Makaleler

Published on Ocak 27th, 2022

0

Avrupa’da dinci-ırkçı, aşırı sağ ve Erdoğan sevgisi | Nihat Veli Yüce


Emekçilerin küresel kardeşlik ve dayanışması küresel sermayenin korkulu rüyasıdır. Küresel sermayenin hizmetkârı bu dinci-ırkçı-faşist güruhların da korkulu rüyasıdır…

Avrupa coğrafyasında Sovyetler Birliği’nin varlığı, batı Avrupa’da vahşi kapitalizmin uygulanması önünde fren görevi görmekteydi. Sosyalizm-kapitalizm ikileminde, kapitalizmin insanlık için en ideal model olduğu sanrısını oluşturmak için kapitalizm paylaşımda daha adil davranmaktaydı. Bu durum doğu bloku halklarının batı kapitalizmine öykünmelerini sağlamakta önemli bir silahtı. Sosyal haklar törpülenmemekte, işçi sendikaları ile uzlaşma da daha istekli davranılmaktaydı. Sovyetlerin çöküşü ile batı Avrupa’da kapitalizm önünde daha insancıl model olarak görünme zorunluluğu kalmadı. Böylece vahşi kapitalizmin gerekleri adım adım devreye sokuldu. İlk adım AB’nin ortak para birimine geçmesi ile atıldı. Özellikle Almanya 1 Euro=2 Mark paritesi ile 4 bin Mark maaşı, 2 bin Euro olarak belirledi. Bütün maaşlar ikiye bölünerek Euroy’a çevrildi. Temel tüketim maddeleri ise esasta, 2 Mark’tan, 2 Euro’ya yuvarlandı. Temel tüketim maddelerinde fiyat etiketleri olduğu gibi kaldı, sadece para birimi değişti. 2 Marklık etiket, 2 Euro’ya evrildi. Bu durum alım gücünü yarı yarıya azalttı. Doğu bloku pazarının açılması, buralara akan batı merkezli sermayenin kârlılık oranının devasa boyutlara ulaşmasını sağladı. Toplumda bir serap etkisi yaratıldı. Her şeyin çok daha güzel olacağı hayali sürekli canlı tutuldu. Batı Avrupa halkları bu hayal aleminde, yaşamın gerçeklerinin yerine ikâme ettikleri hayale kapılmayı daha cazip buldular. Kendi gerçeğini görmek yerine medyanın pompaladığı hayale kapılmak kitleler için daima cazip gelmiştir. Geniş kitleler tarih boyunca, Dünya’nın temel ve en önemli realitesi olan güçlü zengin azınlık ve yoksul emekçi çoğunluk gerçeğini görmek yerine, kendisine sunulan oyuncaklardan haz almayı yeğlemiştir. Klancılık, aşiretçilik, ezbetçilik, dincilik, dinciliğin alt basamakları mezhepçilik, mezhepçiliğinde alt basamağı tarikatçılık,  ulusçuluk-milliyetçilik, siyah, beyaz, sarı, kızıl kafa tasçı, ırkçı renkçilik  gibi oyuncaklarla oynamak her zaman daha cazip gelmiştir. Kendi yoksulluğunun çözümünü, onu yoksullaştıran efendisinin din, milliyet, renk oyuncağına sıkı sıkı sarılarak aşacağını düşünmüştür. Oysa bütün bu silahlar onun silahları değil, efendisinin silahlarıdır ve daima bumerang gibi dönüp yoksulu vurmuştur. Efendisinin ardında hizalanıp, cepheden cepheye koşmanın, efendinin çıkarları için ölmenin en önemli silahı din, milliyet ve renk ayrımınını zihinlerde sürekli canlı tutmak olmuştur. Tanzanya’dan, Ruanda’ya, Sudan’dan, Etyopya’ya, Afganistan’dan, Guatemala’ya, Almanya’dan, ABD’ye, Rusya’dan, Çin’e, Japonya’ya, Türkiye’den, Yunamistan’a bu kural hiç değişmez. En büyük ve doğru din, en büyük ve muhteşem ulus, en görkemli liderlik hep kendilerindedir. En küçüğünden en büyüğüne bütün devletlerin yönetici erki bu hayali topluma satar. Neredeyse ülkenin yarısının tapusuna sahip bir oligark ile çöpten yemek toplayarak çocuklarını doyuran yoksulu aynı gemide oldukları yalanı ile efsunlamanın en önemli silahı din ve miliyet kavramlarıdır. Oysa gerçek bu değildir. Dünya’nın bütün devletlerinin, uluslarının ve dinlerinin zengin azınlığı birlikte, büyük lüks gemide okyanusta ilerlerken, Dünya’nın bütün devletlerinin, uluslarının ve dinlerinin yoksul çoğunluğu ise her tarafından su alan teknede yolculuk yapmaktadırlar. En küçük fırtınada alabora olan daima yoksulların teknesi olmuştur. Zenginlerin devasa lüks gemisi yoluna devam etmiştir. Asla dünyanın zenginleri ile yoksulları aynı gemide olmadılar. Batan daima yoksulların teknesi olmuştur. Asla bu iki kesimin çıkarları aynı olmamıştır. Bu gerçeğin geniş halk kitlelerinin görmemesi için, ağlayan karnı aç çocuğun eline oyuncak vermek gibi, dünyanın zenginleri yoksulların eline din ve ulusçuluk- milliyetçilik gibi iki güzide oyuncak vermişlerdir. Bu oyuncaklar sayesinde aynı gemideyiz yanılsaması oluşturarak, kendi çıkarları için toplumu cepheden cepheye koşturarak, yoksulların bir birini boğazlamasını büyük bir hazla alkışlamışlardır. Yanı başındaki emekçiyi düşman görmeyen birey yönetilemez. Emekçi bireyin yönetilebilmesi için ona oyuncak verip, oyuncağını diğer emekçinin alabileceğine ikna edip, ona düşmanlaştırmak yönetici elit için zorunlu bir görevdir. Aksi halde bir birlerine düşmanlaştırılamayan bireyler arasında dayanışma duyguları gelişir ve yönetici eliti sorgulamaya başlarlar. Gerçeği görmeye daha da yaklaşırlar. Bunun olmaması için emekçi ve yoksul kitlelerin elinde sürekli oyuncak olmalıdır. Yapay sorunlar ve yapay etkinlikler girdabında debelenmesi ve yanındaki emekçi kardeşini boğazlaması zorunludur.

