Makaleler

Published on Temmuz 1st, 2020

0

Ama burası Kürdistan! – Gül Güzel


Kadının kaleminden anıları: Ama burası Kürdistan! – Gül Güzel

Coğrafyamızdaki dağların başında dumanı, anaların gözlerinde yaşları, dillerinde feryatların eksilmediği zamanlardı yine…Hangi zamanlar diye sormayın cevap veremem. Çünkü bildiğim, hatırladığım, gördüğüm, şahit olduğum bütün zamanlardan beri öyle…

Yine birçok defa olduğu gibi bir heyet oluşturmuş, Kuzey Kürdistan’a gideceğiz. Bu seferki seyahatimiz biraz da risk ötesi bir durum teşkil ediyor. Ama Türkiye’ye ne zaman gitsek, bu tehlikenin hep bilincindeydik zaten. Gittiğimiz yerler Kürt halkının yaşamasına dahi izin verilmeyen kendi Anayurduydu. Yani Kürdistan; yani Türk devletinin kuruluşundan beri sömürgeleştirği, yasal olarak yasakladığı ülke…

 Oyy ölüm! Ölüm sen de ölesin!!! Sesim Gök kubbe de erisin!!!

Malum çocukluğumuzdan beri çokça duyardık. Beyaz Renault’larla kaçırılıp, bir daha geri gelemeyenlerin hikayelerini…O geri gelemeyenleri, sayılarla anmanın zorluğunu çok iyi bilenleriz biz. Yıllardır yapılan ‘Kardeşlik’ felsefesi ile çocuklarımızın katillerini iyi tanıyoruz. O katiller, hep resmi Devletin özel elemanlarıydı bugünkü gibi…

Ekim(2011) ay’ı idi. Bizler bir diğer heyet ile buluşup, Van’ın Çatak ilçesine yakın Andiçin(Kelahéré) kırsalına gideceğiz. Diğer aktivistlerle buluşacağımız Çatak’a gidene kadar, 4 kişiden oluşan küçük grubumuzla yol boyunca çevre yerleri de gezmiş ve bu vesileyle  birçok toplu mezarı da görmüştük. Bazen toplu yerlerdeki(mezarlardaki) dışarıya çıkan kemikleri, bazen de yağan yağmurların toprağı aşındırdığı yol kenarlarında öldürülüp, gömülenlerin bacak veya kol kemikleri…  

Bizler şaşkınlık ve üzüntü ile bu akıl almaz duruma bakarken, hiç birimiz, tek kelime bile konuşamıyoruz. Mutki dolaylarında bir çöplük tepesi ve zamanla çöpler arasından dışarıya uzanan bacak ve kol kemikleri…O an yanımıza gelen o çevreden biri, bulunduğumuz çöplük tepesinin her tarafından dışarıya çıkmaya başlayan insan kemiklerini göstererek,’’onlar 12 kişiydiler. Hepsi lise öğrencisiydi. Sabah okula gitmek için köyden çıkıp, giderken askerler tarafından durduluyorlar ve hepsi burada katlediliyor. Köyden uzak olduğu için köyde silah sesleri duyulmamıştı. Çocuklar akşam eve gelmeyince, aramaya çıkıyorlar ve bir türlü bulunamadılar. Ancak çok sonraları burada gördüğünüz kemikleri bulunarak, tespit edildiler’’ diyor.

