Yazarlar

Published on Nisan 29th, 2020

0

1 Mayıs’ta kalıplara sığma – Hüseyin Şenol

Düşman mikrop, sanki kovit-19 değil de, ezilenler, çalışanlar ve genel olarak halkmış gibi politikalar uygulanıyor, egemenler tarafından. Muhalefet daha da azgın bir biçimde yok edilip, tamamen ortadan kaldırılmaya çalışılıyor...


Ben sadece 1 Mayıs ile ilgili olarak değil, genel olarak ilk günden beri, koronavirüsü salgını nedeniyle “eve” kapanmayı doğru bulmayanlardanım. İşçileri, emekçileri fabrikalara ve diğer alanlara gönderen sermayenin “evde kal”ı samimi değildir. “Evde kal”ı bile kendi çıkar ve sömürü çarklarına göre ayarlıyor, “sermayeye zeval gelmesin” politikası izliyor. Bu tavrı, onun sosyal, politik, ekonomik, ahlaki ve diğer tüm yönlerinin resmini veriyor aslında.

Engels’e bakmalı

            Ben baştan beri, korona salgını nedeniyle, devletlerin uyguladığı politikayı ve toplumu bu yöndeki dizaynını takip ederken, sürekli olarak; aile örgütünü, özelleştirmeyi ve devleti yeniden yorumlamaya çalıştım. Çünkü bana Friedrich Engels’in 136 yıl önce tam da bu dönemde, 1884’ün Mart-Mayıs döneminde yazdığı “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” adlı eserinin ne kadar değerli olduğunu yeniden anlattı. Zaten bu eserin değerini anlamasam, 43 yıllık mücadelemin de bir anlamı olamazdı. “Diyalektik materyalist adalet” ve toplumlar tarihi de böyle bir şey herhalde.

            Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni. Marksizmin temel eselerindendir. İnsanlık tarihinin, gelişiminin erken aşamalarındaki bilimsel tahlilini verir, ilkel-komünal sistemin dağılması ve özel mülkiyete dayalı bir sınıflı toplumun biçimlenmesi sürecini açıklar, bu toplumun genel özelliklerini özetler. Yine bu yapıt, farklı toplumsal-ekonomik biçimlenmelerde aile ilişkilerinin özel verilerini ortaya net olarak koyar, devletin kökenini ve özünü derinlemesine tahlil eder ve bir sınıfsız toplum olan komünist toplumun zaferiyle birlikte, devletin sönüp yok olmasının tarihsel zorunluluğunu gösterir. Bu eser, insanlık tarihinin “sonunu”, ama sömürüsüz ve mutlu sonunu anlatır.

            Engels bu kitabı yazarken, bugünleri de yorumluyor, arada 136 yıl da olsa, ilkel komünal toplumu ve oradan çıkışı da anlatsa, bugünlere de net olarak ışık tutuyor. Bana göre de, aile, özel mülkiyet ve devletin ne olduğunun görebilmenin en açık biçimini yaşıyoruz. Demek ki bize bunu her zaman bir faşişt diktatör, darbeci generel değil, korona gibi bir mikrop da gösterebiliyormuş.

Biz bunu tabii ki biliyorduk, ailenin, özel mülkiyetin ve devletin önem(sizliğ)ini. Yeni öğrenmiyoruz, ama anlatma becerilerimiz demek ki yetmemiş. Örgütlenmelerimizde de olması gerektiği gibi işletememiş, yaşatamamışız.

Bu eserin önemini 78 kuşağı olarak ve o dönem daha iyi anlamıştık ve yaşamıştık. Yani bu konuda Türkiye devrimci hareketinin, ilerleme değil, gerileme kaydettiğini düşünüyorum. “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” yine özümsenmek için, bir kez daha okuyalım ve taha da önemlisi, özümseyerek, uygulamalı çalışalım bu “dersi”.

Ailenin, özel mülkiyetin ve devletin bu günleri anlatmada öneminin altını bir kez daha çizdikten sonra, konuyu daha fazla uzatmadan, koronaya ve 1 Mayıs’a geleyim.

