biz kadınlara yönelik cinsiyetçi, erkeği güvence altına alan kararlarına bir çok taciz, tecavüz, katliam davalarında şahidiz. Dolayısıyla yasaların değiştirilmesi var olanların kadının lehine uygulanması noktasında sistemi zorlayıcı güç olmaya mücadelemizle devam ederken, kadınların kendi kanunları, duruş ve tavırları, öz savunmayı sosyal pratikte kural ve ilke haline getirmeleri önemliydi. Yazıp, çizme, değişik araçlarla teşhir etmenin bir çok şiddet olayında yetersiz olduğunu da görmek durumundaydık. Sözle eylem, teoriyle pratik uyumu kadın çalışmalarının, kadın duruşumuzun can damarı olmasına özen gösterdik. 

Kadınların kadın örgütlerine ve birlikte mücadelesine güven duyması önemli bir yerde dururken, bunun gereklerini de sosyal pratikte yerine getirmek önem taşıyordu. 

Kadının kendini yalnız hissetmesinin, psikolojik travmalar yaşamasının ve en önemlisi her türlü şiddete karşı mücadelenin en önemli ayağı olan ‘kadının beyanı esastır’ ilkesini erkeğin lehine, ‘, erkeğin beyanı esastır’ anlayışına hizmet eden yaklaşımlar doğrultusunda bilinçli ya da bilinçsiz ele alıp yaklaşmak, demokratik-devrimci kurumların da  yaklaşımı olmamalı. Bunları onarmak, kadının lehine tesis etmek görevi ve sorumluluğu sadece kadın kurum ve örgütlerinin değil ,karma kurumların da sorumluluk ve görev alanı dahilindedir.

Ama kadının kurtuluş ve özgürlük mücadelesinde bu ilkeye  yönelik tutarlı bir yol alış aynı zaman da , kadının gücünün birleşmesini, erkek egemen sistematiğe ve erkek şovenizmine karşı kadınların güçlü ve örgütlü çıkışını da beraberinde getirecektir. Bunun için, kadının “Erk’ektir ne yapsa yeridir , erkeğin elinin kiridir” şeklinde küçümsenmesi, ikinci cins görülmesi yanlışına karşı, “Erk’ek, daha fazla şaşırma, kızıl sopayı taşıtma..” sinyalini çok yönlü vermek zorundaydık. Ne kadar başarılı olduk, tartışılabilir belki ama kadınların uzun yıllardan sonra yaşadıkları şiddetleri ve faillerini hiç bir korku ve tereddüte varmadan açıklama cesareti göstermeleri, kadınların birlikte mücadelesinin bir sonucu ve ” Kadın kadının yurdudur.” doğrusuna da güzel bir örnekti.

Hep değiştirip dönüştürme, ‘sabır, güven, sadakat’ , emek vb.gibi erkekte aslında pek az bulunan toplumsal kalıplar kadınlardan istenir.

Bu, toplumun bir adım önünde olan devrimci- sosyalist erkeklerde de özü itibarıyla fazla değişiklik göstermez. Sarılan arguman hep hazırdır: ”Geri bıraktırılmış ülkenin, kadın- erkek ilişkilerinde az ilerlemiş devrimcileriyiz. Değer yargılarını, üzerimizdeki feodaliteyi bir çırpıda atmak kolay olmuyor.” vs.vb. Kadın erkek ilişki ve çelişkilerinde de tüm alanlarda olduğu gibi, kendisine devrimci,sosyalist diyenlerin değişim-dönüşümü ciddi şekilde gerçekleştirmeleri gerektiğini, kadına yaklaşımlarında köklü değişim ve dönüşüme gitmek zorunda olduklarını es geçiyorlar.. Erk’ek kendini erklik ve erillikten kurtarmadığı, sistemle arasına çizgi çekme mücadelesini amansızca yürütmediği  sürece, kadına köstekliğe hak ve özgürlükleri önünde engel olmaya, bir şekilde şiddeti ugulamaya, dolayısıyla ‘düşmanla oturup kalkmaya’ devam edecek ama kendisi de hiç de az olmayan prangalarından kurtulamayacaktır. Sevginin ve hayatı ortaklaştırmanın, özlemi duyulan güzel ve özgür yarınlara ulaşmanın da ertelenmesine neden olacaktır. Kadını özgür olmayan bir toplumun, özgür olamayacağını,dolayısıyla da kendilerinin özgürlüğünün de kadınların özgürlüğünden geçtiğini erkeklerin artık anlaması gerekmektedir.. Bizim özgür olmadığımız hiç bir yerde erk’ek özgür olamayacaktır. Erk’lik sarmalından kurtulmak ise erkeklerin kendi ellerindedir. 