Evet bu toplu mezardakilerin hepsi 14-15 yaşlarındaki çocuklar ve Kürt oldukları için ölmeliydiler. Bu olaydan önce, Hakkari ve çevresinde kullanılan kimyasal maddeyle yapılan katliamların dosya ve fotoğraflarını görmüştük. Kimyasal maddeden eriyen bedenler ve uygulanan vahşetin tarif edilemez hali. Geleceğimizi zehirleyenlerin, insanlarımızı katledenlerin, topraklarımızı işgal edenlerin, onlara çanak tutanların da canlarına defalarca lanet okuyarak şahit oluyoruz bütün bunlara… Anlatılanlarla, gördüklerimiz şu an canlanıyor gözlerimin önünde bütün vahametiyle. Boğazıma düğümlenen ve  içe dönük çığlığımla yazmaya devam etmeye çalışıyorum. Yazmam lazım diye kendimi ikna etmeye çalışıyorum. Yazmak lazım. En azından bu geliyor elimden, o karanlık acılara binebze ses olmak anlamında. Böylelikle biraz olsun gün yüzüne çıkarma ve birilerinin zihnini kurcalamak için olsa da…

Burası katliam diyarı 

İşte bütün bu acılarla dolu heybem sırtımda ve bizler Çatak’a doğru yollardayız. Amacımız 23 Ekim 1998’de Andiçin(Kelahéré) kırsalında silahsız olduğu halde, Türk askerleri tarafından katledilen Ronahi(Andrea Wolf) ve sanatçı Hogir’le birlikte şehit düşen diğer toplam 41 gerillanın gömüldüğü yeri ziyaret etmek. Gurupta İHD ’den Eren Keskin ile diğer arkadaşları, Almanya parlamenterleri ve şehit ailelerinden olmak üzere, oldukça büyük bir gurubuz. Ancak önce yol üstündeki Mutki’ye uğradık. Burda da şehit düşen 8 Gerillanın toplu mezarı var. Burda gördüğüm manzara bütün sabır ve tahammülümü aşmış, perişan bir haldeyim.

İki yamaç arasında kalan bir vadi Görentaş yaylası(Zozana Gorandeşt) burası. Vadide bulunan bazı taşların altında dışarıya çıkan gerillaların kafatasları, kol, bacak ve benzeri kemikleri bize bakarcasına oradalar. Ekim 1998’de bölgede yapılan eşzamanlı askeri operasyonla bombalanan yayladaki şehitler…Bunları görünce gayri ihtiyari insani bir refleksle çığlık çığlığa bağırıp, ağlamaya başlıyorum. Çığlıklarım sonsuz Gök kubbenin maviliklerinde eriyor. Gördüğüm o acılara karşın beni teskin edecek başka hiç bir şeyim yoktu. Katledilen çocuklarımıza ağlamaktan, imhacı, katil düşmanı lanetlemekten  öte! Bu acı, isyan ve tepkilerimden oluşan durumumdan dolayı, yanımdakiler beni teskin etmeye çalışarak,’’Hevala Gül lütfen ağlama, düşman ağladığını duyar, sevinir’’ deseler de, benim çığlıklarım Gök kubbeye yükselmeye devam etti uzun bir süre. O feryat ve çığlıklarımdan belki ölüm, ölümden utanmıştır bir an…

Burası ama Kürdistan!

Aradan geçen kısa süreden sonra, bizler Zozana Gorandeşt’den ayrılarak, Çatak’a gitmek için yola çıktık. Yol boyunca gördüğümüz çevrenin manzarası, güzelliği bizi adeta mest ediyor. İki vadi arasında narin narin akan bir ırmak, yamaçlardaki üzüm bağları ve diğer benzeri bitkilerin kuşattığı, süslediği cennetin öbür ismi niteliğindeki bir tabiat  güzelliği… Ama benim üzerimde, Mutki ve Zozana Gorandeşt’deki gerginliğim ve ruh halim hala mevcut. O yüzden, biraz teskin olmam için arkadaşlarım beni yol kenarında yürütmeye devam ediyorlar… Benimle yaptıkları sohbeti kısmen duyuyor ve sessizce etrafı izliyorum.  

