Makaleler

Published on Aralık 18th, 2020

0

Barbarossa Harekatı… Leningrad Senfonisinin Hikayesi- İsmail Göçüm


Tarihte bu gün:
Tarihler 18 Aralık 1940 gösterirken faşist Hitler rejimi, emrindeki Nazi Ordusu’na tarihin en geniş çaplı askeri harekat emrini verir. Nedeni, kapitalist-emperyalist devletler büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, kolektivizm anlayışı ile hızla ekonomik yükselişe geçen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğidir.

Kapitalizm, egemen sınıfların sömürü düzenin sürekliliğini sağlamak amaçlı; kanlı savaşlar, kirli oyunlar, kinli nesiller, ırkçı, faşist recimler tarihidir.

Kapitalizm; halkları parçalayarak birbirine düşürmüş, halklar arasında ırkçı, faşist ve milliyetçi tohumlar ekmiş, sonradan aralarına onarılması çok zor sınırlar çekmiştir. Bu nedenle kapitalizm, ezilen halkların, sömürülen emekçilerin ortak bir paydada buluştuğu, sınırsız ve sömürüsüz bir Dünya düzeni kurma düşüncesinin en büyük düşmanıdır.

Bu nedenle Leningrad halk direnişi, tarihte Alman faşizminin yenilgisi açısıdan çok büyük bir öneme sahiptir.

Tarihler 18 Aralık 1940 gösterirken faşist Hitler rejimi, emrindeki Nazi Ordusu’na tarihin en geniş çaplı askeri harekat emrini verir. Nedeni, kapitalist-emperyalist devletler büyük ekonomik krizlerle boğuşurken, kolektivizm anlayışı ile hızla ekonomik yükselişe geçen Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğidir. Bu durum, dünyayı yöneten bir avuç büyük sermaye sahibi için çok vahimdir. Tehlike kapitalist emperyalist sistemin kapılarını çalmaktadır. Hedef, bir an önce Sovyetler Birliği boğularak ortadan kaldırılmalıdır!…

Uzun bir süreden beri batıdan saldırması beklenen Nazi orduları, Stalin’in geliştirdiği bir taktik ile Sovyetler Birliğine batısından gelecek saldırıları engellemek için 23 Ağustos 1939 tarihinde Stalin ve Hitler arasında, Baltık cumhuriyetlerine saldırmazlık anlaşması imzalanır. Bu anlaşma gereği, bölgenin güvenliği Sovyet Kızıl ordusuna bırakılır.

Aradan bir Ay geçmeden Alman Nazi orduları Baltık cumhuriyetlerini işgal eder. Yine aynı gün Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğine doğrudan saldırıya geçer.

Nazi ordularının “Barbarossa Harekatı” adı altında başlattığı saldırıyı öğrenen Sovyet halkı Leningrad’ı savunmak için harekete geçer. O günden sonra Kentte olağanüstü günler yaşanmaya başlar.

Önce kültürel varlıkların korunması için özel bir çaba içine girildi. Bununla birlikte Hermitage Müzesi’ndeki 3 milyon üzerindeki tarihi eser sandıklanarak Ural Dağları’na götürülmüştür. Ardından, Kent halkı direnişe geçmeye hazırlanırken, Kent yönetimi de bilim adamları ve sanatçıların kentten ayrılmalarına karar kılar. Sanatçılardan bazıları Kent yönetiminin bu kararına karşı çıkarak kenti terk etmemeye karar verir. İşte bu isimlerden biri ünlü besteci Dmitri Şostakoviç’ tir.

Yazar Sarah Quigley “Orkestra Şefi” adlı kitabında kenti terk etmeme kararının Şostakoviç ile eşi Nina Varzar’ın arasını bile açtığını şöyle yazmıştır.

“Nina” dedi, Şostakoviç:
“Leningrad’dan ayrılmamızı istediğini biliyorum ama; beni anla lütfen. Batan gemiyi terk eden fareler gibi kaçıp gitmek yanlış geliyor bana” demiştir.

Bunun üzerine Nina yüzünü çevirir:

“Bu dediğin benim kulağıma, çocuklarının hayatlarını riske attığın için kendini rahatlatmak üzere bulduğun bir bahane gibi gelmeye başlıyor” demiştir. Bunun üzerine Şostakoviç:

“Bahane mi? bahane mi? Leningrad’ı mahvolmaktan kurtarmanın lanet olası bir bahane sayılacağını pek sanmıyorum!..” diye yanıtlamıştır.