Kalıplara sığmamalı

            Evde kalmaya kesin karşı çıkan “ucuz kahramanlık” yapmaya çalışan bir tavır yerine, daha aklı selim olunmasını savunarak, başlıklarımı bile şu espiriyle attım: Evde kal(ma)

            Tüm dünyada egemenler, koronovirüs salgını nedeniyle devletleri aracılığıyla bu durumu da fırsata çevirmekte geç kalmadı. Demokratik hak ve özgürlükleri rafa kaldırmaya, düşünce ve gösteri hakkını gasp etmeye çalışmakta hiç zaman kaybetmek istemedi sermayedarlar.

Düşman mikrop, sanki yeni tip koronavirüs olan kovit-19 değil de, ezilenler, çalışanlar ve genel olarak halkmış gibi, salgının daha ilk günlerinden itibaren politikalar belirlenmeye başlandı. Muhalefet daha da azgın bir biçimde yok edilmeye, tamamen ortadan kaldırılmaya çalışıldı ve çalışılmaya devam ediyor. Sağlık sisteminin de bu çökmüşlüğünden ve çürümüşlüğünden kapitalizm sorumludur.

Tabii ki buna karşı koyan devrimciler, ilericiler, çevreciler ve genel olarak insan hakları savunucuları sessiz kalmadı. Bu kısıtlamalara karşı çıkarak, sosyal mesafenin de korunarak sokağa çıkılabileceği, mücadeleden geri kalınamayacağını gösterdi.

Almanya başta olmak üzere çok sayıda ülkede, salgın bahane edilerek demokratik hakların ortadan kaldırılmasına karşı mahkeme yoluna gidilirken, sokak ayağı da boş durmadı. Almanya’nın bir çok kentinde bu hakkın savunulması için insanlar sokakta gösteri yaptılar. Bu gösterilerin bir çoğuna polis saldırmış olsa da, aktivistleri mücadeleden geri tutamadı. Gösterilerin yasak olduğu dönemde, yasaklara karşı, mülteciler için, Helin Bölek için, Mustafa Koçak için yapılan gösterileri saygıyla anımsayacağız. Ulm gibi sadece bir-iki şehirle sınırlı kalmış olsa da, Helin Bölek için korsan anma etkinliği ve “Yasak olsa da 1 Mayıs’ta meydanda ve sokakta olacağız” ilanında bulunan devrimcileri ve eylemlerini onurla anacağız. Tarihe düşülen önemli notlardır bunlar.

Bu mücadeleler sonucunda, Alman Anayasa Mahkemesi “Gösteri hakkı tamamen yasaklanamaz” kararı almak zorunda kaldı. 1 haftadır yerel yönetimler, gösteri için başvuruda bulunanlara eskisi gibi zorluk çıkarmamakta. Bunu demokratik anlayışından değil, muhalefetin mücadelesinden ve sonucunda Anayasa Mahkemesi’nin kararından dolayı yapmaktadır.

1 Mayıs’ta meydanlara sokaklara

            Balkon ve pencereyi önemsizleştirmek istemiyorum tabii ki, ama bu mücadele biçimine sokak ayağı engel değil ki. Bana göre buna, sokak ve korona değil, mücadeleye yaklaşım tarzı neden olmakta.

Çok önemlidir, balkona, pencereye çıkmak. Bir de bunun sokak ve meydan ayağıyla taçlandırıldığını bir düşünün. Balkonlar ve pencereler çok daha rahat alanlar da değildir, bunu da biliyorum. Hatta çoğu yerde sokaktan daha zor ve imkansız da olabilir. Yine çoğu yerde daha risklidir, bazı bölgelerde pencerelere ve balkonlara çıkmak. Ama yine, ileride bilinmez ama günümüzde “aile” ile “ev” ile sınırlıdır bu faaliyet.

Boykot” gibidir aslında

Ve aslında bir kaçamaktır da sadece balkona ve pencereye kocaman kocaman çağrı yapıp, meydanı da araya sıkıştırmak. Aynı “boykot” tartışmalarında olduğu gibi; günümüzde koşulları ve olanağı  olmadığı halde, en zorunu seçip, aslında yapılamayacağını önceden bilip, istense de istenmese de, meydandan kaçıştır. “Zor” yapıl(a)madığında en kolayıdır.