Büyük gruptaki arkadaşlarımız hepsi biraraya gelmiş, BDP parti binasının önündeki sandalyelerde oturmuş, parti çalışanları ile sohbet ediyorlar.  O ara karşıdan gelen bir bey elindeki çikolatayı yiyerek bize yaklaşıyor. Tam yanımızdan geçerken yediği çikolata bittiği için kağıdını yere atıyor! Ben ilk önce doğru görmüyorum, diye düşünüyor, sonra da kağıdın yerde hareket ettiğini… İşte o zaman sözüm yerindeyse, yüreğimden kıyamet kopuyor. Ben kağıdı atan adamın karşısına dikilip, bütün gerginliğimle,’’Sen ne yaptın, nasıl bunu yaparsın?’’ diye sormaya başlıyorum. Ama adamcağız niçin kendisine bu kadar sinirle soru sorduğumu anlayamıyor. Sadece şaşkın bir şekilde,’’Ben ne yaptım ki?’’ diyor. Ben yol boyunca gördüğüm toplu mezarlardan dışarıya çıkmış şehitlerin kemiklerinin etkisinden kurtulamayıp,’’Bak sen yediğin çikolatanın o naylon kağıdını tutup yere attın. Peki bu toprakları böyle pervasızca nasıl kirletirsin ki? Bu toprakların her karış toprağında çocuklarımızın kanı olduğunu bilmiyor musun? Burası Kürdistan. Sen bu toprakları böyle kirletemezsin…vb. söylemlerle zavallı insanı adeta ‘üstüne kaynamış su dökülmüş’ misali perişan ediyorum. Ama o insan benim bu halimden kızmak yerine çok etkilenmiş olacak ki,’’özür dilerim. Ben hiç böyle düşünmemiştim. Çok haklısınız. Bir daha asla böyle bir şey yapmam diyor ve yerdeki çikolata kağıdını alıp, uzaklaşıyor…

Kelahére şehitliğine yolculuk

Andrea Wolf ve diğer gerillaların mezarlarına yapacağımız yolculuğun nasıl sonlanacağını bizler de merak ediyor, aramızda sürekli konuşuyoruz. Çünkü buraya gelmemizin asıl nedeni Andrea Wolf, Sanatçı Hogir ve diğer şehitlerin bulunduğu yere gitmek. Gitmek istiyoruz ama gidemeyeceğimizi, daha doğrusu bizi oraya bırakmayacaklarını da tahmin ediyoruz.

Heyet olarak gideceğimiz yerden sorumlu karakola yapılan müracaata dair bir süre haber bekliyoruz. Haber gelmeyince bizler kiraladığımız minibüslere binip, toplu mezar yerine(Kelahére) gitmek için yola çıkıyoruz. Mezarlığa yakın düz bir tepenin üzerindeki karakol merkezi(malum Kürdistan’daki her tepenin üstünde bir gözetleme veya karakol/kalekol merkezi vardır) görevlileri bizim arabalarımızı durdurdular.

Yapılan bütün konuşmalar, itirazlar, gerekçeler hiçbir şey sonuç vermedi. Uzun bir bekletmenin sonunda, toplu mezarların olduğu yere gidemeden bizi geri çevirdiler. Üzgün ve isyan dolu duygularla geri dönerken rengarenk elbiseleriyle bağlardan dönen bir kadın gurubuyla karşılaştık. Bu manzarayı hayatımda ilk olarak görmüştüm. Bu güzel rengarenk yöresel giyinen kadınlar, bindikleri eşeklerin sırtında öyle asi, öyle haşmetli bir duruş sergiliyorlardı ki, tekniğin son üretim arabaları bu havayı vermezdi. Her şey yerinde ve zamanında güzel. Güzel ülkemin, güzel kadınları…

Çatak’ta neler olmuştu:

Van’ın Çatak ilçesine bağlı Kelehê (Andiçen) köyüne yönelik, 23 Ekim 1998 tarihinde düzenlenen hava saldırısı ve operasyonda Andrea Wolf ve sanatçı Hozan Hogir’in (Cazım Tatar) de bulunduğu 3’ü kadın 41 gerilla şehit düşmüştü. Katledilmeleri üzerinden 22 yıl geçmesine rağmen cenazeleri ailelerine hala teslim edilmedi.