Bu nedenle 11 Eylül komplosu bütün dünya elitleri için bulunmaz bir fırsattı. 11 Eylül komplosu kullanılarak anti-terör yasaları adı altında emekçi yığınların hak arayışlarını terör suçu kapsamına alacak onlarca yasal düzemleme yapıldı.  Kitlelere gösterilen islamcı terör korkusu ile, sıtmaya razı olmaları sağlandı. Ilımlısından, radikaline, silahsızından, silahlısına bir dizi hareket islamcılık adı altında parlatıldı, gizli servislerin yeşil kuşak projesinin önemli ayakları olarak yıllardır besleyip büyüttükleri irili ufaklı bir dizi islamcı hareket, iyiler, kötüler ve daha kötüler olarak tasniflendirilip kimine dost rolü, kimine düşman rolü verilerek yeniden kurgulanıp siyaset sahnesine sürüldüler, yoksullar bu örgütler ve partiler arasında saflaşmaya ve bir birleri ile boğazlaşmaya itildi. Bunun üzerine milliyetçilik cilası da atılınca kalıcı düşmanlığın zemini tamamen olgunlaştırıldı. Şii-Sunni, bu iki ana mezhebin onlarca alt kolları bir birlerini boğazlamaya ve bu boğazlaşmanın etki gücü küresel ölçekte ciddi kırılmalar yaratacak politik sonuçlara evrildi. Batı dünyası islamcı terör korkusunu besleyip büyütürken, topluma sende dinine sahip çık diyerek, toplumun tekrar Hristiyan dininin anaforuna kapılması için geniş bir propaganda ağı ile yüklendi. Hıristiyanlık sever onlarca Hristiyanlık dincilikle harmanlanmış “Ulus sever” ırkçılıkla iç içe geçirilmiş bir dizi irili ufaklı örgüt ve parti mantar gibi türemeye başladı. Batılı devletlerin gizli servislerinin yönlendiriminde, polis teşkilatlarının büyük hoş görüsü ve kollamaları ile bu ırkçı hristiyanist partiler hızla kitleselleşerek parlamentolarda, kimi ülkelerde hükümetlerde yer almaya başladılar. Vahşi kapitalizmin işsiz bıraktığı, yoksullaştırdığı geniş kitlelere böylece hristiyan dünyasında da iki temel oyuncak (din ve milliyet) aktif olarak devreye sokuldu. Vahşi kapitalizmin vahşetini sorgulamak yerine, rengi, dili, dini farklı olan emekçiyi düşman göstermek, bütün sorunların kaynağı olarak sistemin kendisi yerine, göçmen emekçi yığınlar olduğu yanılgısını, gerçeğin yerine koymak, batı toplumlarında da gün geçtikçe daha fazla kabul görmeye başladı. Kimi ülkelerde iç faşistleşme kitlesel boyut kazanırken, kimi ülkelerde henüz marjinal durumda olan bu dinci, ırkçı faşist partiler gün geçtikçe siyaset sahnesinin belirleyeni olmaya doğru hızla ilerlemektedirler.  Bugün Avrupa coğrafyasında öne çıkan dinci-ırkçı faşist örgüt ve partilerin başlıcaları olan aşağıda sıralayabildiklerimiz, bu coğrafyalarda gündem belirleme gücüne ulaşmış durumdadırlar. Klasik biçimsel burjuva demokrasisini dahi reddeden, lider kültüne dayalı dinci faşizmin radikal uygulayıcıları durumundadırlar.