Dolayısıyla yeni bir mücadele yılına daha girerken , bir kez daha hatırlatalım ve hatırlayalım ki; erk’e, cinsiyetçi bakış açısı, yaklaşım ve tutumlara, erk’ek egemenliğine, ataerkiye,eril dil ve söylemlere karşı cins bilincini kuşanmak, kadının birlikte mücadelesini ilmik ilmik örmek, yaşadığımız coğrafyalarda gelişen ırkçılığa karşı kadınların anti faşist mücadele ağını geliştirebilmek önemlilik arz etmektedir. Karşı durulması gereken yukarıdaki belirlemeler sadece kavram olmayıp, sosyal yaşantımızda kadınların dahi bilinçli ya da bilinçsiz ama özünde kendini tanımama, cins bilincini içselleştirememeden kaynaklı bu kavramlara karşı sosyal yaşamda mücadelesini yeterince veremediklerini biliyoruz. 

Ezilmişliğinin, ötekileştirilmesinin nedenlerinin en önemlilerinden birisinin, yüzyıllardır sistem olduğu ama bu kapitalist  sistemin  kadının üzerinde  denetim ve hakimiyet kurmasını kendine göre programladığı erkeğin de kadını baskı, sömürü ve özel mülkiyetine almasıyla da ilintili olduğunu ve erkeklerin de bu çarktan nemalandıklarını göremediğimiz sürece, erkeklerin çok iyi kamuflaj olarak kullandıkları”bizde kadın erkek eşittir” söylemi altında emeklerimizin görünmez kılınmaya devam edeceği artık görülmek zorundadır. Sosyal pratik belirleyicidir ve bu belirleyicilikte hala kadınların sevk ve idare etme, karar alma mekanizmalarında az sayıda yer almaları, kadına bakış açısındaki gerilikten, cinsiyetçi bakış açısından kaynaklanmaktadır. 

Daha da ötesi erkeğin kadına uyguladığı bir baskı ve ötekileştirme hâkim demektir. Bunu üst örgütlenmelere doğru çıkıldığında da zaten barizce görmek mümkündür. Kadınlar görünür- görünmez her türlü şiddete karşı mücadele etmedikleri, bunu sesli ve örgütlü dillendirmedikleri sürece örgütlenmelerde bıyıklı ve göbekli erkeklerle yol almaya devam edilecektir. Bu da ‘Kadınsız devrim’in asla gerçekleştirilemeyeceği anlamına gelmektedir. 

Diğer önemli genel bir sorun da,günlük kullandığımız dil de dahi cinsiyetçi söylemlerin cins bilinciyle ne kadar iç içe olduğudur. Dil, sadece bir ulusu yok etmek için kullanılan araç değildir. Aynı zamanda kadının küçümsenmesi, aşağılanması, ötekileştirilmesi, erkeğin eklentisi ve gölgesi durumunda olduğunu da beyinlere kazıyan, siyasi, politik ve ideolojik duruşu topluma zerk etmede kullanılan en önemli araçlardan birisidir de. Bizlerin cinsiyetçi bakış açısından uzak bir  dili ne kadar kullanabildiğimizi de ayrıca irdelemek gerekir.

Evet, insan olmak bir sanattır ve dünden bugüne  bu sanatın baş mimarı da kadın olmuştur, olmaya da devam edecektir. Sorun erkeklerin de şiddetten arınma, kendilerini de insanlıklarına , insani değerlere her geçen gün daha da yabancılaştıran bu sistemle aralarına sınır koyarak, sisteme karşı  mücadelelerini her gün geliştirerek, insan olma sanatının parçaları haline gelebilmeleridir. İşte o zaman her şey çok daha güzel olacaktır. 

Biz kadınlar o güzel ve özgür yarınlara ulaşma mücadelemizde zorluklarla karşılaşıp, engebeli yollardan  geçeceğiz belki ama sadece her yeni yılı değil, şafaktan doğan güneşe her gün merhaba diyeceğimiz günlerin de mücadelemizle geleceğini biliyoruz.

Ve bunu acılı, sancılı da olsa emin adımlarla ilerleyerek gerçekleştirecek,  eskiye dair ne varsa yıkıp, yerine yeniyi inşa edeceğiz. 

2022 bunun köşe taşlarının daha sağlam döşendiği bir yıl olsun diyelim. Ve başta kadınlar olmak üzere  tüm dünya halklarına barış, huzur, sağlık, bolca mücadele ve direnç getirsin. 

İyi ki varız!

İyi ki yıllar bizim lehimize ilerliyor. 

İyi ki gecekondulardan saraylara korku salan direnç gülleri her geçen gün daha kan kırmızı açıyor…


Hülya Onur – 31.12.2021

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