Tarih: 8 Eylül 1941.
Almanlar Leningrad’ı kuşatır…
Hitler, Kent’in düşeceğinden öylesine emindir ki; Kent’in en lüks oteli Hotel Astoria’da zafer onuruna verilecek partiyle ilgili davetiyeleri bile önceden bastırmıştır.

Fakat; ortada onun hiç hesap bile edemediği durumlar vardı. Sovyet halkı… Evet, Sovyet halkı… Kenti savunmak için yüzbinlerce insan faşizme karşı savaşmak için gönüllü partizan olmuştu. Bunlar içinde
Şostakoviç’te vardı. Şostakoviç, önce Kızıl Ordu’ya katılmak ister fakat; sağlık durumu gerekçe gösterilerek kabul edilemez. Bunun üzerine İtfaiyeci olarak görev almaya gönüllü olur. Ders verdiği konservatuvarın damında yangın gözlemciliği yapmaya başlar. Bundan dolayı ona “Dört gözlü yarasa” adını takacaklardı. O bu işi bir çocuğun bile yapabileceğini söyleyerek daha ileri görevlerde yer almak istedi. Sonuçta inatçı ısrarı kabul gördü ve en sonunda onun Milis Teşkilatı’nda görev alabileceği söylendi. Burada görevi savunma siperleri kazmaktı.

Hitler, kuşatmada umduğunu bulamayınca, köpürdükçe köpürüyordu. Ve ordularına 8 Kasım’da nüfusu üç milyonu geçen Leningrad’ı açlığa mahkum etme emrini verir. En alçak bir planla;
*Kentin Su kaynaklarına zehir attırır…
*Yiyecek depolarını bombalattırır…
*Kentin Şeker ihtiyacını karşılayan depoları yaktırır…
* Kente akaryakıt sağlayan bütün akaryakıt depolarını da bombalattırır.

Bunun sonucunda, Leningrad’da kadın ve çocuklar için günlük yiyecek 150 gram ekmeğe kadar geriler. Halk resmen açlığa mahkum edilmiş. Çaresiz kalan halk; Kedi, Köpek, Fare, Kuş ne buluyorsa yemeye başlar.
Kışın etkisi de artınca halk iyice perişan olur.
Hava iyice soğumuş, (eksi) -30° (dereceyi) bulmuştu. Halk, ısınmak için evlerdeki tüm eşyalarını yakma duruma gelmişti. Her şeye rağmen Kent düşmeyince Hitler çıldırma noktasına gelmişti.

Halkın direncini artırmak için, Şostakoviç her fırsat bulduğunda cebinden çıkardığı -neredeyse küçük parmak kadar kalan kurşun kalemi ve bulduğu- kağıt, karton ne bulduysa, nota notları almaya çalışıyor bunları özenle saklıyordu.

İtfaiye gözcülüğü yaparken, atılan bomba ile binlerce ton şekerin bulunduğu Badayev yangınını seyretmekten başka çaresi kalmayınca, bu duruma çok üzülmüştü. Alevlerin yükseldiği depodan kalkan kapkara dumanlar kenti kaplamış ve atılan bombalarla;
-İnsanların ızdıraplı çığlıkları…
-Çaresizlik içindeki insan yardım sesleri… -Çanlar, Megafonlarla bağıran görevliler…
-Hava saldırısını duyuran sirenlerin sesleri…

Şostakoviç’i Leningrad senfonisini yazmayı gerekli hale getirmişti.
Şostakoviç;
-Bu senfonisinde, insanlığın barbarlıkla mücadelesini anlatacaktı.
-Kuşatma altındaki halka umut ve cesaret aşılayacaktı.
Şostakoviç, Senfoni notalarını tamamlamak için olağanüstü çalışıyor, bunun için her fırsatı kullanıyordu.
Rüyasında bile senfoninin notaları ile uğraşır duruma gelmişti. Senfoninin bölümleri tamamladıkça tedirginliği azalacağına, aksine artıyordu; ya başarısız olursa.

