Makaleler

Published on Temmuz 14th, 2020

0

15 Temmuz’un neferleri – Mustafa Kumanova

“En umutsuz kölelik, kendin özgür olmadan özgür olduğunu sanmaktır” (Goethe)

“İstanbul’da ilk gecekondu 1946 yılında Zeytinburnu Kazlıçeşme’de görüldü. İldeki toplam gecekondu sayısı 1949’da 5 bin olarak belirlenirken, bunlardan 3 bin 218’inin Zeytinburnu’nda bulunduğu tespit edildi. İstanbul’daki gecekondu sayısı, 1949 yılından itibaren çıkarılan çeşitli af yasaları ile hızlı bir artış gösterdi. Bu sayı 1950’de 8 bin 239, 1959’da 61 bin 400 ve 1963’te 120 bine ulaştı. 1963 yılında İstanbul nüfusunun yüzde 35’i, gecekondu alanlarında yaşayanlardan oluştu. 1973 yılında Boğaziçi, 1989’da da Fatih Sultan Mehmet köprüleri ve çevre yollarının hizmete açılmasıyla Hasköy, Gürsel, Kağıthane, Çağlayan, Harmantepe, Gültepe, Telsizler ve Ortabayır’daki gecekondulaşma apartmanlaşmaya dönüştü. 1980’li yılların ikinci yarısında Sarıgazi, Samandra ve Sultanbeyli, kaçak apartmanlardan oluşan ‘gecekondu kenti’ olarak gelişti. 1990’lı yıllarda Atışalanı, Esenler, Güngören ve Bakırköy merkezinde yer alan sanayi yerleşmeleri çevrelerinde ve Yenibosna, Sefaköy asfaltı boyunca Kocasinan, Küçükçekmece, Kirazlı, Güneşli, Halkalı sanayi alanları çevresinde ‘gecekondu apartman’ alanları oluştu.”[wikipedia]

Geriye dönüp baktığımızda, üstelik bir dönem bu yerler solun önemli bir kitle potansiyelinin olduğu yerleşim yerleriydi. Özellikle 12 Eylül cuntasıyla birlikte her alanda olduğu gibi bu yerlerde de hızlı bir şekilde siyasal, sosyal ve kültürel düzeyde bir değişim yaşandı.

21. yüzyılda da Türkiye’de gecekondulaşma şehirli toprak ağaları (milletin bir tarafına koyan lümpen müteahhitler), politikacılar, vurguncular ve talancılar eliyle sürdürülerek karmaşık bir yapı içerisinde geniş bir ağ oluşturmaya devam ediyor. Geçmişin derme çatma briket ve teneke mahallelerinin yerini yaşadığımız çağda kaçak yapılaşmanın hiçbir yasa ve mahkeme kararı tanımayan devasa apartkondu siteleri aldı. Kentsel dönüşüm adı altında gecekondu bölgeleri talan edildi. Ve yeni kentselkondu bölgeleri oluşturuldu.

Yine de gecekonduları ellerinden alınan toplumun en alt kesimini oluşturan varoş sakinleri kendilerini ezen bu sisteme ve en tepedeki kişiye karşı seslerini çıkartmıyorlar. Çünkü gecekondular aynı zamanda yoksulların içine gömülü oldukları engin kayıt dışılığı da yansıtıyor. Ve bu kayırmacılık ekonomisinde kayıt dışılık geçici bir sapmadan ziyade ülke ekonomisinin yapısını oluşturuyor. Bu kayıt dışılıktan toplumun en alt kesimleri de en üst kesimleri de çıkar ve fayda sağlıyor. Dolayısıyla kayıt dışılık gecekonduların ve kenar mahallelerin çoğalmasını sağlarken, oluşan mahallelerin sakinleri de kamu hizmetleri taleplerinde bulunmaya başlıyorlar. Bununla birlikte siyasiler için yeni ihaleler ve yeni yolsuzluklar için gün doğuyor. Her iki taraf da birbirini besliyor. Bunun adı ekonomik anlamda “büyüme” siyasal anlamda “dünyaya kafa tutma” adıyla formüle ediliyor.

Ve işin ilginç tarafı, geçmişte, herhangi bir isyan tehlikesine karşı gecekondulaşma bilinçli bir şekilde edebiyat, sinema ve basın yoluyla dramatize edildi. Oysa gecekondulaşmanın siyasiler tarafından desteklenmesinin görünmeyen, gizli bir tarafı da vardı. Gecekondu sakinleri tarafından “şehir hakları”nı talep edecek olan özgürleştirici ve sosyalist toplumsal hareketlerin önüne geçme adına paramiliter grupların oluşturulmasına olanak sağladı. Bunu geçmişte MHP’li sivil faşist hareketleri devreye sokarak ve Kürdistan’da da 1990’lar ve sonrasında korucular, özel tim, paralı askerler vs gibi unsurlar vasıtasıyla uyguladılar. Şu anda ise buna en güzel örnek üzerine yasal bir kılıf geçirilen “Bekçiler” diye tabir edilen yeni güvenlik organizasyonudur. 

Üzücü olan ise görünmeyen bu sınıf savaşında kullanılan paramiliter gruplar kenar mahalle ve varoşların sakinleri tarafından da desteklendiler.

Türkiye’nin içinde bulunduğu tek adam düzeni ve onun yarattığı korku imparatorluğu içinde eskinin bu senaryosu 15 Temmuz’da da uygulandı. Ve her an yeniden uygulamaya sürülecekmiş gibi bekletiliyor. 

Peki ama toplumun en fazla ezilen varoşlarda yaşayan bu kesimi kendilerini en çok ezeni neden destekliyor? 

Yukarıda bu desteğin ekonomik boyutu olan kayıt dışılığa dikkat çektik. Çünkü bu yoksul kesimler, şeffaf ve demokratik bilgi almanın imkansız hale getirildiği bu toplumda, “sosyal yardım,” ve yaratılan kayıt dışı kayırmacılık ve sadaka ekonomisi yoluyla besleniyorlar. Bu, bu tür bir desteklemenin ekonomik yüzü.

Diğeri ise bu desteğin sosyolojik boyutu… 

Ayasofya, barolar vb. hepsi bu stratejinin bir parçası olarak milliyetçilik ve din şeklinde karşımıza çıkartılmaktadır. Din ve milliyetçilik kavramları sanıldığının ve düşünüldüğünün aksine bir inanç ya da gönül bağı değil sosyolojik kavramlardır. Sosyolojik kavramları da alıp idealizm sosuna bulayarak servis ederseniz özün üstünü örterek görünmesini istediğinizi ezilen ve sömürülen insanlara gösterebilirsiniz. Bu ezenlerin birincil taktiğidir: gerçeği maskelemek ve bir yanılsama ve yanılgıdan ibaret olan bir görüntü yaratmak. Ve görüntüyü tatlı propaganda ve sloganlarla süsleyerek kendinden olanlar için kimlikler yaratarak kendinden olmayan kimliklere saldırtmak.

Ve tek bir kimliği unutturmak…

İşçi sınıfı kimliği!


Mustafa Kumanova – 14.07.2020

Tags:


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