Almanya: Almanya için Alternatif (AfD) partisi
Fransa: Reconquête (Yeniden Fetih) ve Ulusal Cephe partisi
İngiltere: Birleşik Krallık Bağımsızlık Partisi
İtalya: Lega Nord, Forza İtalia ve İtalya’nın Kardeşleri partilerinin oluşturduğu sağ blok, 5 Yıldız Hareketi (M5S)
İspanya: Vox Partisi
Portekiz: Chega Partisi
Hollanda: Özgürlük Partisi
Belçika: Vlaams Belang
Avusturya: Avusturya Özgürlük Partisi
İsviçre: İsviçre Halk Partisi
Yunanistan: Altın Şafak Partisi
Türkiye: Adalet ve Kalkınma Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Büyük Birlik Partisi, partileşme çalışmaları süren Osmanlı Ocakları ve Vatan Partisi
Macaristan: Fidesz – Macar Yurttaş Birliği 
Romanya: Romen Birliği İttifakı
Bulgaristan: Birleşik Vatanseverler ittifakı
Polonya: Hak ve Adalet Partisi
Slovakya: Slovak Milli Partisi
İsveç: İsveç Demokratları Parisi
Çekya: Doğrudan Demokrasi Partisi
Hırvatistan: Vatan Hareketi Bloğu
Slovenya: Sloven Ulusal Parti ve Sloven Demokrat Parti
Danimarka: Danimarka Halk Partisi 
Norveç: İlerleme Partisi 
Finlandiya: Gerçek Finler Partisi