Koşulları olmayan balkon ve pencerelere değil, meydanlara çağrı yapılmalı.

Burada, 1 Mayıs 1980’de 76 yoldaşımla gerçekleştirdiğimiz “Boğaz Köprüsü işgali” geldi aklıma. Aslında bugünlere de örnek verilebilecek eylemlerden biriydi. Şimdi olduğu gibi; 16-17 yaşlarımda da amacım ucuz kahramanlık, hele hele “sokak fetişizmi” yapmak hiç değildi. (Başka bir yazımda, Kurtuluş, Dev-Lis ve Dev-Gör imzasıyla gerçekleştirdiğimiz bu eylemimizi de çok yönlü anlatacak ve değerlendireceğim)

Haydi 1 Mayıs’a

            Bölgemizde Ulm, Mannheim ve daha bir çok şehirde meydanlarda ve sokaklarda, İşçi ve Emekçilerin Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü 1 Mayıs’ı kutlayacak. Sendikalar maalesef görevini yerine getiremedi ve salgının daha ilk günlerinde, 1 Mayıs sokak etkinliklerini iptal ettiğini açıklayarak, talihsiz bir tarihi karara imza attı.

Bölgemizdeki devrimci demokrat ve ilerici kurumlar boş durmayarak, kesinlikle, hangi şartlarda olursa olsun, sosyal mesafenin de dikkate alınarak, kutlamanın yapılabileceğini ilan ettiler. Alman Sendikalar Birliği (DGB), 1 Mayıs kutlamalarının kendi tekelinde olmadığını, sendika olarak gelmelerinin çok istenmesine rağmen, gelmezlerse de örgütlenebileceğini gösterdi devrimci-demokrat , ilerici ve yurtseverler.

Başta sendikalar olmak üzere ve bazı “devrimci” kurumlar da bildik ekonomist ve sendikalist yaklaşımlarını bir kez daha ortaya koyarak, bu tür eylemlerden uzak durmaya çalışıyorlar. Bu durum da tarihimizde, tüm dünyada maalesef çok sık karşılaştığımız bir davranış.

Almanya’da salgının daha ilk günlerinde, 1 Mayıs sokak etkinliklerini iptal ettiğini açıklayarak, talihsiz bir tarihi karara imza atan sendikalardan bir kısmı ve bazı bölgelerede, sosyal mesafenin koronarak da olsa sokakta meydanda yapılmasına karşı olduğunu yeniden ilan edip “Bu etkinliği yanlış buluyor ve katılmacağız” açıklamaları yapıyorlar. Basına verdikleri demeçte, en önemli gerekçe de “sağlıkmış”. Ama işçilerin fabrikalara gitmesine, çarklarda bu ortamda ezilmesine yeterli sesi çıkarmıyorlar, bu alanda eylemlikten uzak duruyorlar. İşe gitme eylemini gerçekleştirmek zorunda kalan işçilerin, hakları için eyleme katılmalarını engellemek isteyen sendikaların tarihi bir “satışına” daha şahit oluyoruz.

Bölgenizdeki kurumlardan ve sosyal hesaplarından 1 Mayıs faaliyetleri hakkında bilgi alabilirsiniz. Bütün işçileri, emekçileri, ezilenleri alanlara davet ediyoruz. Özellikle, salgın sonrası işçi ve emekçilerin, daha da özelde göçmenlerin durumu daha da ağırlaşacak. Bu ortama hazırlık olması anlamında da olsa, sokakta ezilenlerin yanında olalım!

Sokaktan, meydandan uzak kalmamamız dileğiyle.

1 Mayıs İşçi ve Emekçilerin Uluslararası Birlik, Dayanışma ve Mücadele Günü’nüz kutlu olsun!

Yaşasın Devrim ve Sosyalizm!


Hüseyin Şenol – 29.04.2020

Tags: , ,


About the Author



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to Top ↑