Andrea Wolf (Ronahi), Cazım Tatar (Hogir) ve Kamuran İnalkoç’un (Kawa) aileleri Çatak Cumhuriyet Savcılığı’na başvuru yaparak, yakınlarının kemiklerinin kendilerine verilmesini istemişti. Andrea Wolf’un annesi Lilo Wolf, Çatak Savcılığı’na gönderdiği dilekçesinde “Ben en azından kızımın kemiklerine kavuşmak istiyorum” demişti. Fakat savcılık yapılan bu üç başvuru için de ‘takipsizlik’ kararı verdi. Anne Lilo Wolf, kızının kemiklerine kavuşamadan 24 Nisan 2003 tarihinde vefat etti.

Andrea Wolf’a dair:

Ronahi(Andrea Wolf) 15 Ocak 1965’te Münih’te doğdu. Almanya Rote Armee Fraktion(Kızıl ordu) çevresinden ve siyasi bir sosyologdu. Siyasi mücadelesi bağlamında bir kaç defa tutuklandı. 1995 yılında yapılan yargılamayla, hapis cezası alınca, yurtdışına kaçtı.

 Yurtdışındayken Kürt özgürlük mücadelesi ARGK’yı tanıdı. Bu vesileyle, Kürdistan Özgür Kadın Hareketi YAJK’te üye olarak yer aldı. Hemen ardından, 1996’da Kürdistan’a gitti. En son bulunduğu Van –Çatak ilçesine bağlı Andiçen(Kelahéré) köyü kırsalındayken, Türk silahlı kuvvetlerinin saldırısı sonucu, 23 Ekim 1998’de şehit düştü.

Wolf’un annesi Lilo Wolf, kızının silahsız olduğu halde infaz edilmesi ve mezarının bulunması için AİHM’de dava açtı. Lilo Wolf’un açtığı bu davada, Türkiye AİHS’in 2. Maddesini ihlal etmekten Haziran 2010 yılında mahkum edildi.  

Andrea Wolf/Ronahi Kürt özgürlük mücadelesine katıldıktan sonra annesine yazdığı mektuplarda şöyle diyordu,’’Dağlardayım. Burada koşullar ağır ama derinlikli. Bundan sonra şehirlerde yaşamayı düşünemiyorum.’’  Ve yine Andrea Wolf, 1 Mayıs 1997 tarihli günlüğüne, “Savaş makinesini metropollerde susturmamız gerekiyordu fakat olmadı. Bize dağlardan başka seçenek bırakmadılar” notunu düşmüştü. Yine, ‘’her savaştan sonra değil, her devrimden sonra barış olur. Nasıl bir barışın olacağı ise, bizim elimizde’’ diyerek, özgür ve adaletli bir yaşam mücadelesi verirken, Kürdistan dağlarında şehit düştü.

Bir ucu Guatemala’ya, diğer ucu Kürdistan’a uzanan Münih’li Wolf’un dramalarla dolu hayat hikayeleri oluştu… Devrimci hayatı “Alman sonbaharı” ile başlayan Andrea, Kürdistan’ın sonbaharında bir gerilla olarak katledilirken; annesi Lilo Wolf ise Guatemalalı yoksul kadınlar ve çocuklar için yıllarca mücadele etti.

15 Eylül 2013’te Andrea Wolf ve arkadaşlarının yattığı toplu mezar yakınlarında “Ronahî Şehitliği” adıyla anıt mezar açıldı. Anıtın üzerinde, Andrea’nın gülümseyen fotoğrafı yer aldı. Yıkılmaması için Kürt kadınları uzun bir süre anıtın önünde nöbet tuttu. Ancak anıt, 29 Kasım 2015 tarihinde Türk savaş uçakları tarafından bombalanarak yıkıldı.


Gül Güzel – 01.07.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