Burada sıralayabildiğimiz parti ve örgütlerin bazılarının ideolojik doğrultuları bir birine taban tabana zıt gibi görülse de özleri aynıdır. Din ve milliyet vurgusu üzerinden toplumu dinci-ırkçı-faşist bir anlayışla şekillendirip, bir birine düşmanlaştırmak, kardeşlik duygularını zayıflatmak ve küresel mali sermayenin operasyonlarına açık hale getirmek. Böylece yönetici elitin birer askeri olarak cepheden cepheye koşturmak. Kendi burjuvazisine dost, küresel burjuvaziye dost, fakat kendisi gibi emekçi olan komşusuna, iş veya okul arkadaşına düşman birey, her ülkede sermaye gruplarının en çok sevdiği birey tipidir. Söz konusu parti ve örgütlerin temel görevi de, sermayenin sevdiği bu birey tipini yetiştirmektir. Biat eden, lider için kefen giyen, sorgulamadan cepheden cepheye koşup emekçi kardeşini din için, milliyet için, çoğu dönem ikisi için boğazlayan, silah tekellerinin silahları ile poz vermeye bayılan, silah tekellerinin paralarına, para katan tuhaf kılıklı cani tipler, toplumu teslim alırlar. Dinleri, dilleri, renkleri, milliyetleri ne olursa olsun bu partilerin ve etrafındaki tiplerin temel görevleri emekçi, yoksul yığınların bir birleri ile olan kardeşlik bağlarını zayıflatmak ve düşmanlaştırmaktır. Bu nedenle sürekli düşmanlaştırma dili kullanırlar. Sürekli ötekiler oluştururlar. Sürekli tehdit dili kullanırlar. Asmaktan, kesmekten, susturmaktan, kapatmaktan, yasaklamaktan söz ederler. Şiddet dili, tehdit dili varlık sebepleridir. Hıristiyan dünyasındaki dinci-ırkçı-faşist örgütler ve partiler, müslüman dünyasındaki dinci-ırkçı-faşist örgüt ve partilerle düşman gibi görülselerde aralarında çok güçlü bağlar vardır. Varlıklarını bir birlerine borçludurlar. Bir birlerine malzeme sağlarlar. Biri papazın boğazını keser, diğeri kuran’ı yakar ve karşılıklı bir birlerine sundukları malzeme ile kendi arka bahçelerinden güç devşirirler. İkisinin eylemlerinin tek kazananı küresel sermaye olurken, kaybedeni her ulustan ve inançtan emekçiler olur. Erdoğan hükümetinin milyarlarca dolar kazandırdığı, diğer yandan Macaristan’da Orban hükümetinin milyarlarca dolar kazandırdığı merkez aynıdır; Londra tefecileri. Biri Türklükle harmanlanmış İslam dünyasının liderliğine, diğeri Macar milliyetçiliği ile harmanlanmış Hıristiyan dünyasının liderliğine soyunmuş. İkisininde milyarlarca dolar kazandırdığı merkez ise küresel mali sermaye. Diğer örgüt ve partilerde böyledir. Bu ikisi hükümet olan iki tipik örnek oldukları için öne çıkardık.

Sonuç olarak Avrupa coğrafyasında ki dinci-ırkçı-faşist örgüt ve partiler Erdoğan’ı sevmektedirler. Erdoğan”da onları. Bir birlerinin varlık zeminini güçlendirmektedirler. Bir birlerini beslemektedirler. Hepsinin ipleri gizli servislerin ve mali sermayenin ellerindedir. Bunlar sevişse de, dövüşse de kazanan mali sermayedir. Küresel çapta din, dil, ırk farkı gözetmeksizin kardeşlik, eşitlik, çevre, adalet duyguları ile dünya vatandaşı bilinci ile emekçilerin küresel ortak dayanışmasından yana olanlar ise bunların ortak düşmanlık besledikleri anlayışlardır. Zira emekçilerin küresel kardeşlik ve dayanışması küresel sermayenin korkulu rüyasıdır. Küresel sermayenin hizmetkârı bu dinci-ırkçı-faşist güruhların da korkulu rüyasıdır.

Son sözü Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya bırakalım.

“Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız,
Bölmüş saadetimizi çizgisi yurtların;
Biz insanlar ayrı ayrı kalmışız, Gökte kuşların kardeşliği, Yerde kurtların…”


Nihat Veli Yüce – 27.01.2022

Tags: , , , ,


About the Author



Comments are closed.

Back to Top ↑