Yıl, 1942 olmuş, Nazi ordularının ağır kuşatması hala acımasızca sürüyordu.
Şöyle ki;
Ocak ve Şubatta ayları içinde hemen her gün 7 bin ile 10 bin arasında sivil, ya bombardımanlarda, ya da açlıktan ölüyordu. Şehir içi ulaşım çökmüş; bir yerden bir yere insanlar ekmek alma merkezlerine giderken yolda düşüp can verir duruma gelmişti.
Bazı kaynaklara göre, açlıktan insanlar ölülerini bile yediği söyleniyordu…
Bu ağır koşullarda Şostakoviç, Leningrad Senfonisi’ni bitirmişti. Bitirmişti bitirmesine ama; eseri kim çalacaktı?
Sanatçıların büyük çoğunluğu kentten tahliye edilmiş, bir bölümü de, ağır savaş koşullarında ölmüştü.

Önemli olan halka moral vermek değil miydi!? Elden ele, kulaktan kulağa hemen bir çağrı ulaştırıldı… Müzikten anlayanlardan acilen amatör bir orkestra oluşturuldu. Soğukta çalışmak çok güçtü fakat; soğuktan elleri müzik aletlerini zor tutan bu insanlar zoru zorla aştı… Savaş koşullarında bir tebessüm bile psikolojik olarak insana güç katıyor, hatta savaşı bile uyuşturuyordu. Böylece Senfoninin başarıya ulaşacağı inançı çalışan amatör ruhlarda her geçen gün artıp gelişti..

Tarihler 9 Ağustos 1942’i gösterdiğinde, amatör Leningrad Senfoninin sesi ilk kez radyodan duyuldu. Senfoni Müziğini özellikle kuşatmayı her geçen gün daraltan Alman Nazi askerlerinin duyması, diğer yandan direnişteki Sovyet halkına ve Kızıl Ordu neferlerine ulaştırabilmek için çok güçlü hoparlörler geliştirilerek duyuruldu… Bununla, Sovjet halkları güç ve moral kazanmaya, düşman Nazi orduları ise umutsuzluğa kapılacaktı.

Hemen her gün, sabahtan akşama Radyo’dan, Leningrad Senfoni orkestrası, Leningrad direniş Senfonisi marşını çaldı.
Her yerden duyulan Senfoni müziği halka moral, düşmanı ise sinire boğuyordu.
Herkesin dilinde senfoni müziği mırıltısı duyulur oldu…

Büyük övgü ve moral kaynağı olan senfoniden dolayı Şostakoviç’e Kızıl Bayrak İşçi Nişanı ve Stalin Ödülü verildi.

27 Ocak 1944’te kuşatmadan 872 gün sonra Alman Nazi orduları pes etmiş ve geri çekilmek zorunda bırakılmıştı.
Bu kuşatma sırasında;
-Kızıl Ordu 3 milyon 436 bin 66 neferini yitirdi.
-Sivil halktan 400 bini tahliyeler sırasında ve 642 bini kuşatma sırasında hayatını kaybetti.

Bu nedenle, Leningrad kuşatması bir soykırım olarak kabul edildi.

Bugün popülist Dünya, Hollanda’daki 14 yaşındaki Anne Frank’ın günlüklerini ezbere bilirken, Leningrad’daki 11 yaşındaki Tanya Savicheva’nın günlüklerinden habersizdir.

Tanyanın günlüğünde;
açlıktan önce büyükannesi, ardından amcası, sonra annesi ve kardeşini yitirdiğini yazarken, son not olarak yazdığı sözcük; “Tanya” yazılmış olarak kalır.

Tanyanın son notu buydu, çünkü; kuşatmadan sonra, Tanya ile birlikte bütün ailesi açlıktan ölmüştü.

Nazilerin Sovyetler Birliğine saldırısının bilançosu;
10 milyon 700 bin asker…
11 milyon 400 bin sivil…
Toplam 22 Milyon 1000 binin üzerinde neferini kaybetmiştir. Buna rağmen toparlanan Kızıl Ordu Birlikleri Berlin’e kadar gidip Hitler’i devirmeyi başaran mucizeye imza atmış, bütün dünyayı faşizm belasından kurtarmıştır.

Tarih bu gün, Emperyal-faşizme karşı direnişin zafer eseri ile taçlanmıştı.

Bu başarının altında imzası olan Şostakoviç’in Leningrad Senfonisi ve Stalin’in önderliğindeki, Kızıl Ordu başarısı, hala Almanların içlerine sindiremedikleri en büyük yenilgileridir. Bu gün, bu yüzden özel bir Stalin düşmanlığı Alman medyasının ve Devlet aygıtının en üst perdesinden işlem görmektedir.


İsmail Göçüm – 18.12.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